-
Avukatı Mısın
Ergün ilkokul yıllarından beri, gördüğü her haksızlığa karşı çıkmaktadır. Ama arkadaşlarını savunurken aldığı yanıt hep “Avukatı mısın?” olmuştur. İşte o günden beri avukatlık, Ergün’ün aklına iyiden iyiye yerleşir. Böylece Ergün üniversite için İstanbul’a, Hukuk Fakültesine gelir. Burada aldığı eğitimden ve yaptığı stajdan sonra avukatlığa Rize’de başlar. Ancak sonunda Tahsin’in dediği olur: “Ee artık İstanbul’un suyunu içtin, daha da Rize’yi unut.” Hayat onu yeniden İstanbul’a, mücadeleyle geçecek bir dünyanın ortasına getirir. Bu romanda, Avukat Ergün Kazanır’ın çocukluğundan üniversite yıllarına, ilk iş deneyiminden başından geçen evliliklere; yaşadığı türlü macera ve anılara tanık oluyoruz. Dışarıdan göründüğü gibi olmayan avukatlık mesleğinin farklı yönlerini Kazanır’ın mücadeleden vazgeçmeyen karakteri sayesinde keşfediyoruz. Yazarın eğlenceli, samimi ve yer yer şiirsel dilinden azimli bir avukatın yaşamını okuyacaksınız!
96.20 ₺ -
Bülbülü Susturmak
“Saklıyım ben benden bile, itirafım var, gönül dünyamı lisana döküp kendime bile aşikâr edemem. Bu yüzden gizemlerle doludur kalbimin mahzenlerinde sakladığım duygular. Ötmüyor içimde şakıyan bülbül, gönül bestesine engel olsun diye ona dut yedirip susturdular. Öyle saf, öyle berrak ve lekesiz ki mana ırmağım; gün olur, çöllere hayat verir umudundayım. Gizliyim, saklıyım, bilinmezdeyim...” Elli yılı aşan yazarlık serüveni boyunca eserleriyle okurlarında derin izler bırakan Ahmed Günbay Yıldız’dan tüm kısıtlamalara ve baskılara rağmen hayatın çıkmazlarına karşı koymayı başaran iki kız kardeşin kalplere dokunan hikâyesi: Bülbülü Susturmak...
218.30 ₺ -
Balinanın Ölümü
1938 yılında, uzak bir Galler adasının kıyılarına ölü bir balina vurur. Tüm hayatını adada geçirmiş Manod için bu, hem bir kıyamet alameti hem de adanın kıyılarının ötesinde neler olabileceğinin bir sembolü gibidir. Babası ve kız kardeşiyle yaşayan genç Manod, ailesinin nesiller boyunca yuva bildiği, güzel ama bir o kadar da hırçın adanın ötesindeki hayatı keşfetme arzusundan kurtulamaz. Kıyıya vuran balinanın ardından ada kültürünü incelemek üzere gelen iki İngiliz etnograf, ona hem kendi adasının uzağındaki hayata bir bakış hem de bir kaçış ihtimali sunar. Manod, topluluğunun yanlış anlaşıldığına dair şüphelerine rağmen, bambaşka duygularla hesaplaşmak zorunda kalacaktır. Balinanın Ölümü, keskin bir zekâyla yoğrulmuş ışıl ışıl anlatımıyla üzerlerine kapanan dış dünyayla yüzleşmek zorunda kalan insanların hikâyesi... O’Connor, uçurumun kenarındaki bir topluluğun ve bir kadının incelikli portresini ustalıkla gözler önüne seriyor. “Balinanın Ölümü, aşk ve kayıp, tanıdık ve yabancı, güven ve ihanet, kara ve deniz, yaşam ve ölüm gibi pek çok kutup arasında gidip gelen, şaşırtıcı derecede kendinden emin bir ilk roman. O’Connor, Manod’da baştan çıkarıcı ve aldatıcı bir anlatıcı yaratmış: Dünyayı onun gözünden görmeyi çok sevdim ve romanın bitmesini istemedim.” -Maggie O’Farrell, Evlilik Portresi ve Hamnet kitaplarının New York Times çoksatan yazarı “Balinanın Ölümü, sakin, aydınlık bir kusursuzlukla yazılmış, her duygusu özenle işlenmiş, ada hayatının dramını delici bir doğrulukla gözler önüne seren güçlü bir roman.” -Colm Toibin, New York Times çoksatan yazarı “Balinanın Ölümü’nün sessiz ritmi, tutunulan ve salıverilen kaybın derin bir melodisini içeriyor. Büyük bir değişim hakkında zarif ve çetin bir hikâye.” -Anne Enright, Booker Ödüllü yazarı “Büyük bir değişimin eşiğindeki dünyada geçen enfes, çağrışımlarla dolu bir ergenliğe giriş hikâyesi.” -The Observer, 2024 Yılının En İyileri “O’Connor her şeyin eşiğinde bir ruh hali yaratıyor: yetişkinlik, bir topluluğun sonu ve romanın geçtiği zaman göz önüne alındığında savaş. Bu aynı zamanda çatışan ideolojilerin birbirlerine karşı köpürüp kaynadığı bir dönem ve O’Connor tüm bunları ve daha fazlasını en ince ayrıntılarıyla resmediyor.” -Crack Magazine “Akıldan çıkmayacak, telaşsız, sıra dışı bir ilk roman... O’Connor kırsal olanı, izole olanı fetişleştirme eğilimimizi ve bir inceleme nesnesi haline gelmenin ne anlama geldiğini berrak bir bakışla sorguluyor.” -Joanna Quinn, The Whalebone Theater’ın New York Times çoksatan yazarı “Apaçık ve zarif... O’Connor’ın mükemmel ilk romanı ... bir karakterin kendine özgü varoluşunu sahicilikle parıldatan, titizlikle gözlemlenmiş bir yazım örneği.”-Maggie Shipstead, New York Times Book Review
185.00 ₺ -
Mihrican Fırtınası
Mihrican Fırtınası Nazan Bekiroğlu’nun hayata, edebiyata ve sanata dair denemelerini bir araya getiriyor. Yazarın kişisel hayatından izlerin belki de ilk kez bu açıklıkla görülebileceği denemeler bunlar. Bir Mihrican Fırtınası olarak yaşadığı emekliliğe geçişi, yeni kütüphanesini yerleştirmesi, kitapları, defterleri, lise yıllarında tuttuğu günlüğünden alıntıladığı samimi satırlar, sobacılar sokağında bir dükkânda alın terinin kutsallığını hissettiren yaşlı usta ile geçen dakikalar, halı dokuyan kızlar ve başka birçok değiniyle saf insaniyete duyduğumuz özlemi derinden hissettiren yazılar. Ama sadece özlediklerimiz değil, sabır taşımızı çatlatanlar, cingözlüklerinden illallah ettiklerimiz de görüntüye giriyor. Sonrasında ise Mihrican Fırtınası, edebiyata, minyatüre, soyut resme, uygarlık ve insanlık tarihine, İkaros’un düşüşüne, Platon’un mağarasına dair değinilerle son derece zengin bir içerik sunuyor. Başımı kaldırıp benimle hiç ilgisi olmayan bir sahneye bakar gibi bakıyorum olup bitene. Odam toplanıyor, otuz sekiz yıllık yığın ayıklanıyor. Bağ bozumu. Ekim de değil ki!
203.50 ₺ -
Duvarları Yıkmak
Kalpte, zihinde, yüksek yüksek duvarlar örmek yerine, köprüler kurmak gerek dostlar. Ardımız engin bir denizdir, ışıktır. Gelin o duvarları yıkalım ve ışık tüm ihtişamıyla girsin içeri, aydınlatsın gönüllerimizi. Haydi uyanın, uyandırın artık! Tüketim çağı bizi birbirinden habersiz yaşayan bencil bireyler hâline getirdi. İnsanlık olarak kişisel gelişimin üzerine o kadar düştük ki toplumsal ilerlemeyi ıskaladık. Toplumca iyi olmadan, toplum bağlarını sağlamlaştırmadan ulaşılan bireysel gelişme hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bahadır Yenişehirlioğlu Duvarları Yıkmak adlı yeni eserinde topluma, dünyaya, hayata kısacası insana dair çok önemli tespitlerde bulunuyor. Modern dünya sisteminin tüm insanlığa zorbalıkla dayattığı şeyler karşısında elimizde ne tür bir silah var? Günümüz dünyasında aşırı bireyselleşmenin bir sonucu olarak içten içe çürüyen toplumun çaresi ne olabilir? Yenişehirlioğlu, samimi bir sohbetle okuyucuyu duvarları yıkmaya davet ediyor: Bizi insanlıktan uzaklaştıran her duvar yıkılmaya mahkûmdur.
166.50 ₺ -
Jül Sezar
Binanın içine ulaştığında derin bir soluk aldı nihayet, “Uçurumun kenarında kök salmış ve hayatını koruyabilmek için geriye doğru büyümüş bir ağaç gibiyim ben,” diye düşündü. “Tüm bu mücadele, ruhumu doğrultup hayata karşı bir derinlik ve güç kazanmasını sağladı. Etrafımdaki çok az kişi böyle bir hayatın içinden zirveye yürüdü! Benimle uğraşmaya akılları ve güçleri yetmez bunların!” Savaşlar, zaferler, entrikalar, iktidar mücadeleleri… Okay Tiryakioğlu bu destansı romanında, Roma İmparatorluğu’nun en büyük liderlerinden biri olan Jül Sezar’ın aksiyon ve drama dolu hayatını anlatıyor. Sezar’ın gençlik yıllarından başlayarak askeri ve siyasi yükselişine, senato mücadelelerine ve nihayetinde trajik ölümüne kadar olan süreci aktarıyor. Güçlendikçe daha da büyüyen komplolara karşı büyük imparatorun sadece askeri dehâsıyla değil, stratejik zekâsı ve kararlılığıyla da rakiplerini alt edişini ortaya koyuyor. Bu roman, Roma İmparatorluğu’nun en görkemli dönemlerinden birindeki askeri ve politik mücadeleleri sunarken Sezar’ın kişisel trajedisini de gözler önüne seriyor. Eserleri sekiz dile çevrilen, Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, "günümüzün Peyami Safa"sı olarak anılan Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden dünya tarihinin en ünlü ve tartışmalı liderlerinden birisi olan Jül Sezar’ın nefes kesen hikâyesi…
277.50 ₺ -
Şair Nigar Hanım
Şâir Nigâr Hanım. Yahut eserlerine attığı imza ile Nigâr binti Osman. Adını açıkça sahiplenen şiirleriyle edebiyatımızın ilk “kadın” şâiri. Yirmi beş yaşından başlayıp hayatının sonuna kadar yazmayı sürdürdüğü günlüğüyle Türk edebiyatının en uzun günlük yazan kadın yazarı. Şâir Nigâr Hanım, sadece yazar kimliğiyle değil, döneminin seçkinlerinden oluşan geniş sosyal çevresi ve kişisel hikâyesiyle de çok önemli bir portre. Bu portreyi en ince ayrıntılarıyla günümüze taşıyan, Nigâr Hanım deyince akla gelen ilk kişi ise şüphesiz Nazan Bekiroğlu. Nazan Bekiroğlu 1995 yılında doçentlik tezi olarak hazırladığı Şâir Nigâr Hanım çalışmasını yıllar sonra büyük bir özveriyle adeta yeniden yazdı. Nigâr Hanım’la ünsiyetini akademik çalışmanın çok ötesine taşıyan Bekiroğlu, dört başı mamur bir edebî portre ortaya koyarken Nigâr Hanım’ın eserleriyle yaşamı arasındaki çok yönlü ilişkilere işaret eden, salonundan geçmiş kişilere varıncaya kadar hayatı ve edebiyatıyla ilgili en küçük ipuçlarını dahi yakalayan bir dikkatle edebiyat araştırmacıları için eşsiz bir çalışma örneği sundu. Nigâr Hanım’ın eserleri ve günlüklerine ilâveten bugüne intikal bütün evrakın, kişisel arşivlerin, şâirenin aile fertlerinin özel koleksiyonlarının, kartpostalların, ithaflı fotoğraf ve kitapların, fotoğraf albümlerinin ve muhtelif eşyanın izinde geçen yılların semeresi olarak ortaya çıkan bu önemli eser “gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yeni baskı”sıyla yeniden raflarda. “Nigâr Hanım sentezci değil eklektik bir kimliktir. Onda Doğu ve Batı öncelik sonralık sıralamasına alınmadan bir arada başlar, öylece devam eder ve öylece biter. Onunki, Doğulu gibi yaşamak ama Batılı gibi düşünmek değil; Doğulu gibi yaşamak ve Batılı gibi düşünmektir. Bu yönüyle eğer bir şarkıysa, güftesi Garplı, bestesi Şarklıdır.”
518.00 ₺ -
Zavallı Şey
Kendi halinde sessiz sakin bir delikanlı olan Oskar, daha çocukken kendini Blumların çiftliğinde her işe koştururken bulur. Hayatı küçücük odası ve kan ter içinde çalıştığı araziden ibaret delikanlı, günün birinde ormanın derinliklerinden çıkıp gelmiş, paçavralara sarılı, kir pas içinde, bir deri bir kemik kalmış bir çocuk görür. Bu görüntü adeta zihnine kazınır; onu korkutur fakat bir yandan da merakını uyandırır. İptidai bir av düzeneği kuran delikanlı, bu çocuğu tuzağa düşürüp eve götürür. Derdini anlatmaktan aciz, vahşi bir hayvandan hallice bu zavallı şey, Oskar’ın ilgisi ve şefkatiyle günden güne gelişmeye başlar. Garson ve Biz Beş Kişiyiz’in yazarı Matias Faldbakken’in dâhi kaleminden ihmal ve şefkate, dışlanmaya ve bağ kurmaya, travmaların kökenine dair tekinsiz bir masal: Zavallı Şey… “Faldbakken cadı iksirinden bir roman çıkarmış ortaya... Metin hem klişelerle hem de mecazlarla oynuyor -ve güzeli ve acıyı güçlü bir karışım formunda, ironik ve dobra bir tavırla aynı anda sunuyor. ... Böyle bir dil ve yoğun bir dürtüyle yazar, bilhassa keyifli bir macera yaratmış.” –Dag og Tid “Zavallı Şey içimde Agota Kristof’un acıyı ve şefkati aynı dolaysız ve özgün sesle anlattığı Büyük Defter’inden bu yana hiçbir kitaptan almadığım duygular uyandırıyor.” –Göteborgs-Posten “Okuduğum bir kitaptan gerçekten keyif aldığım nadirdir. Bu kitapta gerçek bir yaratıcılık coşkusu hâkim. Daha orijinal ve heyecan verici bir proje için uzun süre aramanız gerekecek -Faldbakken'in bir önceki romanı, aynı derecede keyifli, büyülü ve vahşi Biz Beş Kişiyiz dışında.” –Thula Kopreitan, Yılın En İyi Kitapları
173.90 ₺ -
İsimsiz Kafe
1966, Viyana. İkinci Dünya Savaşı’ndan yirmi yıl sonra şehir küllerinden doğarken sezonluk işçi Robert Simon da bu heyecana kapılır ve bir dükkân kiralayıp kendi kafesini açar. Ne var ki pek de sıradan bir işletme olmayacaktır burası; mekânı gündelik hayatlarının bir parçası haline getiren mahalleli ve beraberinde getirdikleri hikâyeleri, dönemin Viyana’sına ve değişen Avrupa’ya dair derin izler sunar. İnsanlar gelir ve yanlarında özlemlerini, kayıplarını, aşklarını, yoksulluklarını, beklenmedik mutluluklarını getirir. Bazen keder dolu gözyaşları, bazen de ümit dolu kahkahaların yankısında şehir yeniden hayat bulur. İsimsiz Kafe, yola çıkma dürtüsüne dair bir roman. Robert Seethaler, gündelik hayatın detaylarını izi belleğimizde uzun süre yer edecek karakterlerin gözünden işleyerek sonu şimdiden belli “yeni dünya”nın hikâyesini anlatıyor. Regaip Minareci’nin çevirisiyle... “[Seethaler] karakterlerinin bir resmini çiziyor, ama çokça empatiyle. Bu, onun ustalaştığı bir sanat: küçük insanlar hakkında büyük hikâyeler anlatmak.” –dpa “Robert Seethaler, Almanca edebiyatın büyük zanaatkârı.” –The World “Robert Seethaler yeni romanında, hayat hikâyelerini saf varoluşa indirgeyerek anlatma konusundaki özel yeteneğini sergiliyor: Hayatta kalmaya dair bir roman bu; aşka, güce ve ölüme dair bir roman.” –NDR Kultur
214.60 ₺ -
Kader Oyunu
Özgürlüğün anlamını çok iyi biliyordum ancak kıymetini öğrenmek için geç kalmıştım... İnsanın ne kadar kendinden emin planları olursa olsun kaderin de mutlaka kendi ağlarını ördüğü bir planı vardır. Ergün, başarı ve şöhret merdivenlerini hızla tırmanan bir avukat iken bir gün başına büyük bir felaketin geleceğini nereden bilebilirdi ki? Eşine söylediği pembe yalanlar yüzünden kendini iyice çıkmaz bir yola sokan Ergün, yeni doğmuş bebeği Umut’un yanında olması gerekirken hiç ait olmadığı bir yerde başına gelen bu olmadık beladan nasıl kurtulacağını düşünmektedir. Bu büyük felakette herkes ve her şey Ergün’ün karşısındayken ona inanan can dostlarıyla eşi Hilal, Ergün'ün bu felaketten kurtulması için ellerinden geleni yapacak ve kendilerini amansız bir dedektiflik macerasının içerisinde bulacaklardır. Sosyal medyada hayata dair paylaşımlarıyla öne çıkan Avukat Ergün Kazanır’ın kaleminden, Lohusa Şerbeti'nden sonra yepyeni bir roman daha! Bu romanda macera, polisiye, aile ve dostluk gibi temalar tek bir kurguda birleşiyor. Gerçek yaşamın içinden, azimli bir avukatın bir solukta okunacak hikâyesi!
148.00 ₺ -
Diken ve Karanfil
"Bu kitap temelde gerçeklere dayanıyor olsa da anlatılanlar ne yalnızca benim ne de belli bir şahsın hikâyesidir. Her Filistinlinin metinde geçen olaylarla şu ya da bu şekilde bir bağı vardır. Bu eserdeki hayal gücü, sadece bir romanın gerektirdiği şartları sağlamak için, belli başlı kişiler etrafında şekilleniyor. Geriye kalan her şey, gerçek vakalardan izler taşıyor. Anlattıklarımın hepsini ya bizzat yaşadım ya da onlarca yıldır sevgili Filistin topraklarında bunları bire bir yaşayanların ağzından dinledim." Yahya İbrahim Sinvar / Bi'rü's-Seb'e Zindanı, 2004 Filistin direnişinin en önemli isimlerinden olan Yahya Sinvar, çeyrek asırlık hapishane günlerinde kaleme aldığı "Diken ve Karanfil" adlı bu eserinde; şahsî hatıralarını, acılarını ve umutlarını, Filistin halkının benzersiz ve upuzun hikâyesiyle iç içe aktarıyor. Roman özellikleri taşımasının yanında bir otobiyografi yahut hatırat olarak da okunabilecek eserde, 1967'deki Altı Gün Savaşları'nda yaşanan ağır yenilgiden, Aksâ İntifadası'nın bölgeyi sarstığı 2000'li yıllara kadarki süreçte Filistin halkının kesintisiz ve çok yönlü mücadelesinin temel ve kritik aşamaları ele alınıyor. İşgal zindanlarında ve esaretin karanlığında, gardiyanların gözlerinden ve cellatların kirli ellerinden gizlenmeyi başararak gün yüzüne çıkan kitapta; ardı arkası gelmeyen saldırılar, göçler, acılar, mahrumiyetler, özlemler, kıyımlar ve ara sıra yüzleri güldüren sevinçler, içeriden bir gözle ve cerbezeli bir anlatımla sunuluyor.
266.00 ₺ -
Böcekleri Seven Kadın
1600’lü yıllarda dünyaya gelen Maria çocukluğundan beri böceklerle haşır neşir olmakta ve sanatla ilgilenmektedir. Etrafındaki dünya değişirken Maria böceklerin evrelerini resmetmeye, onlarla ilgili kayıtlar tutmaya başlar. Bu ilgi sadece böceklerle sınırlı kalmaz, aynı zamanda bitkilerin dünyasını da çizgilerine dahil eder. Hollanda’dan Japonya’ya, Japonya’dan Berlin’e uzanan bir yolculuktur onunkisi. Larvanın tırtıla, tırtılın kelebeğe evrilmesi misali Maria da kendini dönüştürür, yıllarca yaşar, çağları aşar ve kendi kozasını örmenin peşine düşer. Böcekleri Seven Kadın, her şeyden önce önüne konan engellere rağmen kendi yolunun ve tutkularının peşinden giden bir kadının özgürleşme hikâyesi. Okuru cadı avı döneminden günümüz Berlin’ine büyüleyici bir yolculuğa çıkaran zarif bir roman… “Ahava dili ustaca kullanıyor. Okuru mikroskobik detaylara yaklaştırıp bir tırtılın titreyişini, kelebek kanadının dokunuşunu hissettiriyor. Böcekleri Seven Kadın, dili, kurgusu ve yapısı itibariyle son derece etkileyici ve alkışlanacak bir edebiyat deneyimi sunuyor. Gerçek dünya edebiyatı budur. Bilginin, özgürlüğün, karakter gelişiminin büyük kırılımları katman katman açılıyor. Olağanüstü güzel bir roman.” -Anni Saari
222.00 ₺ -
Tutkular Keder Oldu
Olgunlaşması gereken ruhlarımız niçin birbirini yiyor? Topluca tekâmül edecek yerde niçin birbirinin kuyusunu kazıyor? Onları bu hâle kim getirdi? Hangi mikrop el uzandı ruhların dünyasına? Hangi canavarın dişleri takıldı yüreklerimize? Kimin dünyası bu? Sürgün edilenlerin mi, sürenlerin mi? Doğuştan temiz olan insan ruhunu kim kirletti? 1980 darbesinin arifesinde anarşi ve kaosun hüküm sürdüğü yıllar… Karşıt görüşteki grupların çatışmaları yüzünden üniversitede okumanın, hayatın giderek zorlaştığı zamanlar… Erzurum’da üniversite çatısı altında yolları kesişen, dostluğu ve düşmanlığı aynı anda tecrübe eden, bu vesileyle gerçek hayatı öğrenen bir grup genç… Fakültedeki öğrencilerin hayran olduğu Nalan, davaları uğruna her şeyi yapmayı göze alan Rasim ve Musa… Onlara nazaran daha sakin ve temkinli, her koşulda hakkı ve sabrı tavsiye eden Mehmet Fuat… Ve tüm bunların ortasında rüzgârın estiği yöne savrulan, mazlum, yoksul, öfkeli ve sabırsız Zülküf… Daha rahat bir hayat sürmek için her yolu deneyen, sevdiği kıza kavuşmak uğruna devamlı taviz veren, kapıldığı hayallerin peşinden hiç usanmadan koşan, yaptığı yanlış seçimlerin bedelini her defasında çok ağır ödeyen, geleceğini heba eden Zülküf… Nurullah Genç'in kendi yaşam öyküsünden esinlenerek yazdığı, ödüllü ilk romanı Tutkular Keder Oldu, ülkemizin oldukça zor günlerden geçtiği bir dönemde, genç yüreklerin hayallerini dahi çepeçevre kuşatan karamsarlık, hüzün ve öfkeye karşılık ümit, sabır ve zorluklarla mücadeleyi samimi bir dil ve eşsiz bir kurguyla hatırlatıyor.
148.00 ₺ -
Hilkat Garibeleri
Ölüm her halükârda yaşamak arzusundan doğmalı, hayatın üzerinde yükselmelidir. Gerçek bir hayata sahip olmayanın gerçek bir ölümü de olmaz. Toparlayınız kendinizi! Uzun ve zorlu bir mesai bekliyor bizi. Ölüm zaten cebimizdedir. Şimdi bizler onun yanına hayatı katmak için uğraşacağız. Kırklı yaşlarına erişmesine rağmen istediği başarıya ulaşamamış bir akademisyen olarak İstanbul’un ücra bir semtinde, evlenmesi için baskı yapan yaşlı annesi ve evde kalmış ablasıyla birlikte yaşayan Şâkül, umutsuz hayatı ve sıkıcı memuriyeti içinde tıkılıp kalmıştır. Şâkül’ün hayatı, Ferruh Dora isimli idealist ve başarılı bir bilim insanının fakülteye gelmesiyle hareketlenir. Böyle muhteşem bir dehanın kıytırık bir üniversitede ne işi olduğunu sorgulayan Şâkül, Ferruh’un parlak kişiliğinden ve engin birikiminden etkilenerek kendini onun çalışmalarına ve fikirlerine adar. Ancak Ferruh’un “Bir Adam Yaratmak” isimli projesi ve ekibinin davranışları şüphe uyandırır. Fakültede işlenen cinayetlerle eşzamanlı İstanbul’da bir canavar ortaya çıkar. İpuçlarının peşine düşen Şâkül, çok daha büyük ve korkunç olaylar zinciriyle karşı karşıya kalacaktır... Yermük ve Trafalgar Baldır Bacak İşleri’nin yazarı Serdar Uslu’dan, heyecanlı ve sıradışı kurgusuyla Türk gotik edebiyatına yeni bir soluk: Hilkat Garibeleri.
129.50 ₺ -
Altmış Öykü
Altmış Öykü, Dino Buzzati’nin masalsı ve gizemli dünyasına kısa bir bakış gibidir. Gündelik hayatın birer yansıması olan bu öykülerde olay örgüsü aniden canlanır, atmosfer gerçeküstü bir hal alır ve şaşırtıcı olaylar gerçekleşir: Brahms’ın senfonisini yönetmek için hazırlanmış dâhi maestronun seyircisi aniden salonu terk eder; bir âşık, sevdiği kadına mektup yazarken toplantı talepleriyle, telefon görüşmeleriyle bölünür; mesaisine yetişmeye çalışırken arabasına park yeri arayan bir adam şehirden gittikçe uzaklaşır; efsanelere konu olmuş ejderhayı görmek için bir Kont keşif gezisine çıkar. Buzzati her zaman olduğu gibi insanlık hallerine odaklanır; varoluşun gizemi, insanın kader karşısındaki huzursuzluğu, ölüm, yalnızlık, hastalık gibi motifleri karanlık ormanlarla, bilinmez şehirlerle, ıssız dağlarla buluşturur. Italo Calvino’nun "zamana en iyi dayanmış yazarlarımızdan biri" olarak nitelendirdiği, yirminci yüzyıl edebiyatının tartışmasız en iyi isimlerinden olan Dino Buzzati’den yaşamın anlamını düşündürecek öyküler… “Gelecek nesillerin asla unutmayacağı isimler vardır şüphesiz. Dino Buzzati de bunlardan biri.” Jorge Luis Borges
222.00 ₺ -
Nakil
Türk edebiyatının usta kalemlerinden Halid Ziya Uşaklıgil, henüz çocukken Gedikpaşa Tiyatrosu’nda seyrettiği oyunlar vesilesiyle Fransız kültürü ve edebiyatıyla tanışır; bu tanışıklık İzmir Rüşdiyesi’nın sıralarında öğrenciyken Fransızca dersine duyduğu sevgiyle daha da ileri bir boyuta taşınır. Yine bu esnada yazar, özel hocası Auguste de Jaba’nın etkisiyle ilk tercümesini yapar; önceleri Jaba’nın seçtiği kitapları tercüme ederken bir süre sonra bağımsız devam eder ve tercümeye duyduğu tutkuyu şu sözlerle dile getirir: “Artık delice bir hevesle, birini bırakıp ötekine koşarak, bir oyuncak dolu masanın önünde kendisini şaşırmış bir çocuk hâliyle tercümeler yapmaya başladım.” Halid Ziya Uşaklıgil’in Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, Émile Zola gibi Fransız edebiyatının önde gelen kalemlerinden tercüme ettiği öykülerle kendi öykülerini bir araya getirdiği ve çiçeği burnunda bir yazarın hikâye anlatmanın her yönüne duyduğu derin tutkuyu gözler önüne seren eşsiz eseri Nâkil, eksiksiz olarak ilk kez gün yüzüne çıkıyor...
203.50 ₺ -
Edep Yâ Hû
Münevver Ayaşlı’nın ilk olarak 1984’te yayımlanan eseri Edep Yâ Hû, Osmanlı sarayındaki âdet ve merasimler, Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışı gibi dönemin önemli olayları, saray mutfağına ilişkin ilgi çekici teferruatlar ve devrin meşhur isimlerine dair hikâyelerden oluşuyor. Kitabın “Merak” adlı ikinci bölümünde ise Münevver Ayaşlı’nın 1967-1972 yılları arasında Yeni İstanbul ve Babıâli’de Sabah gazetelerinde neşredilmiş yazıları bir araya getirildi. Üç aylar, mübarek gün ve geceler, çeşitli din büyüklerinden bahislerle başlayan bu makaleler, Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfus’u, İmam Gazali’nin Kırk Esas’ı ve klasikleşmiş birçok başka dinî eserden alıntılar, ayrıca Asr-ı Saadet’ten pek çok hikâye ve ilginç anekdotlar içeriyor. Edep Yâ Hû hem artık baskısı bulunmayan bir kitabı gün ışığına çıkarması hem de Ayaşlı’nın dağınık haldeki pek çok yazısını bir kitapta toplaması açısından son derece değerli bir çalışma.
166.50 ₺ -
Rumeli ve Muhteşem İstanbul
"Bu yazılar, ne bir saray masalı, ne bir sultan-damat hikâyesidir. Bu yazılar, kaybettiğimiz dünyamızın ve insanlarımızın hayat hikâyesidir. Bugün gençlerimizin birçoğu, altı yüz sene vatan bildiğimiz Rumeli’ni bilmezler bile. Rumelili, kibirli ve asalet iddiasındadır. Neden olmasın? En mütevazı Rumelili'nin altı yüz senelik bir mazisi vardır. Rumeli’nin bir tek asalet fikri vardır: 'Evlad-ı Fatihan' olmak." Köklü aile yapısından devraldığı kültür mirasıyla birçok önemli ismi yakından tanıyan Münevver Ayaşlı’nın hem hatırat edebiyatımıza hem de tarih ve kültürümüze en büyük katkısı bu mirası yazıya geçirmesidir. Devraldığı Osmanlı kültürü ve estetiğiyle birlikte, sadece Rumeli ve İstanbul hatıralarını değil; tarih, kültür ve felsefesini de paylaşır okurlarıyla.
111.00 ₺ -
Can
Can. Bu, vaktizamanında zengin beyler tarafından onlara verilen ortak bir lakaptı, zira can ruh demektir; kırılan garibanların ise ruhlarından, yani hissetme ve acı çekme kabiliyetlerinden başka hiçbir şeycikleri yoktur. Velhasıl “Can” sözcüğü, zenginlerin fakirlerle alay etmesi anlamına gelir. Beyler, ruh denen şeyin sadece çaresizlik olduğunu düşünürlerdi, oysa kendileri de candan kırılıp gitmişlerdi; kendi canları, hissetme, çile çekme, tefekkür ve mücadele etme yetenekleri azdı: Bu, yoksulların servetiydi... Müdanasız gerçekçiliğiyle yaşadığı dönemde Sovyet rejiminin sansürüne maruz kalsa da gördüklerini kendine özgü tavrıyla dile getirmekten hiçbir zaman çekinmeyen Andrey Platonov’dan yaşama, inanca ve ilkelere dair bıçak gibi keskin bir roman: Can... “Çağımıza şöyle bir bakıyor ve şu isimlerle hatırlanacağını düşünüyorum: Marcel Proust, Franz Kafka, Robert Musil, William Faulkner, Andrey Platonov ve Samuel Beckett.” –Joseph Brodsky “Platonov sadece kendi kuşağının sesi değil, aynı zamanda idealizmin kusurlarının gerçekleşmiş hayallerini gölgede bırakmaya mahkûm olduğu konusunda bizi uyaran bir bilge.” –The Washington Post “Can, tüm büyük eserler gibi kaynağını tecrübe ve özlemden alıyor... Özlem öyle yoğun ki satırların arasından parlıyor.” –George Szirtes
129.50 ₺ -
Asker İle Cemre
Bir yanda, ilahi aşkı bulmak için mecazi aşkın kıyılarında gezinen bir delikanlı: Hafız Ali Osman... Diğer yanda ise, hayatına yepyeni bir yön vermek üzere çıkış yolu arayan iyimser bir genç kız: Cemre... İki genç arasında yavaş yavaş büyüyen, benzersiz bir aşk hikâyesi ile bu topraklarda yaşanan her türlü vakada olduğu gibi yaşanan çelişkiler, tesadüfler ve gündelik heyecanlar... Üstelik eski Türk musikisinin o unutulmaz nağmeleri, tasavvuf sohbetleri ve siyaset eşliğinde... Bir kurgu ve anlatı ustası olan Ömer Lütfi Mete'den, bildiğimiz aşk romanlarının çok dışında bir aşk romanı. Çok katmanlı, akıcı ve her okumada farklı anlamlar vaat eden derinlikli bir hikâye. “Hafız... Sen hakiki aşka ulaşmak için kendini Cemre’den mahrum etmenin şart olduğunu mu düşünüyorsun hâlâ? Hayır, sen hâlâ kendi derdindesin. Her bakımdan... Hâlâ senin senliğin devam ediyor. Sen hâlâ varsın... Sen hâlâ var isen, aşkın hiçbir çeşidi yok demektir.” “Peki ama efendim, benim yok olmam için Cemre’nin tamamen silinmesi gerekmiyor mu?” “Bak Hafız, bu çok basit... Marifet nerde biliyor musun? Marifet bir tane değil, milyon tane Cemre’ye rağmen ve onlarla beraber aşkın hakikisine ulaşabilmektir. Hiçbir şeyle ilgisi olmayanın, bütün ilgisini Allah’a yönlendirmesi marifet değil ki. Marifet Cemre’lerle, Eşref’lerle, Ömer’lerle beraber; onları da severken Allah’ta yok olabilmek...”
166.50 ₺ -
Monanın Gözleri (Şömizli)
52 hafta, 52 sanat eseri ve bir dede-torun hikâyesi: Mona’nın Gözleri On yaşındaki Mona görme yetisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Doktorlar hastalığın gizemini araştıradursun, Mona’nın sanatsever dedesi Henry Vuillemin’in biricik torunu için bambaşka bir reçetesi vardır: Her hafta çarşamba günü buluşacak ve birlikte Paris’in en büyük üç müzesini (Louvre, Orsay, Beaubourg) keşfe çıkacaklardır. Böylelikle Henry’nin planına göre Mona bir gün karanlığa yenik düşse bile zihninin derinliklerinde güzelliği ve cesareti saklayan görsel bir hazinesi olacaktır. Dede-torun bir yandan tarihe iz bırakmış pek çok sanatçının eserlerini çözümleyip tartışırken diğer yandan hayal kırıklığı, yas, aşk, özgürlük, birey olmak gibi hayatın tüm renklerini ve meselelerini sanatın perspektifinden öğreneceklerdir. Leonardo da Vinci, Rembrandt, Johannes Vermeer, Francisco Goya, Frida Kahlo, William Turner, Gustave Courbet, Édouard Manet, Claude Monet, Edgar Degas, Paul Cézanne, Vincent Van Gogh, Gustave Klimt, Raphaël, Camille Claudel, Marcel Duchamp, René Magritte, Pablo Picasso, Marina Abramovic ve çok daha fazlası bu yolculukta onları beklemektedir. Sanat tarihçisi Thomas Schlesser, güçlü duygularla çevrili bu evrensel masalda okuru görmeyi öğrenmeye davet ederken sanatın insanın anlam arayışındaki vazgeçilmez yerini yeniden hatırlatıyor. “Tüm dünyanın okumak için can attığı kitap.” – Le Figaro “Güzelliğe ve bilgeliğe bir övgü.” – Le Parisien
277.50 ₺ -
Empusyon
Eylül 1913. Birinci Dünya Savaşı arifesinde tüberkülozdan mustarip Mieczysław Wojnicz tedavi amaçlı Görbersdorf kasabasındaki bir sağlık merkezine, Avrupa’nın dört bir yanından hastaları ağırlayan Beyler Konukevi’ne gelir. Her gün hastalarla yemek salonunda toplanıp dönemin büyük meselelerini tartışırlar: Savaş çıkacak mıdır? Monarşi mi yoksa demokrasi mi daha iyidir? Şeytanlar var mıdır? Kadınlar doğuştan aşağı varlıklar mıdır? Bu sırada konukevinde ve çevresinde tuhaf şeyler ardı ardına yaşanmaktadır. Birileri ―ya da bir şey― onları izliyor, bu kapalı dünyaya sızmaya çalışıyordur. Erkekler konukevinin çevresinde yaşanmış tuhaf olayları dinledikçe günbegün korkularına yenik düşerler. Wojnicz hem kendi gerçeklerini hem de dört yanını kuşatan uğursuz güçlerin gizemini çözmeye çalışırken onların bir sonraki hedeflerini çoktan seçtiklerini fark etmez. Olga Tokarczuk okurunu ilk sayfasından itibaren yükselen ritmi ve gerilimiyle merak uyandırıcı, büyülü ―yer yer rüya gibi― bir yolculuğa çıkarırken insan varoluşunun temel sorunlarını ve toplumsal cinsiyet rollerini masaya yatırıyor. Büyülü Dağ’ın yayımlanmasından bir asır sonra Olga Tokarczuk, Thomas Mann’ın topraklarını yeniden ziyaret ediyor ve doğa-insan, yaşam-ölüm gibi izlekleri felsefesiyle harmanlayarak bu topraklara sahip çıkıyor. Empusyon, Olga Tokarczuk’un Nobel Ödülü’nden sonra merakla beklenen ilk romanı… “Muhteşem bir yazar.” ―Svetlana Alexievich “Tokarczuk ile birlikte, Nobel sadece bir kadın yazarı seçmedi, yüzyılının sesini seçti. Olga Tokarczuk, şiirsel üslubu ve akılda kalan hikâyeciliğiyle dönemine iz bırakan bir yazar.” ―Didier Jacob, L’Obs “Empusyon, sadece kadın şovenizminin bir eleştirisi olarak değil, aynı zamanda modern toplumlarda dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri aracılığıyla insanları hâlâ damgalayan baskı biçimlerinin bir eleştirisi olarak da okunabilir. Bu roman, okuru kendini güvende hissetmeye alışkın olduğu alanların çok ötesine taşıyan bir hayal dünyasına davettir.” ―Onet Kultura
259.00 ₺ -
Bana Yarınları Anlat
Daha yirmi sekizinde çiçeği burnunda bir savcı: Zehra... Cesur ve günahtan korkan, adaleti zedelemekten çekinen tavrıyla bazılarını öfkelendirse de anlamlı ve tehditkâr bakışlara katiyen pabuç bırakmıyor. Yıllanmış bir düşmanlığın gölgesinde yaşayan iki belde: Ören ve Çınarlı... Ve hayatları geçmişin sancılarıyla lekelenmiş, kaçınılmaz ayrılıklara mahkûm edilmiş insanları... Kimi çevirdiği dolaplarla gününü gün ederken kimi hayatın onun da yüzüne güleceği anı bekliyor. Zehra'nın gelişi dengeleri nasıl değiştirecek? Yıllardır gün yüzü görmeyen sırlar nihayet açığa çıkacak mı? Ya kalbimiz, en dara düştüğünde bile umutla atmaya devam eder mi? Elli yılı aşan yazarlık kariyeri boyunca eserleriyle okurun kalbinde derin izler bırakan Ahmed Günbay Yıldız'dan suç ve masumiyet kavramları üzerine yüreklere işleyecek yepyeni bir roman: Bana Yarınları Anlat...
199.80 ₺ -
Kıyamet Anahtarı
Fatih Camii’nin bahçesinde meydana gelen göçüğün derinliklerinde efsanevi Havariyyun Kilisesi’ne çıkan bir dehliz keşfedilir. Eşini acı bir kazada kaybettikten sonra Asperger sendromlu küçük oğluyla hayata tutunmaya çalışan arkeolog Aras, burada ekibiyle yaptığı çalışmalar sonucunda gizemli bir oda ve eşsiz eserlerle karşılaşır. Bu tarihî eserler Hristiyanlık tarihini baştan sona değiştirebilir, uluslararası krizlere sebebiyet verebilir, hatta belki de dünyanın sonunu getirecek savaşların çıkmasına neden olabilir... Aras bu eserleri koruması gerektiğinin farkındadır fakat işler beklediği gibi gitmez. Artık hem kendisinin hem de sevdiklerinin hayatı tehlike altındadır. Binlerce yıldır hemen her ülkede farklı biçimlerde faaliyet gösteren, Vatikan’a da sızan uluslararası bir örgüt de bu eserlerin peşindedir ve amaçlarına ulaşmak için her türlü kötülüğü yapmaktadır. Aras, ipuçlarını, tarihi, mimariyi, coğrafyayı, geçmişi ve en önemlisi, oğlunun sandığı görünce söylediklerinin peşinde gerilim dolu sürükleyici bir maceraya atılır. İstanbul’un sokaklarından yer altı dehlizlerine, Vatikan’dan Roma’ya, Konstantinopolis’ten Yedi Kilise bölgesine uzanan bu kovalamacada zamana karşı yarışan Aras aynı zamanda sevdiklerinin canını da korumakla yükümlüdür. Hakan Sökmen, yeni romanı Kıyamet Anahtarı’yla okuru tarih, mitoloji, komplolar eşliliğinde, gizemli ve heyecanlı bir yolculuğa davet ediyor.
148.00 ₺ -
Malma İstasyonu
Bir tren, enfes bir yaz manzarasında hızla ilerliyor. Yolcular arasında evliliklerinde kriz yaşayan bir çift, bekâr bir baba ve küçük kızı ile annesinin geride bıraktığı gizemin cevabını arayan bir kadın var. Hepsi Malma İstasyonu’na gidiyorlar ve ne onlar ne de okur kaderlerinin nasıl iç içe geçtiğini, nasıl görünmez ağlarla birbirlerine düğümlendiklerini biliyor. Esrarengiz Harriet, kontrol tutkunu Oskar ve arayış içindeki Yana –her biri, noktaları birleştirmeye çalışırken bir önceki zamanın izlerini taşıyor. Kuşaklar üzerinden yalnızlıklar, travmalar ve psikolojik bagajlarıyla tamir edilemez ilişkilerin dağıttığı bir ailenin hikâyesi Malma İstasyonu. Kendine özgü kurgusuyla zamanda hızla ilerleyen bir tren Malma İstasyonu; her bölümü bir sonrakine eklemlenen bir kompartıman. Alex Schulman, miras geçmişin izini sürerek ebeveyninin hatasını yüklenmek zorunda kalan çocukların hikâyesinin peşinde yine… “Alex Schulman ikinci romanı Malma İstasyonu’nda yine çocukluğunun travmalarına dönüyor: Güvensiz babalar, yok anneler, yabancılaşmış çocuklar. Her şey iktidarsızlık, ulaşılamazlık ve kayıp soluyor. [...] Schulman kendini yürek parçalayıcı bir şekilde, sürekli babasını gözlemleyen ve onun için her şeyi ‘daha iyi’ yapmak isteyen küçük, melankolik Harriet’ın yerine koyuyor.” –Parool “Çok az erkek yazar kadınları, Schulman’ın erkekleri tasvir ettiği kadar iyi tasvir etmeyi başarabilir. Çok azı onun Malma İstasyonu’nda yaptığı gibi karmaşık bir ağ örebilir, ipleri doğru sırada ve doğru hızda çözerek okurun duygularını başından sonuna kadar dinamik tutabilir. Kalbim hızla çarpıyor, nefesim kesiliyor ve tüylerim diken diken oluyor. [...] Bugüne kadar okuduğum en can yakıcı hikâyelerden biri.” –Dagbladet
203.50 ₺ -
Bir Sinir Sistemi Romanı
Ella, doktora teziyle mücadele eden bir astrofizikçidir, hem kişisel hem de politik trajedilerle dolu geçmişin yükünü taşır. Kocası El, devlet şiddeti mağdurlarının vakalarını çalışan bir adli tıp uzmanıdır. Yazma tıkanıklığından bunalan Ella, kendini hasta olmayı dilerken bulur; böylece tezinde ilerleme kaydedememesine bir mazeret bulacaktır. Daha sonra doktorlarca teşhis edilemeyen gizemli semptomlar yaşamaya, sinir sistemini etkileyen ağrılar çekmeye başlar. Ella’nın kaygısı arttıkça geçmiş girdap misali güçlü bir çekim etkisi yaratır ve ailenin diğer üyeleri hikâyenin odak noktasına yerleşir: Dul Baba, Üvey Anne, Üvey İkizler ve Öz Abi. Her birinin kendine has hastalık ve şiddet deneyimleri, onları hem bir arada tutan hem de atomize eden sistemleri açığa çıkarır. Sinir sistemiyle galaksiler ve yıldızlar arasındaki paralelliği incelikli bir anlatı formunda sunan bu roman, bir ailenin sevgi, kırgınlıklar, sırlarla dolu hikâyesini Şili’nin çalkantılı politik geçmişine yaslanarak anlatan bir eser. “Meruane, yetkinliğiyle göz dolduran yeni nesil Şilili yazarların en iyilerinden.” -Roberto Bolaño “Lina Meruane, Bir Sinir Sistemi Romanı’nda edebiyat ve hastalık tartışmalarını kuşatan kalıpları altüst ediyor... Kendi sinir sistemimiz gibi dendritik bir yapıya sahip bu roman, kendi sinirsel bugünümüzü okumamıza olanak sağlıyor.” -Alia Trabucco Zerán “Burada Meruane’nin yazarlığı vadettiğini gerçekleştiriyor ve cüretkâr metaforik oyunlarla zirveye yerleşiyor. Böylece bir atom bir galaksiye, bir hastane bir devlete, hasarlı bir organ bir ülkeye, bir sıfat bir kansere, bir aile bir kozmosa ve kozmosun entropisi kişisel bir meseleye dönüşüyor.” -El País
177.60 ₺ -
Açlık
Knut Hamsun modern edebiyatın ruhun mücadelelerini ifade etmesi gerektiğine olan inancını, çarpıcı modern başyapıtı Açlık’ta gözler önüne serer. İlk kez 1890 yılında Norveççe olarak yayımlanan ve Hamsun’un yazar olmadan önce yaşadığı yoksulluğa ve bu süreçteki tecrübelerine dayanan Açlık, Norveç'in başkenti Kristiania sokaklarında yiyecek arayan isimsiz bir genç adamın hikâyesini anlatır. Açlıktan ölmek üzere olan bu genç, dış dünyaya karşı sağlam durmaya ve rasyonellik yanılsaması yaratmaya çalışsa da iç dünyası giderek daha rahatsız ve kuruntulu bir hal alır. Başkalarına karşı naziktir, sahip olduğu az şeyle bile oldukça cömerttir ama aynı zamanda kendini geçindirmek için iş bulmayı reddeder; açlık çektikçe zihni de bedeni de daha da hastalanır. Açlık, yoksulluğun ve umutsuzluğun yakıcı bir portresinin yanı sıra modern kent yaşamı ve büyük şehirlerdeki yoksullar için işlerin ne kadar çaresiz hale gelebileceğine dair keskin bir sosyal tablo ortaya koyar. Nobel Edebiyat Ödüllü Hamsun, bu modern klasik eseriyle yazarlık kariyerinde sivrilecek bir yapıt ortaya koyar. “Çağımızın yazarları arasında, orijinal yaratıcılık yönünden Hamsun’u kenara itebilecek tek bir kişi bile göremiyorum. Üslubu dış görünüşüyle ihtişam ve süsten uzaktır. Güzellik onun sadeliğinde gizlidir... Anlatırken felsefe yapar. Ama onun önceden ne diyeceğini kestirmeye çalışmak boşunadır. Ahlaki bir dogma, sosyal bir hipotez ortaya atmaz. Onun düşünceleri bir ideal kadar hürdür.” -Maksim Gorki
111.00 ₺ -
Enver Paşa
Mefkûrem sevgili vatanımım büyüklüğü ve refahıdır. (...) Eğer bu, memleketi kurtaracaksa mutlu olurum. Ölürsem; vazifemi yapmış kabul ederim kendimi. Allah’a dua ediyorum; eğer projem Türkiye’ye mutluluk getirmezse, beni öldürmesi için dua ediyorum. Allah sizi korusun. Ata binmem lazım, beni bekliyorlar... Osmanlı Devleti’nin son dönemleri… Bir yanda kaybedilen savaşlarla, toprak kayıplarıyla, göçlerle, Balkanlarda ve diğer bölgelerde patlak veren isyanlarla, diğer yanda ekonomik sorunlarla, yoksullukla, Meşrutiyet ve özgürlük hareketleriyle baş etmeye çalışan bir devlet… Bir yanda varoluş mücadelesi veren Osmanlı İmparatorluğu, diğer yanda hızla büyük bir harbe sürüklenen dünya... Böyle bir ortamda doğan ve büyüyen, geçim sıkıntısı yaşayan memur bir babanın içe kapanık, çelimsiz ama inatçı oğlu İsmail Enver’in ise tek hayali sokakta gördüğü subaylar gibi olmak. Bu hayal diğer hayallerin kapısını açacak; kendini milletine adamış bir adamın hayalleri bir milletin hayallerine dönüşecekti… Yakın tarihimizin en çok tartışılan tarihî figürlerinden Enver Paşa hırsları ve inatları uğruna vatanı feda eden bir hayalperest miydi yoksa kader kurbanı bir vatan sevdalısı mı? Tarihimizin önemli olaylarını ve figürlerini anlatan romanlarıyla okurun büyük beğenisini toplayan İsmail Bilgin, hayatı mücadelelerle geçmiş Enver Paşa’yı daha önce hiç anlatılmamış bir şekilde kaleme aldı. Bütün bir vatanın kaderini değiştiren Enver Paşa’yı hiç böyle okumadınız...
277.50 ₺