-
Frankenstein Bağdatta
* Uluslararası Arap Kurgu Ödülü * Uluslararası Man Booker Ödülü finalisti * Fransa Büyük Fantastik Kurgu Ödülü ABD işgali altındaki Bağdat’ın yıkıntıları arasındaki tuhaf sakinlerinden Hadi boş zamanlarını kahvehanelerde hikâyeler anlatarak geçiren bir eskicidir. Yıkık evlerden, çöp yığınlarından, patlama alanlarından topladığı döküntülerin yanında çok tuhaf şeyler de vardır aslında: Ceset parçaları… Bu parçaları bir ceset yaratmak için bir araya getirmekteki asıl amacı -iddiasına göre- hükümetin bunları insan olarak tanıması ve hak ettikleri bir defin vermesidir. Fakat bir gün ceset kaybolur ve hemen ardından ürkütücü cinayetler dalgası şehri kasıp kavurmaya başlar. İfadelere göre katil vurulsa da yaralanmaz, ölmez; üstelik korkunç görünümlü bir canavara benzemektedir. Ve işte böylece Hadi, hayatta kalabilmek için insan vücuduna ihtiyaç duyan bir canavar yarattığının farkına varır – geçmiş hesapların peşine düşen bir intikam makinesi. “Bağdat’ın yeni edebi yıldızı” (The New York Times) olarak anılan Ahmed Saadavi’nin kaleminden Frankenstein Bağdat’ta, modern Irak’ın gerçeküstü gerçekliğini, korku ve kara mizahı harmanlayarak edebiyatla zirveye taşıyor. “Mary Shelley’nin kaleme aldığı Frankenstein’dan iki yüz yıl sonra, bu canavarın sayısız varyasyonu yaratıldı- ama bunlardan yalnızca birkaçı, Ahmed Saadavi’nin Frankenstein Bağdat’ta romanında hayat verdiği canavar kadar vahşi ya da politik olarak doğru.” — Gregory Cowles, The New York Times “Çapıcı ve gerçeküstü... Özgüvenli ve sanrılı... Kara mizah ve korkunun mükemmel karışımı... Saadavi, doğaüstü, korkunç ve sıradan ayrıntıları müthiş bir etkiyle harmanlıyor. Hem sesinde hem de vizyonunda bir yenilik var. Irak’ta yaşananlar manevi bir felaketti, bir çöküştü- ve bu cesur ve dahice bir roman, bu fikri benimsiyor ve tüm olasılıkları masaya yatırıyor. ” — Dwight Garner, The New York Times “Büyük bir başarı... Gerçeküstü, büyüleyici ve dokunaklı... Ortadoğu mezhepçiliği ve jeopolitik ahmaklıkların vahim portresi, absürt bir ahlak anlayışı ve bir korku fantazyası... Garip, şiddetli ve komik.” — Sarah Perry, The Guardian “Ahmed Saadavi 11 Eylül sonrası Irak’ta karanlık, müthiş bir metaforu ele alıyor ve Gabriel García Márquez’in sesiyle savaşın kalıntıları arasında yaşam mücadelesi veren insanlığa bir aşk şarkısı söylüyor.” — Lea Carpenter “Saadavi, 2005 yılındaki Bağdat’ın gotik gerçekliğini öyle bir anlatıyor ki roman gerçeküstü bir boyuta geçtiğinde bile neredeyse hiç şaşırtmıyor.” — The New Yorker “Bu ürkütücü roman, Irak’ı evi olarak tanımayanların yarattığı şiddetin tahribatını gözler önüne seriyor. Kadim bir duygunun şaşırtıcı dışa vurumu: Göze göz intikam, tüm dünyayı körleştirir.” — Kirkus Reviews“Savaştan zarar gören Irak’ın günlük hayatına göz kamaştırıcı ve etkileyici bir bakış.” — Publishers Weekly“Frankenstein’ın birçok iyi yeniden anlatımı bulunmakla birlikte, bunlardan çok azı Shelley’nin öyküsündeki metaforik zenginliğe ulaşabildi... Zarif ve sade anlatımıyla Saadavi, hayaletlerin cirit attığı, kayıp insanların her zaman geri döndüğü, adaletin kaybolduğu ve iyi niyetlerin bile aslında bozulduğu bir şehre götürüyor okuru. Korku, gizem ve trajedinin büyüleyici ve ürkütücü bir karışımı.” — Booklist“Birçok büyük edebî eserde olduğu gibi bu roman da sadece bir hikâye anlatmıyor. Aksine birden çok boyuta yayılıyor, her katman yeni bir şey ortaya çıkarmak için açılıyor. Yüzeysel haber bültenlerinin çok ötesine geçen roman, Amerikan işgalinin ne yaptığını, şiddetin nasıl daha fazla şiddeti doğurduğunu ve masumiyetle suçluluk arasındaki çizginin ne kadar ince, ne kadar keskin olduğunu gözler önüne seriyor. Dâhice ve dehşet verici, Frankenstein Bağdat'ta önemli bir roman.” — World Literature Today“Hayaletleri henüz huzura kavuşamamış bir ülkenin dokunaklı ve acıklı tasviri.” — Literary Review
218.30 ₺ -
Garson
Hills isimli asırlık bir Avrupa restoranında, orta yaşlı bir garson işinin değişmez yönleriyle gurur duyuyor: Kusursuz bir üniforma, bir örnek masa örtüleri, müdavimleri ve düzenli akşam yemekleri. Hınzır ve onun kalburüstü konukları, alkolik aktör ve arkadaşları, bir sanat simsarı, Garson’un yegâne arkadaşı Edgar ve küçük kızı Anna. Ve tabii ki Şef Garson, Bar Sorumlusu, Aşçı. Bu kendi istikrarlı ritmiyle yaşayan evrende, masalar arasında herhangi bir temas yoktur... Ta ki güzel ve bakımlı bir genç kadın kapıdan içeri girip restoranın ve temsil ettiği her şeyin hassas dengesini bozana dek... Garson Avrupa’nın son yüzyılını, o büyük resmi tek mekân ve sakinleriyle özetleyen büyüleyici bir hikâye. Her şey olması gerektiği haliyle olması gerektiği yerdeyken -en azından Garson’a göre- bir şeyler değişmeye başladığında yükselen endişe, bütün düzeni altüst etmeye yetiyor. Aslında, koşullar göz önünde bulundurulduğunda, endişe belki de en mantıklı tepki... “Faldbakken’in romanı, daha önce birkaç kez okuduğunuz, ancak asla bitmiş hissetmediğiniz bir klasik gibi. Hiçbir zaman o dile, ayrıntılara doymuş hissetmezsiniz, çok zekice kurgulanmışlardır çünkü. Garson da yeniden okumak için memnuniyetle kitaplıkta tutacağınız epik bir eser.” –Litteratursiden “Eskiden görkemli günler görmüş bir Oslo restoranında geçen, zekice, melankolik ve hicivli bir roman. Wes Anderson hayranları buna bayılacak.” –The Globe and Mail “Tadına doyulmaz zenginlikte bir hikâye.” –Mail on Sunday “Mervyn Peake ve Wes Anderson’ı düşünün, şimdi bunu Nathanael West’in duygusuz tuhaflığıyla buluşturun: Şaşırtıcı, ilginç ve eğlenceli bir roman.” –Kirkus Reviews “Garson, Oslo’daki Hills adlı büyük ve eski bir restoranda, çok şahane yemekler boyunca tecrübeli bir garson tarafından anlatılan, iddialı bir hikâye… Faldbakken’in hikâyesi, restoran tarafından temsil edilen ‘eski dünya’yı iyisiyle kötüsüyle ifşa ederken bu özneyi zekice ve çarpıcı bir romana dönüşüyor.” –Publishers Weekly
185.00 ₺ -
Gökten Düşen Şeyler
Gökten düşen bir buz bloğu küçük Saara’nın annesinin canına mal olur. Bir kadın art arda iki kez piyango ikramiyesini kazanır. Bir adama beş kez yıldırım çarpar. Bütün bunların bir insanın başına gelme olasılığı nedir ki şu hayatta? İşte tam da bu nedenle hayatları altüst olan bu insanlar, kaderleriyle yüzleşmenin bir yolunu bulmak adına bu rastgele olaylar için bir açıklama arıyorlar. Bu kitap, mümkün imkânsızlıkların ve uzak ihtimallerin yakınlığı üzerine, hayata dair bir hikâye; zaman, sevginin gücü ve değişimin kaçınılmazlığı üzerine uzun soluklu bir düşünce. Finlandiya’nın en sevilen yazarlarından Selja Ahava’nın Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü sahibi romanı Gökten Düşen Şeyler, dünyanın dört bir yanında okurların kalplerine dokunuyor. “Bir çocuğun bakış açısından anlatılan bu hikâye, diğer masalları geride bırakıyor... Katmanlı ve dokunaklı bir roman.” ―Literary Review “Hayatın gidişatını belirleyen ürkütücü rastlantısallık üzerine tuhaf ve düşünceli bir hikâye... Bu roman güçlü yazarların basit cümlelerle neler yapabileceğine dair iyi bir örnek.” ―Booklist “Edebî bir peri masalı... Soğuk iklimlerde yaşayan insanların, sıcak ocakların etrafında anlatacakları hikâyelere ihtiyacı var.” ―Literary Hub “Ahava, karakterlerinin tuhaflıklarını ve romanın olay örgüsündeki rastlantısallığın rolünü öyle iyi kucaklıyor ki, roman, keder ve yas üzerine bir düşünceden Paul Thomas Anderson’ın Magnolia’sındaki Ricky Jay tonunda bir anlatıya dönüyor.” ―Words Without Borders “Gökten Düşen Şeyler’in neden AB Edebiyat Ödülü’nü kazandığını anlamak zor değil. Ahava, kesintiye uğramış hayatlar, parçalanan kimlikler, keder, anlaşılma arzusu ve insanın kapanma ihtiyacı hakkında dokunaklı bir hikâye yaratmış.” ―Avrupa Edebiyat Ağı “Selja Ahava’nın sessiz ama davetkâr romanı bir peri masalını çağrıştırıyor... anlatı hem hafif hem de şiirsel, saf ve bilge -gerçekten harika.” ―Neue Zürcher Zeitung
166.50 ₺ -
Son Bölüm
Son Bölüm, çağın hasta ettiği çoğu insanın acılarını dindirmek üzere kapandığı Torahus Sanatoryumu’ndaki olağan şüphelerinin hikâyesi... Romanda bir grup merkezî karakter var, ancak belirgin bir ana kahraman yok. Karısının sadakatsizliğini keşfettikten sonra sanatoryuma kapanan ve çevresini sürekli canına kast etmekle tehdit eden İntiharcı, bunlardan biri. Başka bir konuk güzel Julie d’Espard, çocuğunun babası sahte kont Flemming bir gün ortadan kaybolduğunda Julie iyi kalpli ve erdemli çiftçi Daniel’e sığınıyor. Son Bölüm Hamsun’un ölüm temasına odaklandığı, yazarlık kariyerinin en farklı romanlarından biri, otoritelere göre Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ına kardeş bir roman. Modern hayatın insanı nasıl yozlaştırdığını anlatan, çarenin doğaya dönmekte, özümüze dönüp bakmakta olduğunu hatırlatan bir hikâye. “Hamsun’un üslubu dış görünüşüyle ihtişam ve süsten uzaktır. Güzellik onun sadeliğinde gizlidir. Anlatırken felsefe yapar. Ama onun önceden ne diyeceğini kestirmeye çalışmak boşunadır. Ahlaki bir dogma, sosyal bir hipotez ortaya atmaz. Onun düşünceleri bir ideal kadar hürdür.” – Maksim Gorki
247.90 ₺ -
Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler
Dört melek tarafından korunan Kadimzamanlar, evrenin kalbidir. Burada zaman farklı akar. Bu ne hükümetlerin, ne generallerin ne de başkanların tarihidir. Kadimzamanlar’ın her sakini kendi zamanının hikâyesini yazar: İnancını yitiren toprak sahibi Popielski, geçmişinden kopmak istemeyen Michał, kendini ormana hapseden Kötü Adam, savaşla birlikte vicdanını yitiren Ivan Mutka, dünyanın karmaşasını emen kahve öğütücüsü, deliliğin sınırlarında dolaşan ve kabul edilmeyen Başak, ölümün yaşamı olan mantar miselleri, ağlamayı unutan Paweł, değişimlerle çalkalanan insan karşısında hiç değişmez gözüken meyve bahçeleri… Peki kim yazmaktadır zamanın kaderini? Dünya edebiyatının önde gelen seslerinden, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk, Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler’de dünyanın bir mikrokozmosu olarak irdelenen bu mitsel Polonya kasabasından kesitler sunuyor; 1914’ten 1980’e kadar insanlığın değişimini, Kadimzamanlar’da yaşayan üç neslin arketip fertleri üzerinden anlatıyor. İki savaş arasındaki çöküşü, masalsı olduğu kadar vurucu bir tonda resmederek okuru varlık, hiçlik, zaman, modernite, fanilik üzerine düşünmeye çağırıyor. “Muhteşem bir yazar.” ―Svetlana Alexievich “Tokarczuk ile birlikte, Nobel sadece bir kadın yazarı seçmedi, yüzyılının sesini seçti. Olga Tokarczuk, şiirsel üslubu ve akılda kalan hikâyeciliğiyle dönemine iz bırakan bir yazar.” ―Didier Jacob, L’Obs “Merak uyandıran, dokunaklı bir roman.” ―The Independent “Tokarczuk’un büyüleyici gerçeklikteki becerisi, hayranlık verici dengesiz bir evren ve unutulmaz bir hikâye yaratıyor: Kadimzamanlar, sadece güvenlik duygusunu değil, mekân ve zaman algısını da kaybettiğimiz bir yer.” ―Exberliner “Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler garip bir şekilde sakinleştirici bir etkiye sahip. Güçlü ve uzun bir süre yankısı sürecek, unutulmayacak bir hikâye.” ―World Literature Today
236.80 ₺ -
Özgür Topraklar
Ödüllü yazar Neel Mukherjee, Özgür Topraklar'da yüzyılın merkezine yerleşen kavramları işliyor: Göç ve iltica. Farklı hayatlar yaşayan beş karakter üzerinden, –Mumbai’deki bir aşçıdan, sokaktaki dilenciye ve dans eden ayısına, şehirde yeni bir yaşam için köyündeki zorlu hayatını terk eden genç kızdan, hayallerinin peşinde her şeyini yitiren inşaat işçisine– daha fazlasını istemenin, yeni bir hayata göç etme arzusunun temellerine iniyor. Hindistan’da geçen ve bu dünyanın gerçekliğiyle diğerinin gölgesi arasında hareket eden Özgür Topraklar, birbirine bağlanan hikâyelerle yükselen incelikli bir yapı. Cüretkâr, şiddetli, ama bir o kadar da merhamet dolu bu roman, insanın hayatta kalma ve hayatına hâkim olma dürtülerinin etkileyici bir keşfini sunuyor. “Özgür Topraklar, rahat bir şekilde yaşayan bizler için neredeyse kimsenin bu rahatlığa sahip olmadığı bir dünyayı hayal etmemizi gerektiriyor. Bu, Neel Mukherjee’nin etkisinin, tutkusunun ve gücünün bir işareti. ” – The New York Times “Tek kelimeyle muhteşem… Özgür Topraklar, baş döndürücü güzellikte bir roman ve Mukherjee’nin çağımızın en özgün ve yetenekli yazarlarından biri olduğunun kanıtı.” – NPR “Neel Mukherjee’nin nefes kesen romanı Özgür Topraklar, okuduğum en güzel şeylerden biri; kelimenin tam anlamıyla huzursuz eden, unutulmaz sahnelerle dolu, görüntülerin, dilin ve karakterlerin yanı sıra bir toplumun servet ve güç eşitsizliği karşısındaki öfkesini, amansız halini gözler önüne seren bir kitap. Uzun, çok uzun zamandır okuduğum en şaşırtıcı ve en parlak roman.” – Hanya Yanagihara “Olağanüstü bir başarı. İnce ve çok katmanlı kurgusu, sosyal adaletsizliğin vahşetinin bir tablosu; düşkün hayatlar yaşamak zorunda kalan karakterlerinin onuru üstünde ısrarla duran bir anlatı. Çok güçlü ve etkileyici bir roman. Bitirdiğim an, tekrar başladım.” – The Guardian
218.30 ₺ -
Kör Baykuş
Kör Baykuş, uyku ve uyanıklık halinde geçen iki bölümden oluşmaktadır. Ancak rüyanın gerçekten ayırt edilmesi ne kadar zorsa, gerçek de gerçek olamayacak kadar ilginçtir. Ölümün peşinden ayrılmayan, epey ince fikirli bir yazardır Sâdık Hidayet; yirminci yüzyıl İran edebiyatına yön veren isimdir. Kör Baykuş’ta kurguladığı anlatıcı, hayalle gerçek arasında, dünle bugün arasında gidip gelir; hayat ve gerçekler karşısında yenik düşen insanın hikâyesini bugüne nakleder. Birinci şahsın ağzından anlatılan hikâye, güzel bir şiirden, bir acının mateminden başka bir şey değildir. Hem dünden koparılmış hem de yarını olmayan, başıboş ve huzursuz insanın öyküsüdür bu. Sâdık Hidayet’in eserlerinde, onun manevi ve dünyevi sorunlarından ziyade, güzelliğe dair düşüncelerini görmek mümkündür. Kör Baykuş da bunun en iyi örneğidir. Sevâl Günbal’ın Farsça aslından çevirisi ve önsözüyle... “Başyapıt diye bir şey varsa o da budur.” André Breton
59.20 ₺ -
Unutmanın Genel Teorisi
Angola bağımsızlığını kazanmadan hemen önce, Ludo yaşadığı apartman dairesinin kapısına bir duvar örer. Burası onun otuz yıl boyunca ayrılmayacağı yuvasıdır artık. Terasında yetiştirdiği birkaç sebze ve yakaladığı güvercinlerle beslenir. Isınabilmek için kitapları, mobilyaları yakar. Ve evin duvarlarını kendi hikâyesiyle kaplar, satır satır işler yalnızlığını. Ancak dış dünya bırakmaz Ludo’nun yakasını, yavaş yavaş sızar hayatına: Radyoda bir cızırtı, yan daireden bir ses, peşindekilerden kaçan bir adam, ayağına not bağlı bir güvercin. Ta ki bir gün küçük Sabalu, yan binaya kurulan inşaat iskelesine tırmanarak Ludo’nun terasına çıkana kadar... Angola’nın bağımsızlık öyküsüyle birlikte akan Ludo’nun öyküsü bu, evinden dışarı çıkmayan bir kadının duvarlarında yankılanan gerçek bir hikâye. “J.M. Coetzee ile Gabriel García Márquez’i karıştırın, José Eduardo Agualusa’yı elde edeceksiniz: Portekiz’in Nobel Edebiyat Ödülü için bir sonraki adayı.” — Alan Kaufman “Sayfalara sığmayan bir hayal gücü.” — The Irish Independent “Unutmanın Genel Teorisi, okuru ‘kahraman’la ‘kötü adam’ arasındaki çizgiyi çekmeye ve tarihle kurgu arasındaki ilişkiyi sorgulamaya davet ediyor. İyi edebiyatın yapması gerekeni yapıyor: Okuru koltuğuna mıhlıyor, bırakıp gitmek imkânsız.” — Maaza Mengiste “Portekizli Fernando Pessoa ve Arjantinli Jorge Luis Borges gibi, Portekizli-Angolalı yazar José Eduardo Agualusa da yarattığı kurgusal dünyalarla oynayan bir hokkabaz... Ortaya koyduğu parçalı türün ustası olan Agualusa polisiye bilmecelerden pastoral betimlere, oradan mekânın yansımalarına başarıyla geçiyor. Ancak onun kalbi hep kahramanlarından yana, - her karakterin hikâyesi okurun içine işliyor, algı ve empati sınırlarını genişletiyor.” —Star Tribune “Angola’nın en yaratıcı yazarlarından Agualusa, yaşanmış bir olay üzerine kurguladığı bu hikâyeyi, ülkenin zorlu geçmişini analiz etmek için en uygun araca dönüştürüyor... O, hiç şüphesiz, Portekizce konuşulan Afrika ülkeleri yazarları arasında öne çıkan ses. Romanın karakterlerinden biri diyor ki ‘İyi bir hikâyesi olan insan neredeyse kraldır.’ Bu doğruysa, Agualusa kendini kıtasının asilleri arasında görmeli.” — The Financial Times
196.10 ₺ -
Devrim Yeniden
Ekvador’da Başkan’ın ofisinde çalışan Leopoldo, üniversite eğitimi için Amerika’ya gidip bir daha geri dönmeyen dostu Antonio’yu ülkeye çağırıyor. Bu noktada üçüncü arkadaşları, ülkeden hiç ayrılmamış, yıllarını radyo programıyla halkı uyanışa çağırmakla geçirmiş Rolando hikâyeye dahil oluyor. Bir araya geliyorlar, konuşuyorlar, Başkan’a karşı rakip adaylık için kampanya yürütüyorlar... Peki ya sonuç? Ya gerçek mağdurlar?.. Kendileriyle, geçmişleriyle, aileleriyle, çevreleriyle ve seçimleriyle hesaplaşan; zayıflıkları, çelişkileri ve ikiyüzlülükleriyle yüzleşen insanların hikâyesi bu. Sıradışı, absürt ve kendinden emin tavrıyla Devrim, Yeniden Ekvador’un ekonomik ve siyasal çıkmazlarına çözüm bulmaya çalışan üç çocukluk arkadaşının takıntılı idealizminin hikâyesi. Sorun şu ki hayat her şeyi bir noktada karşı karşıya getirecek, onları da... “Devrim, Yeniden özel bir kitap, – politik ayrıntılarda boğulmayan politikliği, laf kalabalığı ardına gizlenmeyen yenilikçi dili, tarihî gerçeklikle kişisel hikâyelerin müthiş birlikteliği... Bir yanı kara mizah, bir yanı sosyal gerçekçi, zengin karakterlerle bezeli %100 iyi bir hikâye.” ― Kirkus Reviews “Cárdenas’ın hayat dolu ilk romanı Devrim, Yeniden’de bir grup Ekvadorlu ülkelerindeki politik durumu değiştirmeye çalışıyor. Sokak protestolarından şaşaalı partilere, uzun ve kesintisiz iç monologlardan ışık hızındaki diyaloglara, – bu roman baş döndürücü güzellikte uzun cümlelerle dolu.” ― Publishers Weekly “Pop kültüründen Ekvador siyasetine neredeyse her şeyden bahsederken inanç, ahlak ve bireyin ülkesine ve ideallerine bağlılığına dair sorular soran Cárdenas’ın büyüleyici romanı, Bolaño hayranlarının kalbini çalacak… Devrim Yeniden, Latin Amerikalı kimliğini, sosyal teknoloji ve bulanık etnik sınırlarla karakterize edilen bir dünyada yeniden tanımlayan bir roman.” ― Los Angeles Review of Books “Devrim, Yeniden genç idealizmin kaçınılmaz yolsuzluğun karşısında duruşunu işleyen cesur bir roman. Mauro Javier Cárdenas Latin Amerika edebiyatında heyecan verici yeni bir ses; Valeria Luiselli, Julio Cortázar ve Horacio Castellanos Moya’nın okurlarının çok seveceği, coşkulu bir kalem.” ― Stephen Sparks
218.30 ₺ -
Kar Köpek Ayak
İtalyan Alplerinde bir vadi. Kar fırtınaları, ormanlar ve taşlar. Bu vadinin en uzak köşesinde, unutulmuş, yıkık dökük bir baraka. Aksi, yaşlı, kafası hayli karışık ve yalnız –ama gerçekten çok yalnız– bir adam. Ve bir gün, beklenmedik bir şekilde kapısında peyda olan, düşük çeneli, biraz müstehzi, çokbilmiş bir köpek. Sığınılacak tek liman doğa, bir anda nasıl en ölümcül düşmana dönüşebilir? İnsan aklına, hafızasına gerçekten ne kadar güvenebilir? Yalnızlık bir adamı ne kadar delirtebilir? Dino Buzzati’nin günümüzdeki temsilcisi olarak gösterilen Claudio Morandini, tüm bu küçük, sakin, pastoral parçaları alıyor; çokça hayal gücü, biraz hüzünlü yalnızlık, çılgın halüsinasyonlar ve edebiyatın büyüsüyle harmanlıyor: Masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar büyülü bir roman Kar, Köpek, Ayak. “Hayatın gerçeğini hiç yalansız sınırsız bir hayal gücüyle harmanlayacak bir isim arıyorsanız, o kesinlikle Claudio Morandini. Zamanımızın en iyi İtalyan yazarlarından.” – Fabrizio Ottaviani “Edebiyat dünyamızın en yetenekli ve etkileyici romancılarından biri.” – Umberto Rossi “Bu, tamamıyla müzikal bir ritim üzerine kurulu, ayrıntılarla bezeli, kusursuz bir roman. Morandini fazlalık olan her şeyi geride bırakarak ‘kelime’lerin değil, ‘şey’lerin romancısı olduğunu kanıtlıyor. Bununla birlikte seçtiği her kelime, yarattığı manzarada parıldıyor.” – Fabrizio Coscia
129.50 ₺ -
Sis Hırsızı
Bir insanın geçmişte olanların gölgesiyle ve asla gerçekleşmeyecek şeylerin kuruntusuyla nasıl yaşayabileceğini hep merak ettim. Bunu kimse yapamaz. İşte bu yüzden ölüyoruz. Yaşamı sürdürdüğümüz için yaşlanmıyoruz biz, onu sürekli hatırladığımız için ihtiyarlıyoruz. Ünlü yazar Antonio M. Fonte için ne servetin ne de şöhretin bir önemi vardır. Napoli’deki eski ve tuhaf evinde kedisi Calliope’yle, hayalle gerçeğin belirsiz sınırında kaybetmek üzeredir kendini. Bir gün öyle bir şey olur ki, başına bela olan binlerce hayran mektubu arasından birini görmezden gelemez: On beş yıl öncesinin tarihini taşıyan bu mektubun göndereni kendisi, alıcısıysa tanımadığı bir kadındır! Satır aralarında kaybettiği anılarına ve bir adamı öldürdüğüne dair ipuçları olsa da Antonio hiçbirini hatırlayamaz... Bir akşam Napoli sokaklarında kaybolur ve kendini insanların kaybettiği çoraplar ve rüyalar dahil her şeyi toplamaya adamış garip bir adamın mekânında bulur. Antonio kaybettiği anılarına ulaşmak ve gizemli mektubun bilmecesini çözebilmek için işe buradan başlaması gerektiğini anlar. Ancak burası sadece başlangıçtır: Akıl almaz gizemler, şekil değiştiren şehirler, gözyaşından denizler, sisten ve gölgelerden müteşekkil adamlar, sayısız kayıp anı ve her adımda biraz daha uzağa savrulan bir aşk... Metinlerarası göndermeleriyle Dante, Italo Calvino ve Lewis Caroll’dan izler taşıyan ve İtalya’da bestseller listelerinden inmeyen Sis Hırsızı; unutmak, hatırlamak, gerçeklik ve zaman üzerine baş döndürücü bir roman... “Napolili bir yazar, İslam Araştırmaları mezunu, Harry Potter neslinin dışavurumcularından: Lavinia Petti, Napoli’nin sis ve gizem arasında asılı kaldığı hafıza ve unutma üzerine bir urban fantasy romanıyla karşımızda.” - La Repubblica
199.80 ₺ -
Dönüşüm (Dünya Edebiyatı)
“Gregor Samsa bir sabah gördüğü huzursuz rüyalardan uyandığında kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.” İşte bu cümleyle başlayan Dönüşüm’de Franz Kafka, kumaş pazarlamacısı Gregor Samsa’nın dev bir böceğe dönüşüm hikâyesini anlatır. Gerçekle kurgu arasındaki sınırı hedef alan öyküde Kafka’nın odağında burjuvazi ve toplum kalıpları arasına sıkışan birey yer alır. Dönüşüm’ün bireyin sistem karşısındaki çaresizliğini işleyen, dünya edebiyatına yön vermiş en önemli metinlerden biri olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ebrar Karadeniz’in Almanca aslından çevirisiyle... “Kafka’nın ötesinde belki de hiç kimse bu pişmanlık hayaletlerine bu denli et, kemik, bu denli derinlik vermemiştir. Kafka bizi insan düşüncesinin sınırlarına getirmiştir.” - Albert Camus
44.40 ₺ -
Gece Uçuşu
Kader yalnızca insanın içindedir: Bir an gelir insan kendini savunmasız bulabilir; işte o zaman hatalar bir baş dönmesi gibi çeker sizi içine. Küçük Prens’le milyonlarca okurun kalbine dokunan Antoine de Saint-Exupéry’den kahraman pilotlara, gece uçuşlarının krallarına bir saygı duruşu: Gece Uçuşu... Şili, Paraguay ve Patagonya’dan havalanan üç posta uçağının hedefi, Buenos Aires’teki havalimanıdır. Gece uçuşlarının gediklisi pilotlardan birinin şansı, ne yazık ki diğerlerininki kadar yaver gitmez. Bazıları için yıldızlarla süslü bir cennet bahçesi gibi açılan gece, diğerleri için fırtına ve karanlıkla örtülü bir kâbusa dönüşür. Her bir karakterin incelikle işlendiği, gecenin tüm güzelliği ve ürkütücü karanlığıyla boy gösterdiği, ölümle yaşam arasında gezinen Gece Uçuşu’nun odağında da Antoine de Saint-Exupéry’nin diğer eserlerinde olduğu gibi uçmakla yaşamak arasındaki tutkulu ilişki var.
59.20 ₺ -
Yakupun Renkleri
“Korkma Yakup,” dedi babası, “renkleri gör.” Yakup, bir çingene çocuğu. Yarı Roman, yarı Yeniş. On yaşında bile değil henüz. Ona söylendiği üzere koşuyor, hayatı pahasına koşuyor, durmadan nefes almadan koşuyor... Ayağında ayakkabı niyetine doladığı keten parçaları, bir elinde bir taş, bir elinde küçük bir kutu, koşuyor. Renklere koşuyor. Çünkü öyle demişti babası; korkma, koş ve renkleri gör. İki dünya savaşı arasında savrulan bir ailenin hikâyesi var Yakup'un Renkleri’nde. Bu ağır ve acı mirası yüklenen küçük Yakup, II. Dünya Savaşı’nda, bir başına hayatta kalmaya çalışıyor. Avusturya ormanlarında durmaksızın koşuyor; karanlıktan renklere, savaştan umuda sığınıyor. “Büyüleyici olduğu kadar yürek burkan bir roman.” – The Times “Masal gibi bu kitap; güzellik ve umut Hawdon’ın şiirsel anlatımıyla dile geliyor.” – The Independent “Çok yetenekli bir yazarı müjdeleyen, harika bir ilk roman.” – Andrew Miller “Yakup’un Renkleri beni gözyaşlarına boğdu. Aklımdan çıkaramadığım, hipnotize edici bir şarkı gibi.” – Sarah Vaughan “Muhteşem bir anlatım – zamanın durakları arasında savrulan, renklerin sayfalardan taşıp ruhunuza karıştığı bir hikâye. Bu sadece müthiş bir kitap değil, çok da önemli bir roman.” – Marina Fiorato “Lindsay Hawdon, çok ham, çok gerçek bir güçle yazıyor. Bu kitap okunmayı hak ediyor.” – John Humphrys
240.50 ₺ -
Satranç
New York’tan Buenos Aires’e giden bir yolcu gemisinde başlar Satranç. Yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e, para karşılığında satranç oynamayı önerir. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı Dr. B., oyun sırasında kendine hâkim olamayıp oyuna dahil olunca, Mirko Czentovic’le karşılaşması önerilir kendisine. Gestapo tarafından bir otel odasında tecrit edilen, yalnızca sorgulama için buradan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantı sonucu gizlice eline geçirdiği bir kitaptan bu oyunun bütün inceliklerini öğrenmiştir. Bütün oyunları ezberlemiş, kafasında yepyeni oyunlar kurmuş, hayatını satrançla doldurmuştur. Tecritte akıl sağlığını korumayı ancak böyle başarmışsa da bu uğraşı sinir krizi geçirmesini engelleyemez: Mirko Czentovic’le karşılaşmalarıyla bu gerilimli öykü doruk noktasına ulaşır. Stefan Zweig, Satranç’ı Brezilya’da sürgündeyken kaleme almış ve Şubat 1942’deki intiharından birkaç ay önce tamamlamıştır. İnsan ruhunun karanlık labirentlerinde dolaşan bu uzun öykü, girift karakterleri ve psikolojik analizleriyle nasyonal sosyalizme ve faşizme yöneltilmiş güçlü bir eleştiridir.
44.40 ₺ -
Amok Koşucusu
Hint Adaları’nda görev yapan bir doktorun hayatı, bir gün kendisini ziyaret eden bir kadının yasadışı yardım talebiyle karşı karşıya kaldığı tercih yüzünden altüst olur. Gururu ve vicdanı arasında sıkışan doktor, gururuna yenik düşer ve bu zengin kadının yardım talebini geri çevirir. Hemen sonra çok pişman olsa da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bir Amok gibi durmamacasına, nereye gittiğini bilmeden her şeyiyle koşmaya başlar; bir delilik haliyle, önüne çıkan her şeyi yok ederek... Stefan Zweig’ın en önemli eserleri arasında yer alan Amok Koşucusu; psikolojik analizleri, gerilimli karakterleri ve atmosferiyle yazarın eserlerinde ve hayatında önemli bir yere sahip olan ölüm ve intihar kavramlarına odaklanır.
44.40 ₺ -
Toprak
Bir hayattan geriye ne kalır? Belli bir duyguya ait bir hikâye mi, bir anı mı? Ölüler hayatlarına geri dönebilseler ne söylerlerdi? Biri kocasının bir ömür boyu elini tuttuğunu hatırladı. Biri doğdu, kumar oynadı ve öldü. Başka birinin hayatında çok insan oldu, ama sadece birini sevdi. Her şey bittiğinde de pişmanlıklar ve çelişkiler içinde olan ölüler; aşklarını, ailelerini, kırgınlıklarını, yalnızlıklarını, doğrularını ve yanlışlarını anlatıyor bu romanda. Robert Seethaler Toprak’ta ölümün insan hayatındaki yerini, öteki dünyadan bir insanın yaşayanlara neler anlatacağını, hayatına dair neleri anlatmayı seçeceğini, bir olayın farklı kişilerce nasıl yorumlanacağını etkileyici bir kurguyla gözler önüne seriyor. Regaip Minareci’nin çevirisiyle… “Eğer hayatımdan tek bir anı seçecek olsam, size ne anlatabilirdim? …İşte bu soru, bu kitabı özel kılan şey. Avusturyalı yazar Seethaler, en sevdiğim yazarlardan. ” – Christine Westermann, WDR “Robert Seethaler, Almancanın ve Alman edebiyatının büyük zanaatkârı.” – Philipp Haibach, The World “Her şey mükemmel bir biçimde bir araya gelmiş. Okurken durmak istemiyor, sonuna geldiğinizdeyse üzülüyorsunuz. Seethaler’ın onurlu karakterlerine yansıttığı ustalığı, Alman edebiyat tarihinin nadir örneklerinden.” – Andreas Platthaus, FAZ “Eğer yazar sözü bir köydeki yirmi dokuz ölüye hikâyelerini anlatması için bıraktıysa, eğer hiçbir ayrıntısını değiştirmeden sıradan bir hikâyeyle dahi okuru etkileyebilmeyi başardıysa, eğer biyografilerin ufak ufak büyümesine engel olmadıysa ve bir roman haline getirdiyse… Bu, Seethaler’ın muhteşem bir hikâye anlatıcısı olduğunun kanıtı.” – Stephan Hebel, Frankfurter Rundschau
148.00 ₺ -
Ödül
10 Aralık 1946’da Stockholm’deki Grand Hotel’de Otto Hahn, Kimya alanında layık görüldüğü Nobel Ödülü’nü almak üzere bekliyor. Törene sadece birkaç saat kalmış. Ve o sırada Lise Meitner beliriyor süitinde: Otuz yılı aşkın bir süredir birlikte çalıştığı eski dostu, meslektaşı, tecrübeli bir bilim insanı. Fakat Lise, Otto’yu tebrik etmek için orada bulunmuyor. Onun meselesi geçmiş ve dolayısıyla gelecek. Lise sadece hesaplaşmak istiyor. Ömrünü adadığı işin hayattaki karşılığıyla yüzleşmek… Kapalı kapılar ardında, bir otel odasında olup bitiyor her şey. Karlı ve soğuk bir günde. Cyril Gély, tiyatrodan gelen ustalığını diyaloglar üzerinden akan bu hikâyede konuşturuyor: Tarihle, vicdanla, insanlıkla boğuşan iki bilim insanının gerçeğiyle yüzleşiyor. “Cyril Gély, tarihin gölgesinde kalmış olanı açığa çıkarmayı seviyor. Ödül’de, kibirden sağduyuya, gururdan ihanete, gafletten fırsatçı körlüğe kadar insana dair tüm belirsizlikleri ustalıkla gözler önüne seriyor.” – Sophie Creuz, L’écho“Keder ve sevgi arasında gidip gelen diyaloglar ve dokunuşlarla, yazar birbirine rakip iki arkadaş arasındaki muğlak ilişkiyi resmediyor. Turner resimleriyle dekore edilmiş bir otel odasında tarih yeniden yazılıyor. Ödül, sımsıkı kapalı bir kapının ardında iki kahramanın arasında geçen diyaloglar üzerinden her şeyin açığa çıktığı bir roman olarak karşımızda.” – Manon Bitticelli, franceinfo:culture "İnsana dair etkileyici analizler eşliğinde keşiflerin sonuçları üzerine kaleme alınmış bilim dünyasına dair mükemmel bir roman. Cyril Gély, araştırmacıların kapalı dünyasında kadının yerini, tanınmamaktan kaynaklı acıyı ve başarı için verilen savaşı ustalıkla kaleme almış." – Fnac
148.00 ₺ -
Rosa
Rosa, Benoni’yle başlayan hikâyenin devamı, bir diptiğin ikinci kısmı. Okurun Pan’dan da aşina olduğu karakterlerin de uzak yuvası. Nordland’ın kendine has doğası, Hamsun’un diğer eserlerinde olduğu gibi, yine başlı başına bir kahraman olarak vücut buluyor bu romanda. Bu defa Rosa’ya âşık gezgin öğrenci Parelius’un peşinde sürükleniyor okur, yeni çatışmalar, kavuşmalar ve ayrılıklarla. Toplumsal ve sınıfsal farklılıkların yanında, bu defa engeller bambaşka… “Hamsun’u çevirmek benim için şiir yazmak gibi bir şey.” - Behçet Necatigil “Hamsun, insanın duygu ve düşüncelerini olumlu yönde etkileyen yazarlardan biridir. O her büyük yazar gibi kâinatın sırlarını, görünüşte dar bir çerçeveye sığdırmıştır.” - Jakob Wassermann “Hamsun’un eserlerinde tabiatla sanat barış halindedir. Ustalığının nereden geldiğini veya bizi nereye sürükleyeceğini sormayınız... Ender olanı kutlayalım. Yani, bir yazarın çağını...” - Oskar Loerke
166.50 ₺ -
Bir Yazarın Öğleden Sonrası
“Çoğumuz var olmak, üremek ve bunları yapabilmek için savaşmakla yetiniriz; yaygın kanıya göre birinin yazgısını denetlemek için girişilen başarısızlığa mahkûm denemeler de yalnızca mutlu veya mutsuz azınlığa tanınmış bir haktır.” Amerika’nın Kayıp Çağı... Şatafatlı partiler, gençlik heyecanları, taşralılar, köleler... Bir tarafta refah içinde yüzenler, diğer tarafta onlara gıptayla bakanlar... İhtişamın gölgesinde kaybolmuş ruhların arasından seçtiği karakteriyle 20. yüzyıl edebiyatına damgasını vuran F. Scott Fitzgerald; Gürültülü Yirmi'leri, Caz Çağı çılgınlıklarını ve toplumsal kutuplaşmayı da öykülerinde gözler önüne seriyor. “Fitzgerald’ın yeteneği, bir kelebeğin kanatlarındaki desenler kadar doğaldı.” Ernest Hemingway “Fitzgerald gerçekte ve edebî anlamda bir 'nesil' yaratmıştır.” The New York Times
185.00 ₺ -
Satranç Ustası Don Sandalio'nun Romanı
“Benim Don Sandalio’m dernekte satranç oynayan değil, diğeri; beni ruhumun derinliklerine sokan, peşimi bırakmayan Don Sandalio; onun hayalini kuruyorum, hatta onunla birlikte acı çekiyorum.” İnsanlara ve aptallıklarına katlanamaz hale gelen bir adam, sahil kenarında inzivaya çekilir fakat burada da insanlardan sıyrılamaz. Her gün gittiği dernekte satrancı adeta kutsal bir görevi yerine getirir gibi ustalıkla oynayan Don Sandalio’yla tanışır. Bu suskun adam, sıradan hayatının en büyük gizemi, çözmek istemediği bilmecesi haline gelir. Hangisi önemlidir: Don Sandalio’nun aslında kim olduğu mu, yoksa anlatıcının zihninde ona biçtiği kimlik mi? XX. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Miguel de Unamuno, hayatının son yıllarında yayımlanan Satranç Ustası Don Sandalio’nun Romanı’nda yaşama dair temel kaygılarını ve kendine özgü roman anlayışını incelikle ortaya koyuyor; benliğin anlamını sorguluyor.
44.40 ₺ -
Hayatta Kalanlar
Hayatta Kalanlar, büyürken birbirine yabancılaşan üç kardeşin –Nils, Benjamin ve Pierre’in annelerinin ölümü üzerine bir araya gelmelerini anlatıyor. Kardeşler, annelerinin vasiyeti üzerine çocukluk yıllarının odağındaki eski yazlık evlerine dönüyorlar. Hikâye katman katman açıldıkça ve kardeşlerin çocukluklarına daldıkça gerçekler anlaşılıyor: Bu evde yaşananlar hepsinin karakterini, hayatını ve birbirleriyle ilişkilerini geri dönülemez şekilde etkilemiş, aileyi dağıtmış, herkeste ayrı bir yara açmış... Alex Schulman, travma ve trajedinin ardından çözülen bir zihnin anılar sarayında gezerken en derin bağlarımızın, bizi en büyük darbelere karşı nasıl savunmasız bıraktığını ustalıkla ortaya koyuyor. “Hayatta Kalanlar sizi üç kardeş için ağlayacağınız duygusal bir labirentin derinliklerine götürüyor. Dönüştükleri adamlar için, oldukları çocuklar için, kaybettikleri masumiyet için... Işıl ışıl, akıldan çıkmayacak, unutulmaz bir roman.” –Fredrik Backman “Çok iyi bir kurgu ve kusursuz bir anlatım. […] İsveç’in bu 1 numaralı çok satarının otuzu aşkın ülkedeki yayınevleri tarafından yayınlanması harika. Schulman, ebeveynlerine ve bu dünyaya karşı savunmasız kalan çocukların başına gelenleri incelikle ve keskin bir üslupla tasvir ediyor. Ve sevginin yokluğu, her şeyi yutana kadar büyüyen bir kara delik yaratıyor.” –Der Spiegel “Alex Schulman, hikâyenin kırılma noktası olan zirvesine yenilikçi ve dolambaçlı yollarla ilerliyor. Bölümler, kardeşlerin göl evine dönüşlerinin şimdiki anlatımı ile orada geçirdikleri son yaza ilişkin fragmanlar arasında gidip geliyor. Geçmiş zaman bölümleri kronolojik olarak sunulurken, şimdiki zaman bölümleri tersine açılıyor. […] Hayatta Kalanlar, bize üç kardeşin ‘yoksulluk sınırının altında gerçekleşen üst sınıf yetiştirme’lerinin kederli hikâyesini, incelikle işlenmiş sahnelerle sunuyor. Bu yürek burkan anlatı, başlığındaki ironik acıyı ortaya koyuyor.” –The Wall Street Journal “Yakıcı bir hikâye… Schulman o kadar sade bir dille yazıyor ve anıların inceliklerini öyle sezgisel aktarıyor ki.” –Publishers Weekly
166.50 ₺ -
1984
Sene 1984… Savaş ve devrimle tanınmaz hale gelen dünya, sürekli birbiriyle savaşan üç totaliter polis devletin egemenliği altındadır. Büyük Birader liderliğindeki Parti tarafından yönetilen Britanya’da halk, propaganda ve beyin yıkama yöntemiyle manipüle edilerek gözetim altında tutulmaktadır. Birey olmanın imkânsız hale geldiği, kelimelerin ve düşüncelerin kontrol altında tutulduğu, insanın robotlaştığı belleksiz ve muhalefetsiz bir toplumda Gerçek Bakanlığı’nda çalışan Winston Smith, tarihi titizlikle yeniden yazarken özgürlüğü ve isyanı düşlemektedir. 1984, çeşitliliğin baskılandığı, korkuyla şekillenmiş bir dünyada gerçekçiliği arttıkça ürkütücü hale gelen fütürist bir araf. Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından George Orwell tarafından İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kaleme alınan, bilimkurgu edebiyatına yön veren bir klasik. “Doğu rüzgârı gibi okurun içinden geçiyor... Özgünlüğü, gerilimi, ritmi ve öfkesi öyle güçlü ki kitabı elinizden bırakmanız imkânsız.” –V.S. Pritchett “Derin, ürkütücü ve büyüleyici bir roman… Orwell, güç teorisini kusursuzca detaylandırıyor.” –New Yorker “1984 dikkate değer bir kitap, adeta bir edebî performans… Türünün diğer örnekleriyle kıyaslandığında nadiren bulunan bir parlaklığa sahip...” –New York Herald Tribune“Orwell'ın romanı sessiz, doğrudan ve dramatik bir şekilde gelecekte yaşayabileceğimiz kadere eşlik ediyor ve bu kan dondurucu bir deneyim." –Saturday Review
148.00 ₺ -
Yazarın Yol Haritası
Dünyanın en prestijli edebiyat dergilerinden The Paris Review’da yayımlanan röportaj seçkileri Yazarın Odası 1 ve 2’nin ardından Yazarın Yol Haritası’yla çağdaş dünya edebiyatının önemli isimlerinin yazma eylemiyle ve edebiyatla şekillenen dünyalarına konuk oluyoruz. Bu derleme tematik başlıklandırmasıyla Italo Calvino, Ursula K. Le Guin, Jorge Luis Borges, Simone de Beauvoir, Carlos Fuentes, Julian Barnes, Elena Ferrante gibi pek çok yazarın yazmaya nasıl başladığına, çalışma alışkanlıklarına, kullandığı yöntemlere, editörler, okurlar ve yazarlarla ilişkisine ve farklı yazın türlerine yaklaşımlarına dair düşüncelerini içeriyor. Teknik meselelerden politikanın edebiyattaki rolüne, yazarlar arası arkadaşlıklardan ideal okur tanımlamasına kadar pek çok meseleyi masaya yatırıyor. Yazarın Yol Haritası, yazar adayları, yazma eylemine meraklı okurlar ve tüm edebiyatseverler için ilham verici bir başucu kitabı ve edebiyat şöleni… Nicole Rudick'in önsözünden: “Okur, ‘Yazarın Yol Haritası’nın amacı ne?’ diye sorabilir. […]Bir okur yazarların eserlerine nasıl isim bulduğunu, eserlerini nasıl düzelttiğini ya da yazamadıklarında ne yaptıklarını öğrenmek isterse, çok zor bir işe girişmesi gerekir. Bu kitap, tüm bu soruları ve daha fazlasını temalarına uygun başlıklara ayırıp her türlü yazarın görüşlerinden, gözlemlerinden ve tavsiyelerinden örnekleri bir araya getiriyor.” “Gizli cevherlerle dolu, edebiyata dair muhteşem bir derleme.” –Guardian “Yazarlar nasıl çalışıyor ve edebiyat nasıl hâlâ var olmaya devam ediyor diye merak edenler için vazgeçilmez bir kaynak.” –Daily Telegraph “Bu röportajlar, edebiyatla ilgilenen her okur ve yazarın vazgeçilmezi olacak. İlham verici...” –Times Literary Supplement
240.50 ₺ -
Dostoyevski
Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, İnsancıklar gibi pek çok eserle dünya yazınına yön vermiş bir deha: Dostoyevski… “Bana ruhbilim konusunda bir şeyler öğreten tek kişidir,” diyor Nietzsche onun hakkında. André Gide ise her biri birer çığlık olan mektuplarından ve eserlerinden yola çıkarak bu biyografiyi incelikle kaleme alıyor. Kitap boyunca bir yandan André Gide’in Dostoyevski’ye duyduğu hayranlığı gözlemliyor bir yandan da eserlerinde gözden kaçırdığımız detaylar üzerinden Dostoyevski’yi yeniden tanıyor, satır aralarında onun izini sürüyoruz. Dostoyevski gibi bir yazın devinin sürgünle geçen çile dolu yaşamının yanı sıra, hayatını yönlendiren yazma tutkusuna ve edebiyatla kurduğu kuvvetli bağa şahit oluyoruz. Edebiyat tarihinin kilometre taşlarından olan Dostoyevski’nin dünyasına okuru bir adım daha yaklaştıracak zengin bir çalışma.
148.00 ₺ -
Kar Havası
Bir anne ve kızı yurt dışından Tokyo'da buluşmak üzere yola çıkarlar: Burada sonbahar akşamları boyunca kanallarda yürürler, tayfun yağmurlarından kaçarlar, küçük kafe ve restoranlarda yemeklerini paylaşırlar ve şehrin radikal modern sanatını görmek için müzeleri ve galerileri ziyaret ederler. Bu sırada hava durumu, burçlar, giysiler ve nesneler, aile, mesafe ve hafıza hakkında konuşurlar. Ancak belirsizlikler çoktur. Burada gerçekten konuşan kimdir –sadece kızı mı, yoksa anne mi? Ve bu eliptik, hatta belki de hayali yolculuğun arkasındaki gerçek sebep nedir? Yalın ve derinlikli bir anlatı formunda, herhangi birimizin ortak bir dil konuşup konuşmadığına, bir ilişki denkleminde hangi boyutların sevgiye açılabileceğine ve bir başkasının iç dünyasını gerçekten bilmek için nasıl bir cesaret gerektiğine dair zarifçe yazılmış bir roman... “Jessica Au’nun kısacık romanı Kar Havası, nesilden nesile miras kalan ailevi özellikleri ve bunlardan uzaklaşmayı ustaca bir bilinç akışıyla anlatıyor.” —The New York Times “Bir kitap okurken nadiren duygulanırım. Kar Havası'nın sessiz güzelliği ve sakin sadeliğinin arkasında yatan Jessica Au’nun edebî gücü takdire şayan.” —Eduard Louis “Au’nun sakin ve güçlü odak noktası daha uzun bir kitabı kapsayabilirdi –ama bu roman zarif ve derin. Anlatıcının fotoğraf makinesinin diyafram açıklığına ince ayar yapması gibi, Au da ölçeğimizi seçmekte, neye dikkat etmemiz gerektiği konusunda bizi yönlendiriyor.” —The Guardian
81.40 ₺ -
Çinin Tuhaf Canavarları
Geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan, gizemlerle dolu, hayali Çin şehri Yongan’da insanlarla canavarlar evvelden beri bir arada yaşamakta, ırkları birbirine karışmaktadır. Genç bir zooloji öğrencisi, etrafından ve aile büyüklerinden duyageldiği canavar öykülerini bir roman içinde derlemeye karar verir. Bunun için toplayabildiği kadar hikâye toplamalı, mümkün olduğunca çok canavar tanıyıp doğalarını gözlemlemelidir. Neşeli Canavarlar, Kederli Canavarlar, Kurbanlık Canavarlar, Görkemli Canavarlar bunların başında gelir. Yongan’ın canavarları, insanlığın içindeki kötülüğün temsilcisi olduğu kadar yardımseverlikleri, doğaya karşı merhametli ve koruyucu tabiatlarıyla insanlardan daha “iyi” olabileceklerini de gösterir. İnsanın “kendi”yle “öteki” arasına çizdiği sınırı sorgulayan Çin’in Tuhaf Canavarları sosyal, kültürel, hiyerarşik, ideolojik pek çok düzlemde bu ilişkiye ayna tutuyor. 2021’in Öne Çıkan Kitapları —The New York Times 2021’in En İyi Fantastik, Bilim Kurgu ve Korku Kitapları —The Washington Post “Melankolik gerçeküstücülükle tanımlanan, yalnızlık ve varoluşsal sorulara odaklanan bu romana bayıldım. Hem bugüne dair hem de zamansız.” —Sharlene Teo “Postmodern bir fantastik masal dizisi gibi görünen şey, Yan Ge’nin kalemiyle beklenmedik bir şeye dönüşüyor: Gündelik varoluşun vahşi güzelliği üzerine bir düşünme biçimi, benlik ve ötesindeki dünya arasındaki kırılgan sınırların anlatısı.” —Anahit Behrooz “En iyisinden bir büyülü gerçekçilik örneği; muhteşem olanı, bu eğlenceli ve akılalmaz hikâye dünyada ya da her nerede geçiyorsa orada temellendirmeye yetecek ironiye sahip.” —The Wall Street Journal “Yan Ge’nin hikâye anlatımının genel etkisi rüya gibi, hipnotik, bazen belirsiz ama her zaman büyüleyici. Bu gizemli, iyi işlenmiş hikâyeler üzerine konuşulacak çok şey var.” —Publishers Weekly “Dokunaklı ve büyüleyici, Çin’in Tuhaf Canavarları şaşırtıcı derecede canlı ve rahatsız edici. Yan Ge’nin cesur hayal gücüne, sonsuz derinliğine ve felsefi ağırlığına hayranım. Bu kitabın her sayfası muhteşem.” —K-Ming Chang “Yan Ge’nin kitabı canavarların, Jorge Luis Borges veya Italo Calvino’nun etrafında toplanmış gerçeküstü vinyetlerin bir seçkisi olsaydı, muhtemelen yeterince ikna edici olurdu... Bir bütün olarak roman, canlı sahnelerin daimi bir tehlike duygusuyla örtüştüğü anlarla dolu.” —tor.com
218.30 ₺ -
Direniş
Abisine ithafen onun ve ailesinin hikâyesini kaleme alan anlatıcı Sebastián, Arjantin sokaklarında dolaşırken geçmişe döner, köklerinin peşine düşer. Anlatıcının annesi ve babası tıp eğitimi almış ve 70’lerde Arjantin’de cunta dönemini yaşamış devrim destekleyicileridir. Babası işkence görmüş bir Yahudi, annesiyse Katolik’tir. Tedavide insani yöntemleri geliştirmek için çalışan bu iki psikanalist solun farklı görüşlerini destekler: Baba silahlanmayı savunurken, anne silahsız mücadele taraftarıdır. İlişkilerindeki ortak nokta cunta dönemine dair taşıdıkları korku ve travmadır. Arjantin’de evlat edinecekleri yeni doğmuş bir bebek hikâyenin merkezine oturacak “abi”ye dönüşür. Bir kardeşin dünyaya gelişi ve Brezilya’ya zorunlu göç, aile için yeni kırılmalara sebep olacaktır. Direniş, kimliğin, aile bağlarının, sürgünün alabileceği farklı biçimlerin; bir yere, bir aileye, kendi geçmişinize ait olmanın ne anlama geldiğine dair bir anlatı. Jabuti Yılın Kitabı Ödülü 2016 (Brezilya), José Saramago Edebiyat Ödülü 2017 (Portekiz) ve Anna Seghers Ödülü 2018’i (Almanya) kazanan Direniş, Brezilya’nın yükselen edebiyat yıldızlarından Julián Fuks’un olağanüstü cesaretini ve becerisini sergiliyor. “Bu küçük kitap büyük bir etki yaratıyor. Brezilya, Portekiz ve Almanya’da prestijli ödüller kazandı. Fuks, izlenmesi gereken genç bir yazar.” ―The Guardian “Fuks’un becerisi, alenen ya da dolaylı olarak sergilenen dışlanmanın aile içindeki deneyimi nasıl şekillendirdiğini sessizce keşfetmesinde yatıyor.” ―New York Times “Etkileyici, sarsıcı ve son derece derinlikli.” ―Financial Times “Fuks’un yapıtı, biçim açısından güçlü bir meydan okuma. Bu, kimlik ve sürgün üzerine düşündürücü bir roman.” ―Publishers Weekly “Direniş okunması gereken, derin bir roman; aile, ev ve yerinden edilme üzerine bir düşünme biçimi. Fuks, Arjantin’den kaçtıktan sonra Brezilya’da yaşayan bir aileye odaklanıyor. Brezilya’nın askerî rejimden sonraki nesli hakkında okuduğum en iyi romanlardan biri. Fuks’un yazını keskin ve insancıl, samimi ve lirik. Çarpıcı bir çalışma.” ―Mark Haber “Her şeyiyle büyüleyici.” ―Irish Times “Harikulade bir roman.” ―Mia Couto “Sessiz bir başyapıt.” ―Asymptote
125.80 ₺