-
Selçukluların Haçlılarla İmtihanı
“Salâhaddin sağ olduğu ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik bulunduğu müddetçe Kudüs’ü muhasara etmek mümkün değildir.” İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard Müslümanların bu gazâdan duydukları sevinç bizim aramızdaki ihtilâf sebebi ile kedere dönmesin. Kinimi söndürmek için düşmanları Müslümanlara güldürecek bir yolu elbette tercih etmem.” Sökmen “Beni vuran bu ok, bütün Müslümanlara isabet eden bir musibettir.” Belek Gazi “Allah’a yemin olsun ki, şahsım ve İslâm’ın intikamını almadıkça çardak altında gölgelenmeyeceğim.” el-Melikü’l-Âdil Sultan Nureddin Mahmud b. Zengî Kudüs’ün Müslümanların elinde olması bahanesiyle ama aslında büyük bir ekonomik yıkım içerisinde bulunan Hristiyan Avrupa’ya yeni ekonomik çıkarlar sağlamak amacıyla organize edilen Haçlı Seferleri 1096 yılından itibaren pek çok kez düzenlenmiştir. Bu seferler İslâm dünyasında birçok olumsuzluğun yaşanmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Selçukluların Haçlılarla İmtihanı kitabında 1096 yılında başlayan bu Haçlı Seferlerinin günümüzde de farklı şekillerde devam ettiğini söyleyen Muharrem Kesik, bugün yaşananları anlayabilmek için bu seferlerin başlangıç hikâyesini iyi bilmek gerektiğini vurgulamaktadır. Kesik, bu çalışmasıyla bin yıllık Hilal ile Haç’ın mücadelesiyle birlikte, Sultan I. Kılıçarslan’dan Sultan I. Mesud’a, Danişmend Gazi’den Nureddin Zengî ve Selahaddin Eyyûbî’ye kadar adları unutulmuş kahramanların hikâyelerini tarihin tozlu sayfalarından çekip gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu kitapta şanlı tarihimizin gerçek kahramanlarının hikâyesini bulacaksınız…
240.50 ₺ -
Leyla Yokuşu
Farklı inançlara sahip kalplerin ortak gönüllerde buluşmasının hikâyesi bu… Bambaşka dünyalara ait insanların kesişen kaderleri… Gerçek huzurun ve aşkın peşinde beşerî aşkın manevi aşkla karşı karşıya gelmesi… Yıllara yayılan hazin bir ayrılık hikâyesi ve arayış içindeki kalplerin İslam’la tanışmasına vesile olan olaylar… Elliyi aşkın eseriyle Türk edebiyatının en üretken yazarları arasında yer alan Ahmed Günbay Yıldız, Leyla Yokuşu’nda farklı dünyalara ait insanların aşkın peşinde kesişen yollarının zorluklarını anlatıyor. Aşka, hayata ve inanca dair sorularla dolu etkileyici bir roman: Leyla Yokuşu…
185.00 ₺ -
Kalbim Kudüste Kaldı
Yüz yıl önce bugün… Kudüs, Gazze ve Filistin; Miracın beldesi, ilk kıblegâh… Birinci Dünya Savaşı’nın hakkında en az bilgi paylaşılan cephesinin ve Kudüs’ün düşüşünün hazin öyküsü… Evet!.. Devlet-i Aliyye’nin yıldızı batmak üzereydi. Yedi asırlık koca çınar bir yandan İngiliz, Rus ve Fransız kıskacında can çekişirken, bir yandan da dost bellenen Alman ve Avusturya ihanetiyle içten içe kemiriliyordu. Lawrenceların süslü vaatlerine aldanan Bedevi aşiretlerin isyanlarıysa cabası… Devlet Babanın son çırpınışlarına şahit olmanın ıstırabıyla kurtuluşu şehadette arayan Tabip Subay Faruk Hikmet… Beride kendi gerçeğini Meryem Anne’de bulmak ve kalbinin İsa’sını doğurabilmek uğruna ülkesini terk edip Kudüs’e gelen Rachel Weizmann… Rumeli, İstanbul, Halep ve Irak’tan sonra Filistin’e akan er kişi; Basel’den Viyana’ya savrulan ve nihayetinde Kudüs’te Anneler Annesini bulan hatun kişi… Aşkın ve hikmetin vârisi esrarengiz bir Sahaf, dönemin Mevlevî postnişinin subay olan oğlu, Kuşçu Baba ve onlarda kendilerini arayan iki hakikat talibi… Farkında oluruz yahut olmayız. Âşıklarımızı anarken “Tahir ile Zühre”, “Ferhat ile Şirin” deriz. Oysa Avrupalılar âşıkları yâd ederken “Romeo ve Juliette”, “Antonius ve Kleopatra” derler. Âşıkların “ile” sayesinde birbirlerine bağlanması, biri olmadan diğerinin yarım kaldığına alâmettir. Hâlbuki “ve” benzer ama ayrı olanları sıralamaya yarar. Keza bu topraklarda birbirlerini sevenler, mıknatısın iki ucu olurlar. Nikâh ile birbirlerine bağlanan sevgilileri “Zevc” ve “Zevce” olarak anlattığımız gibi mıknatısın iki ucu arasındaki cazibeye de “Zevciyat” deriz biz.
255.50 ₺ -
Simyacı Paulo Coello
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye’de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlânâ’nın ünlü Mesnevî’sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir “klasik” yapıt haline geldi. Simyacı, İspanya’dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir “nasihatnâme”; “Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?” gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
33.75 ₺ -
Şeker Portakalı
Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos’un başyapıtı Şeker Portakalı, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü”dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos’un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze’nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı “yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını” söyler.
150.00 ₺ -
Kılavuz İslamı Doğru Anlamak 4Cilt
Değerli kardeşim, Kılavuz: İslâmı Doğru Anlamak isimli kitabımın yazılış hikâyesini anlattıktan sonra sizden bir ricam olacak. Önce, Klavuz: İslâm-ı Doğru Anlamak ne demek? Çağımızda çok kılavuz var. O kadar çok ki, sanıyorum zor sayılır. Bu kılavuzların içinde eğrisi var doğrusu var. Bizim insan olarak en baş kılavuzumuz Allah rasulüdür. Sonra da, İslâmı doğru anlamak. Resûlullah’ın gölgesinde, İslâmı doğru anlamak bizi ona götürecek kılavuzdur.
75.00 ₺ -
-
Bir Gönül Mücadelesi
Şüphe yok ki, gideceği yer, çiçeklerin bile mutluluktan gülümsediği yer olacaktır. Ve her yolcunun hak ettiği yer, o yolcunun bolunduğu yolun sonunda onu beklemektir.
14.25 ₺ -
Çingene
Çingenenin yazılış hikayesi taa çocukluğumda başlar. Romanda yazdım ama burada da değineyim. Çocukluğumda ailece gece yarısı yolda kaldık. Kar diz boyunu aşıyordu. Köyümüzün yolunu bulmamız mümkün değildi. Bize en yakın köye “Çingene köyü.” derlerdi. Bu köyde Çingene olmayan asil romanlar vardı. O köye gidilmeye karar verildi. İsterse verilmesin, donmamıza az kalmıştı. Yanımızdaki kadınlardan biri, “Ayy onların evinde nasıl yatarız, pistirler, yorganları bitlidir... Ya bizim paralarımızı çalarlarsa... Hem zaten bizi içeri almazlar ki gibi sözlerin ardı arkası gelmedi. Bir ahşap evin kapısını çaldık... Bize kapıyı açan kadının candan ilgisiyle karşılaştık. İçeri bir girdik ki ev mis gibi temizlik kokuyor. Bize bir hizmet bir ilgi... Yemek... Tertemiz yorganlar... Romanların aleyhinde konuşan o gece nasıl yer üstünde kaldı bilmem. Gözlerim kadını yazdım zaten. Yıllar sonra İstanbul’a geldik. Önce Çağlayan’da yaşadık, yıllar sonra Kasımpaşa’ya taşındık. Kasımpaşa’da “Çingene” denilen Hazreti Adem’in öteki torunlarından komşularımız vardı. Gerçekten Romanların bazıları Çingeneleşmiş. Ama öyle Romanlar da var ki, asilliği, dürüstlüğü bizden farklı değil. Ne de olsa, aynı Adem’in torunlarıyız. Benim anlayışıma göre, çingenelik sıfattır ırk değildir. Ben istersem çingene olabilirim fakat Roman olamam. Çünkü ırkımı değiştiremem, ama karakter yapımı değiştirebilirim. Çünkü karakter külterel birikimle oluşur. Fakat öyle asil öyle dürüst, öyle güzel ahlaklı Romanlar tanıdım ki, içlerinde çoğumuzun hayran kaldığı kendi ırkımızın bazılarından çok daha üstünler dahi vardı. İçlerinde bizden çok daha asillerine rasladım. İçlerindeki hırsız, yüzsüz, kaptı kaştıcılar var diye her ırkın bütün insanlarının bu kadar hakaret görmesi benim canımı çok sıkıyordu. Üzülüyordum... Mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Karar verdim, Kasımpaşa’da oturan Roman çarşafla kapanan ve kapandıktan sonra çok hakaretler gören, kapanmadan önce dansözlük yapan hanımın hayatını roman yapacaktım. Dansöz olduğu dönemlerde, “Sen çingenesin.” diyen olmamış ona. Fakat kapandıktan sonra kendi ailesi bile “Çingenelere döndün.” demeye başlamış. İslâm’a dönüş yapan herkes, ilk dönemlerinde dik duruşlu vakur olur ama asla burnu dik olmaz. Ne varki, o izzetin habercisi dik duruşu herkes başaramaz. Bırakın duruşu, yırtmaçlı etek bile giyerde, yinede kendisini tavizsiz görür. Bahsettiğim hanım ilk yıllar çok iyiydi. Hayatını da dinledim. Araştırmalarımı da yaptım. Anlattığı her şey doğruydu. Fakat birgün şöyle birşey söyledi. “Yaşasın be, demek İslâm’ı yolda da şöhret olmak varmış. Romanım yazılınca şöhret olurum.” işte bu sözle film koptu. Şöhret hastalarından... Şöhret uğruna İslâm’ı kullananlardan nefret ederim. Anında onun romanını yazmaktan vazgeçtim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum Serpil Özkasap’la tanıştım. Mücahid ruhluydu. İhlaslı bir dönüşü olmuştu. Onun hayatına Kasımpaşa’da tanıdığım arkadaşın hayatını monte ederek, Romanların çilesini dile getirdim. “Çingenesin diye sınıftan koğulan çocuklardan, çingene gelini diye horlanan gencecik masum kızlara, kadınlara kadar çok önemli konuları işledim. Ve de çingene ırkı konusunda araştırma yaptım. Bu kitabı kim okursa okusun beyninde beyaz devrim olacaktır. Çingene romanımın yazılış hikayesi insanlık hikâyemle bağlantılı efendim.
17.25 ₺ -
Uzaktaki Çığlıklar
Baştan söyleyeyim, en çok beğendiğim kitaplar arasındadır. Yazılış hikayesi Singapur, Malezya’dan çok az olmak şartıyla, Avusturalya gezi notlarımdır. Televizyonda bir yazarı dinliyordum. 1918 yılında, Osmanlıya kurşun sıkmaya giden vagonlar asker dolu olan treni deviren kahraman Müslüman’ın öyküsü hakkında şöyle diyordu; “onlardan ilk kez ben bahsediyorum.” Hayret! İnsanlar kendi yaptıkları bir işi nasıl oluyorda televizyondan şişirerek ve de başkası yok gibi konuşabiliyor ben buna şaşıyorum. Nasıl şaşırmam ben o konuyu ve daha onlarca olayı, 1992’de yazmışım, biri 2006’da yazıyor ve diyor ki ilk olarak ben yazdım. Desin zararı yokta, insanın canını sıkan şey şu; benim suçum her televizyona çıkışımda yaptığım ilk işlerden kitapların birini anlatmamak suç gibi bir hava hakim oluyor. Şunu kimse unutmasın ki, Türkiye’deki birçok yazar-çizer benim en az onyıl arkamda kalıyor, çünkü okumuyorlar. Ben de üç dört yazarın arkasında kalıyorum ama sadece üç dört yazarın. Bu gün bana neler olduğunu merak ediyorsunuzdur, çünkü kendimden böyle bahsettiğimi sanıyorum ilk kez bu kitapcıkta duydunuz ve de beni tanıyanlar şaşırıyorsunuzdur, “Böyle nasıl konuşur,” diyorsunuzdur. Konuşurum, çünkü ben başımı eğdikçe bazıları tepemde tezgah kurmaya kalkıyor. Aptalmı sanıyorlar nedir, yazdıklarımı da okumadan bana taş atıyorlar. Yiğit taş atmaz. Açıkca konuşur, ama sevdiğine naz yapabilir. Adını çocuklarının hatırına anmadığım bu kişi, yazdıklarımın aleyhinde konuştuğu gibi okuyanların aleyhinde de konuştu. Benim, hiç okula gitmemişten tutun, profesöre kadar her kesimden okuyucum var. Bir gün okuyucu profesör müftü ve hatta hiç umulmadık yerden en yüksek makamdaki kişilerin (onlardan izin alarak) isimlerini vereceğim, eleştirenlerin feleği şaşacak. Hatta, millet vekillerinden, parti başkanlarına kadar da uzanabiliriz. Benim için en sevindireni çobanların, köydeki kızların genç ruhlu erkeklerin okuması sevindirici olanıdır. Bazı insanlar galiba alçak gönüllü olmakla aşağılık olmayı birbirine karıştırıyor. Aşırıya gittim, beni affediniz. Uzaktaki Çığlıklar, Avustural’yada gördüklerim, dinledikerimdir. Onu yazan ben olduğum halde, bazen şöylesine bir sayfasını açarım, (övmek gibi olsun zararı yok) sonra dalaar giderim. Oku Allah oku... Kısacası çok beğendiğim kitaplarımdan biridir. Bunu yukarıda söylemiş miydim? Söyledimse de tekrar okuduğumda silmeyeceğim.
15.00 ₺ -
Kıbrıs Sular İçinde Bir Yetim
Sadece annesi olmayanlar yetim değildir, asıl yetim; kimsesiz olmaktır. O da Kıbrıs'tır. Elinden tutacak gibi ümit verip; sonra yalnız bırakılıyor. Devlet yetkilileri birilerinden korkuyorlar. Eski adı AET iken, sonra "E"si kaldırılarak Avrupa Topluluğu oldu. Derken şimdi Avrupa Birliği'ne dönüşen sömürü kardeşler; bizim korkaklara "Hııı.. Cız" diye işaret edince Kıbrıs sular içinde bir yetim kaldı. Ama biz onu kurtaracağız. Biz, gerçek çağdaşlar. Yani Müslümanlar. Bir kaç günlüğüne Kıbrıs'a gittik. Ben bir konferans verdim. Ardından koptu "kıyamet." Gazetelerin bazılarında bana yapılan hakaretin haddi hesabı yok. Cübbeliler savcı ve hakimler "Bu kadın yavru vatandan defolsun." diye sokağa dökülmüşler... Bunlarda yetmemiş gibi başka gün şöyle bir başlık "Emine Şenlikoğlu'nu Erbakan Kıbrıs'ta Ferah partisi kursun diye göndermiş." Güldüm ve acıdım hallerine. Konferansıma gelen kalabalıklar gözlerine batmıştı anlaşılan. Tehditler de benim canımı çok sıkar. Hem de acaip sıkar. Ölürüm yine de tehdide pabuç bırakmam. Hemen bir basın toplantısı yaptım. Dedim ki; ben buraya birkaç gün için gelmiştim. Şimdi inadına bir ay gitmeyeceğim. Hadi bakalım beni buradan atın da göreyim. Savaşta canımızı verdiğimiz yere barışta gelemeyecek miyiz? Bu nasıl insanlıktır böyle vb. Tabiki sözüm Rumlaşmış beyinleri etkilemedi. Kendi inancıyla kalan Kıbrıslı Türkler, baş örtülüsüyle açığıyla beni onayladılar. Bize Rumların düşman olanları vardır, bunlarda bizim Rumlardı. Çünkü, düşman olan Rumlar bizden nasıl nefret ediyorlarsa bizim Rumlaşmış Türkler de aynen düşman Rumlar gibiler bize karşı. Fakat Kıbrıs'ta tertemiz beyni kirlenmemiş Türklerin de olduğu unutuluyor. (Rumlaşmış ifadesini kasıtlı kullanıyorum, ırk değil kastım, düşman Rumların ruhu. Rum olup da iyi olan insanlar da var). Ve üç beş günde döneceğimiz Kıbrıs'ta uzun süre kaldık ve ruhları bozulmamış asil Kıbrıs Türklerine konferans vermeye devam ettim. Beni korkutmak için tehdit edenlerden, sanıyorum yüreğimin Kıbrıs'tan daha büyük olduğunu anlamışlardır. Kısacası, Kıbrıs Sular İçinde Bir Yetim Böyle bir ortam da doğdu. Fakat bu kitabımda tutulmadı. Halbuki, İnsanlığın Belgeseli'nde olduğu gibi, en az onbeş roman okumuş gibi oluyor bu kitabı okuyanlar. Ne ki, Kürdün derdini dert etmeyen Türkler olduğu gibi Türkün derdini dert etmeyen Kürtler de var. Yine de kitabım ziyan oldu demiyorum. Bir kişi için bile yazmaya değerdi. Kaldı ki, üç baskı yaptı. Tabi ki az satılma sebebi sadece bazı Kürtlerin okumaması değil, ama ne? Onu tam olarak anlayamadım. Anlayan varsa bizahmet bana bildirsin.
13.50 ₺ -
Mihri Müşfik Hanım’ın İzinde
1903 Nisan'ında, 17 yaşında bir genç kız, elinde bavulu, etrafındaki ya görkeminden büyülenmiş bir halde Roma'nın orta yerinde dikiliyordu. Türkiye'de, Avrupa'da, Amerika'da yaşadı. Büyük savaşlar gördü. Büyük sanatçılarla birlikte oldu. Büyük bir ressam oldu. 1954'te New York'ta kimsesizler mezarlığına gömüldüğünde, ardında hep sınırlarda yaşanmış bir hayatın hatıralarını bıraktı. Mihri Müşfik, 20. yüzyılın başında Türkiye'de kadın olarak "var olma" savaşına kendini adamış bir figürdü. Aynı yüzyılın sonunda, aynı coğrafyada çevirmen Ulaş Ekin adım adım Mihri Müşfık'in izlerini takip edip İstanbul'u, Roma'yı, Paris'i arşınladı. Gerçekte Mihri Müşfikin izinden giden kahramanını nefes nefese kovalayan bir yazar mıydı yoksa sadece âşık bir erkek mi? Metinden çok yayınlanan fotoğrafa takılıyor gözüm. Mihri Hanım otoportresinin önünde poz vermiş. Elinde fırçası, başında boneye benzer 1920lere has şık şapkasıyla görünüyor. Şimdi fark ediyorum. Olgun bir kadın var karşımda. Kırkını devirmiş bir kadın. Ne zaman geçti onca yıl? Geride bıraktığı her şehirden bir yara devralmış gibi bakışları. Her aşktan, her ayrılıştan, altında yaşadığı her gökten bir iz var bu sefer Mihri Hanım'da. Gelecek, her zamanki gibi gözdağı veren müphem bir boşluk
83.95 ₺ -
Dünya Ve Ben
Bir planın parçasını oluşturan kitaplar vardır, bir de tıpkı trafik ışıklarında aniden fırlayıveren araba misali hayatınıza şiddetle giren kitaplar... İşte Dünya ve Ben, trafik ışıklarında aniden beliren türde bir kitap! Juan José Millás kendinden yola çıkarak Dünyayı ve insanın varoluş mitosunu sorguluyor. Yazmak ediminin sınırlarını zorlayarak önce yaralar açıyor ve yine o yaraları yazının gücüyle dağlıyor. Bana kendimle bir röportaj yapma işi verilmişti, alışkanlıklarımı gözlemlemek için kendi kendimin izini sürdüm. Günün birinde şöyle dedim kendi kendime: Babamın tıbbi cihazlar üzerine bir atölyesi vardı. Ve derken atölye gözümün önünde belirdi, içinde ben ve babamla Babam bir sığır filetosunda elektrikli neşteri deniyordu. Ansızın, Şuna bak Juanjo, yarayı daha açarken dağlıyor, deyiverdi. Anladım ki, yazmak da tıpkı babamın elektrikli neşteri gibi yaraları açtığı dakika dağlıyordu. O an neden yazar olduğumun sırrına erdim. Röportajı yapmayı beceremedim; sonunda ortaya çıkan bu romanla onu alt ettim. Çocukken üşümüşse insan, ömür boyu üşür! İspanyol yazar Juan José Millásın otobiyografik romanı Dünya ve Ben pek çok dile çevrildi. 2007de Planeta Ödülünü, 2008de Ulusal Öykü Ödülünü kazandı. Çocukken gelen üşüme asla geçmez. Hatta belki de bedenin gözeneklerine ur gibi sinip, elverişli dış koşulları bulduğunda, oradan tüm organizmaya yayılır. Soğuğun geldiği belli bir yer olmadığını ve onu durdurmanın bir yolu da olmadığını öğrenmiştim. Soğuk, atmosferin bir parçasını oluşturuyordu ve de hayatın. Nasıl ki gecenin varlık koşulu karanlıksa, hayatın varlık koşulu da soğuktu. Yer soğuktu, tavan soğuktu, merdivenlerin tırabzanı, duvarlar, şilte, yatağın demir başlığı buz gibiydi, lavabo musluğu ve genellikle kucaklaşmalar soğuktu. O zamanki soğuğun bugünkünden farkı yok; ısıtmaya rağmen kimi kış günlerinde kendini gösterir ve belleğin kayıtlarından gün yüzüne çıkar. Çocukken üşümüşse insan, ömür boyu üşür.
10.05 ₺ -
Pakize
Servet-i Fünûn Dönemi gazeteci-yazarlarından Süleyman Tevfik tarafından kaleme alınan Pakize, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış bir kadının hayat mücadelesini anlatıyor. Pakize, çok iyi şartlarda yetişmiş, iyi bir eğitim almış, güzel, zarif, iyi huylu ve temiz kalpli bir genç kızdır. Evlendikten sonra kocası, komşularının kızına âşık olmuş ve karısından ayrılmaya karar vermiştir. Gururlu bir kadın olan Pakize, yanına hiçbir şey almayarak evini ve varlıklı hayatını terk eder. Pakize'nin, küçük kızı Nerime ile birlikte hayata tutunma çabasının temsilidir bu roman.
71.25 ₺ -
Vefa Apartmanı
‘Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Yalnız, size, şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.’ Tevfik İleri 24.9.1961, Kayseri Cezaevi Ulaştırma, Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanı olarak yıllarca başarıyla çalışmış, Adnan Menderes’in yakınında bir devre tanıklık etmiş, Yassıada'da yargılanıp idama mahkûm edilmiş bir bürokrat… İdam cezası ömür boyu hapse çevrilen, kanserin pençesinde kısa sürede mum gibi eriyen Tevfik İleri… Ailesine yalnız şerefli, namuslu bir ad bırakan Hemşinli Tevfik… Tevfik İleri’nin Hemşin’den Vefa Apartmanı’na uzanan hikâyesinde yalnız bir “adam”ın hayatı değil, bir ailenin, bir ülkenin tarihi gizleniyor satır aralarına. Çalışma hayatı boyunca tuttuğu günceler ile Yassıada ve Kayseri Cezaevi günlükleri, Tevfik İleri’nin şahsında bir dönemin tarihini anlatıyor.
12.34 ₺ -
Araba Sevdası
Tanzimat sonrasında Batılı roman tekniği ile yazılan Recaizade Mahmud Ekrem'in "Araba Sevdası" romanı, eserin kahramanı Bihruz Bey'in şahsında o dönem İstanbul'unun gezinti yerlerinde sıkça rastlanılabilecek alafranga, Batı taklitçisi, mirasyedi paşazadeleri tenkit etmektedir. Devrinin toplumsal özelliklerini yansıtması bakımından büyük öneme haiz bu roman, Feryal ve Muhsin Korkmaz tarafından yayına hazırlanmıştır. Türk edebiyatında gerçekçi romanın ilk örneklerinden birisi sayılan bu eseri, sonuna bir sözlük ekleyerek "özgün diliyle" sizlere sunmakla kültürümüzün tanınmasına katkıda bulunduğumuz inancını taşımaktayız.
123.75 ₺ -
Eylül
Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan Mehmet Rauf'un Eylül'ü yazarın diline hiçbir surette dokunulmadan, eserin üslûb ve ses musikisi olabildiğince korunarak Enfel Doğan tarafından yayına hazırlanmış, kitabın son kısmına romanda geçen kimi kelime ve terkipleri içeren bir sözlük de konulmuştur. Eylül'ü, yazılışından yaklaşık yüz yıl sonra özgün diliyle yeniden yayınlayarak kültürümüze hizmet ettiğimiz inancını taşımaktayız.
22.50 ₺ -
Sergüzeşt
Türk edebiyatının Avrupalılaşması sürecinde önemli yer tutan Sami Paşazade Sezai'nin, ilk baskısı 1888 de yapılmış olan "Sergüzeşt" romanı; devrinin sosyal yaralarından birisi olan "esirlik" veya "beyaz esir ticareti" konusunu ele almış, Kafkaslardan kaçırılıp zengin konaklarına satılmak üzere İstanbul'a getirilmiş olan esir Çerkez kızı Dilber'in trajedisini hikâye etmiştir.
93.75 ₺ -
Karabibik
Karabibik, Edebiyatımızdaki ilk gerçekçi (realist) roman / uzun hikayedir.Kahramanları köylü olan bu eserde köy insanının yaşamı ele alınmış, Anadolu köylüsünün yoksulluğu, toprak ve araç gereç sorunları, duygusal yaşamları tam bir realizmle işlenmiştir. Roman türünün edebiyatımızdaki gelişim sürecini göstermesi bakımından büyük öneme haiz olan bu eseri sizlere orjinal metin ve özgün dili ile çeviri yazı şeklinde sunduk. Eseri sadeleştirerek yazarın dili ve üslübunu bozmak yerine, bugün kullanımı azalmış kelime ve terkiplerin metindeki anlamlarını içeren bir sözlük hazırlayarak sizlere sunmuş bulunmaktayız.
90.00 ₺ -
Zehra
Nâbizâde Nâzım ın "Zehra"sı, Türk edebiyatında psikolojik içerikli ilk roman sayılır. Eserde; kocasını çok kıskanan terk edilmiş bir kadının, kocasından ve kendisini uğruna bıraktığı yeni karısından intikam alma macerası anlatılmaktadır. Yayınevimiz, "Zehra"yı özgün diliyle, sözlükçeli olarak yeniden yayınlayıp okuyucularımızla buluşturmaktan gurur duymaktadır.
13.50 ₺ -
Taaşşuk-ı Talat Ve Fitnat
"Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat" Şemseddin Sami nin acıklı bir aşk hikâyesini işlediği roman sahasındaki tek eseridir. Fitnat, üvey babası tarafından büyütülmüş, onaltı yaşına kadar sokağa adımını atmamış bir genç kızdır. Talat, aile terbiyesi almış çiçeği burnunda bir kalem memurudur. Kafes arkasından gördüğü Fitnat a aşık olmasıyla olaylar başlar Toplumsal yapının önemli bir çekirdeği olan aileyi, kadını, ilişkileri yansıtan bu romanı; özgün diline sadık kalarak, sözlükçeli olarak sizlere sunmuş bulunmaktayız.
15.00 ₺ -
Felâtun Bey İle Râkım Efendi
Bu eserde; romanın kahramanlarından Felâtun Bey ile Râkım Efendi iki arkadaştır. Yanlış batılılaşmayı temsil eden ve kimlik bunalımı yaşayan Felâtun Bey, kendini çok bilgili biri olarak tanıtır. Râkım Efendi ise çalışkan, ağırbaşlı biridir. Bu iki tezat kişiliğe sahip arkadaşın yaşam şeklinden yola çıkarak yazar yanlış batılılaşmayı eleştirmektedir. O dönemin yaşam biçimini merak eden sizlerin, ilgiyle okuyacağınıza inandığımız bu romanı, özgün dilini koruyarak ve Sözlükçeli olarak yayımladık.
120.00 ₺ -
Bozgun Zamanı
Osmanlı nın Balkanlar daki beş asırlık hakimiyetinin sona erdiği Birinci ve İkinci Balkan Savaşı döneminde yaşanan bozgunda Rumeli deki Müslümanlar ın yaşadığı trajedinin anlatıldığı bir eserdir. Özellikle Bulgarlar ın bugüne kadar tarihten gizli tutmaya çalıştıkları vahşet dolu sahneler, bir avuç gönüllü sayesinde kurulan ve sadece 58 gün var olabilen Batı Trakya Cumhuriyeti günlerinde Olukçu Pehlivan ın Rodoplar ve Batı Trakya daki evlâd-ı fatihana zulüm yapanlardan aldığı intikam akıcı ve sade bir üslüpla anlatılmıştır.
168.75 ₺ -
Uçurum-Ölüme Mahkûm Edilmiş Roman
1944ün sonlarında Kızıl Ordunun işgal ettiği Bulgaristanda iktidar komünistlere devredilmiştir. İlk yıllarda neye uğradığını fark edemeyen Türk azınlığın, zamanla proleter diktatörlüğünün baş ucunda Demokles Kılıcı gibi sarktığını görmekte gecikmez Ve, çıkış yolları arama çabaları başlar Bir yandan gaddar bir iktidar ve onun ahtapot dokunaçlarına benzeyen beyinleri yıkanmış kişiler: Dikenbaş, Haşim, Şapatak, Destan vb Ve bocalamalar, facialar, gözyaşları Ve iktidarın gün gün daralan ateş çemberi.
240.00 ₺ -
Ağlatırsa Mevlâm Yine Güldürür
Ömer Osman Erendoruk bu romanında sizi Jivkov´un Bulgaristan´ına küçük bir geziye çıkaracak. Romanın kahramanı Cemil Hocanın şahsında Türklere, Çingenelere, Pomak Türklerine uygulanan Jivkov zulmüne, soykırım ve şiddetine tanık olacaksınız. Türkiye´de Bulgaristan ajanı, Bulgaristan´da da Türk ajanı olarak suçlanan hayatı sürgünde, hapishanede sıkıntılar içinde geçen Cemil Hocanın acıklı hikâyesini okuyacaksınız. (Arka kapak yazısı)
150.00 ₺ -
İçimizdeki İnci Taneciği
İnsanın olduğu yerde, umut da olmalı Çünkü umudun olmadığı yerde yaşamanın anlamı kalmıyor. Bu kitapta da bir umut yolculuğu var; özünü bulma, özlemlere kavuşma, özledikleriyle buluşma umudu Gerçek bir olaydan kesitler sunan bu roman, 1980´lerin ortasında Bulgaristan´da yaşananları anlatıyor. Yaşamanın her geçen gün daha da zorlaştığı, insanların umutlarını kaybetmemek için büyük baskılara maruz kaldığı bu ortamda, kaderin yolları bir aileyi buluşturuveriyor. Büyük zorluklara rağmen içindeki inciyi korumayı başaran bir genç, sonunda özlediği denize kavuşuyor Umutla yola çıkınca, yollar da umuda varıyor.
131.25 ₺