-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Ana Hatlarıyla Osmanlı Türkçesi ve Seçme Metinler
Üniversitelerin Tarih, Türk Dili ve Edebiyatı ve Sosyoloji bölümleri başta olmak üzere daha birçok disiplinde “Osmanlıca” ya da “Osmanlı Türkçesi” adlı dersler okutulmakta ve bu derslerde çeşitli kitaplar kullanılmaktadır. Mevcut “Osmanlıca” ya da “Osmanlı Türkçesi” kitaplarına bakıldığında, Türkçe, Arapça ve Farsça gramer konularının oldukça yoğun olduğu ve bunların her bir kitapta önemli bir yekûn tuttuğu görülmektedir. Bundan dolayı özellikle derse yeni başlayan öğrencilerin motivasyonunun sağlanmasında güçlük çekilmektedir. Ayrıca öğrencilere fazla gramer yüklemenin pratikte çok iyi netice vermediği de tecrübelerle sabittir. Dolayısıyla bu çalışmada mümkün olduğunca ağır gramerden uzak durulmaya gayret edilmiş ve öğrencilere pratikte en çok lazım olacağı düşünülen temel dilbilgisi konuları ele alınmaya çalışılmıştır. Bu gramer bahisleri sade bir şekilde ve çoğunlukla örneklendirme yoluyla izah edilmiştir. Kitapta ele alınan dilbilgisi konularının ardından, adeta ilkokul öğrencilerine hitap edebilecek kolaylıkta basit metinler ile başlanmış ve zorluk dozu gittikçe artan metinler ilave edilmiştir. Metin seçimi yapılırken sadece Tarih bölümü değil diğer ilgili bölümler de dikkate alınmıştır. Bu metinlerin orijinalleri temin edilmiş ve bunların tıpkıbasımları yapılacak şekilde yerleştirilmiştir. Zira öğrencilerin ilerde yapacakları araştırmalarda eserlerin özgün nüshaları ve dijital kopyalarıyla karşılaşacakları aşikârdır. Umulur ki bir ihtiyaca binaen ve yayımlanan bu çalışma sadra şifa olur.
350.00 ₺ -
Fatih Sultan Mehmede Nasihatler
Sultan II. Murad'ın ağzından, o sırada henüz çocuk yaştaki oğlu Şehzâde Mehmed'e onun kolayca anlayabileceği bir dille yapmış olduğu ahlâkî öğütlerden meydana gelmektedir. Burada baba ile oğul arasındaki konuşmalar bir üçüncü kişi ağzından nakledilmektedir. Sultan II. Murad oğluna hitaben dile getirdiği bu öğütlerinde, yaşadığı devrin ahlâk ve terbiye ilkelerine uygun biçimde, dünya hayatında başarıya ulaşma yollarının hemen yanı başında âhirete, yani öbür dünyaya ait düşüncelere de yer vermektedir. Padişaha göre bu dünya ile öbür dünya yan yanadır, birbirinden asla ayrılmaz; hatta öte dünya kaygısı yer yer bu dünya kaygılarına oranla daha önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca bu eserin özgün bir tarafı da bize, cihan fâtihi Fâtih Sultan Mehmed'in nasıl yetiştirildiğini göstermesidir. Değerli bilim adamı Abdullah Uçman'ın kültür dünyamıza kazandırdı bu çalışmada eser hem latinize edildi hem de günümüz Türkçesiyle verildi. Eserin sonunda da özgün nüshanın tıpkıbasımı yer almakta.
84.00 ₺ -
Sırrul Esrar Sırların Sırrı
İslâmî dönem tercüme faaliyetleri (9. ve 10. asır) kapsamında Aristoteles'e atfedilen siyasete dâir ilk eser Sırru'l-Esrâr'dır. Bu eserin Ortaçağlarda Doğu'da ve Batı'da sıkça başvurulan ve bilinen bir eser olma hüviyetine sahip olmasında Aristoteles'e atfedilmesi ve İskender'e hitaben yazılması önemli bir rol oynamıştır. Ortaçağdaki yaygın kullanımına ve bilinilirliğine rağmen bu kitabın menşei üzerine sorunlar günümüze kadar gelmiştir. Her ne kadar bir sözde-Aristo metni olduğu kesinse de eserin girişindeki diğer iddialar da sorgulanmaya muhtaçtır. Söz konusu kitabın elimizdeki en eski nüshası Arapçadır ve bu nüshada tercümenin Batrîk oğlu Yuhanna tarafından yapıldığı bilgisi bulunur. Eser, Arapçadan sonra Latinceye ve birçok Avrupa lisanına tercüme edilmiş; birçok sultanın ve kralın, Doğu'nun ve Batı'nın devlet idaresi konusunda başucu kitaplarından biri olmuştur. Sırru'l-Esrâr ilgi alanı yalnızca devlet yönetimi olmayan bir siyasetnâmedir. Ele aldığı konular başta devlet yönetimi olmak üzere sırasıyla, ahlâk, devlet memurlarının tayini ve idaresi, savaş taktikleri, tıp, fizyoloji (ilm-i kıyâfet), kimya, astroloji, taşlar ve bitkiler… olmak üzere oldukça geniş bir muhtevaya sahiptir.
175.00 ₺ -
Said Halim Paşa Bütün Eserleri
Mehmet Âkif'in deyişiyle, "Ümmetin en büyük mütefekkirlerinden birisi" olan Said Halim Paşa, son dönem Osmanlı düşünürlerinin tartışmasız en özgünü ve önemlisidir. Derin İslâmî kavrayışı, eserlerinde olduğu gibi kişiliğinde de kendisini somut biçimde gösteren Said Halim Paşa'nın hiç kuşku yok ki en önemli yanı düşünürlüğüdür. "Buhranlarımız" başlığı altında toplanan "Taklitçiliğimiz", "Meşrutiyet", "Bağnazlık", "Toplumsal Bunalımımız", "Düşünsel Bunalımımız", "İslâm Dünyasının Çöküşü Üzerine Bir Deneme" ve "İslâmlaşmak" ile son eseri "İslâm Toplumunda Siyasal Kurumlar", onun entelektüel gücünün kanıtıdır. Batı dünyası ve uygarlığı hakkındaki derin bilgi sahibi Paşa'nın eserlerinde Batı toplumlarının tarihsel, siyasal ve toplumsal çözümlemeleri oldukça geniş bir yer tutar. Said Halim Paşa'nın üzerinde önemle durduğu ikinci konu da İslâm dünyasının sorunlarıdır. O bu sorunları da üstün bir kavrayışla ele almış, nedenlerini, sonuçlarını büyük bir açıklıkla gözler önüne sermiştir. Ama bununla da kalmayarak, bu sorunlara ilişkin son derece akılcı, isabetli çözüm yolları üretmiş, önermiştir. Bugün, Türk toplumunun gündemini işgal eden ve düzeysiz tartışmalarla çözümsüzlüğe mahkûm edilen birçok konunun Paşa tarafından çözümlendiğini görmek şaşırtıcıdır. Bu da, Paşa'nın düşünce ve yapıtlarının günümüzde bile taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.
210.00 ₺ -
Mülkün Sultanlarına
Nasihat`ül-Müluk`ta İnsanın yaradılış amacını esas alarak siyaset düşüncesini ortaya koyan Gazali, varlığa hizmeti görevlerin en aslisi ve en asili kabul ediyor. Dünya mülkünde bir süre konaklayacak insanoğluna ve bu mülkte sınırlı bir zamanda egemen olacak devlet idarecisine ölümü hatırlatarak mülkün yönetimine ilişkin hem teorik hem de hikmetler dünyası ile harmanlanmış tavsiyeler dile getiriyor. Mülkü aydınlatacak, varlığa sükun ve huzur verecek, insanı şerefli bir varlık olarak yaşatacak ilkeleri dile getiriyor. Gazali, dünya hayatını bir ağaç olarak tasavvur ediyor: Köklerinin toprağın derinliklerine yol bulmuş tevhidi, dallarının ise insanların dünya mülkünde gerçekleştirdikleri iş ve eylemlerinin temsil ettiği bir ağaç. Dünyayı tanıma ve bilme ile kendini bilme de bu ağacın sulandığı iki kaynak durumunda. Gazali, &`;Hükümdarların gönülleri Allah`ın hazineleridir” diyor. Çünkü &`;Şefkat, azap ve cezaya dair yeryüzünde her ne meydana gelirse, hükümdarların gönülleri vasıtasıyladır.” Gazali bu gönüle seslenmeyi, insanlığın dünya mülkünde huzur ve adaleti yaşamasının şartı kabul ediyor. Mülkün Sultanlarına… sadece devlet yöneticilerini ilgilendirecek bir eser değil. O`nun tavsiyeleri, her türden yöneticiyi muhatap aldığı gibi, bu tür vasıfları olmayan insanlara da hitap etmektedir. Çünkü bu eser hem yöneticiye, hemyönetilene bilinç verecek, onlara güzel ahlâkın hassas ve ince yolunu duyuracak, adalet, hak, hukuk ve yaradılışa uygun davranmaya yöneltecek kılavuzluğa sahip.
182.00 ₺ -
Kırk Hadis Babanzade
Yaşadığı asırda ilmî ve irfanî vasıfları kendinde toplayan büyük âlimlerimizden biri de İmam Nevevî’dir. Eserleri ve örnek kişiliğiyle yüzyıllardır ümmetin her kesimine etki etmiş, müslümaların sorunlarına yeni bir yaklaşımla nebevî çözüm yolları sunmuştur. Onun bu anlayışını asırlara taşıyan muhalled birçok eserinden biri de hacmi küçük, mânası ve tesiri büyük el-Erba’ûn-Kırk Hadis isimli eseridir. Yüzyıllar boyunca müslüman camianın her tabakasında baştâcı edilmiş bu eseri, son asrın büyük mütefekkir/âriflerinden Babanzâde Ahmed Naim Efendi nefîs bir üslup ve incelikle Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bir tercüme olarak bu eserin, hadis gibi İslâm’ın ana kaynaklarından birine bin yıllık medeniyet birikimiyle, tabiri caizse İstanbul’dan nasıl bakıldığını ve nasıl anlamlandırıldığını görmek hususunda rehberlik etmesini diliyoruz. Yaşadığımız ilmî, içtimâî, kültürel ve hatta siyâsî inkıraz ve çıkmaza, dinin temel kaynaklarına ve onların yorumlarına yüzyılları bulan bir medeniyet birikimiyle bakan âlim/ârif seleflerimizin yaklaşımlarını keşfederek bir çözüm önerisinde bulunulabileceğini düşünüyoruz. Böyle bir yol tutarak gelenekten günümüze, kadîmden cedîde bir köprü kurmak, dinî kaynakların ve disiplinlerin tevhid nazarıyla ve sahih bir şekilde yeniden anlamlandırılması bu faaliyetin temellerini oluşturacaktır.
224.00 ₺ -
Ashabı Kehf Hikayesi
Medeniyet dünyamızda hakkında en fazla eser kaleme alınan hikâyelerden bir olan Ashab-ı Kehf Hikâyesi Kehf Sûresinin 9. ile 26. âyetleri arasında yer almaktadır. Bu eser ise müellifi belli olmayan Ashab-ı Kehflerden biridir. Hikâye çok katmanlı bir okumaya muhatap olarak adeta karşıtlıklar içinde açılımlar kazanan derinlikler sunmakta. Çünkü, bir yanda maddi güç ve iktidara sahip, Doğunun ve Batının hükümranlığı elinde olan, dolayısıyla dünyayı ele geçirmiş ve dünya tarafından ele geçirilmiş fakat dünyaya sığmayan, küfür ve delalet içinde bulunan ve şeytanın ayartmalarını hakikat zanneden bir kral diğer yanda iman ve hidayet sahibi, Hakka gönül bağlamış, hakikatten ve ona sadakatten başka hiçbir varlıkları olmayan, derin bir duyuş ve kavrayışla inanan yedi genç. Hikâye insanın dünyaya, gelip geçici olana, maddeye yönelmedikçe, şeytan tarafından alt edilemeyeceğini, ibadet ederek kibir duvarı ören kişinin ibadet etse bile ibadetinden gafil olacağını, kötülüğe devam edenin ibadet etse bile ibadetlerinin kendisine bir fayda vermeyeceğini, bilakis ibadetlerinin gafletine sebep olacağını göstermektedir. Gizli kibrin ve şeytanın iğvalarıyla ete kemiğe büründüğü, tanrılığını ilan etmiş krala karşı onun tanrılığını reddeden ve zulmünden kaçarak dağa sığınan Ashab-ı Kehf bütün hal ve davranışlarıyla bize bir örnek sunmaktadır: Kesin bir şekilde küfrün reddedilmesinin; yalanın, gelip geçici olandan kopuşun ve Hakka şeksiz şüphesiz teslim oluşun örneğini. Allah, Ashâb-ı Kehfi büyük bir mucizeye mazhar kılar. Onları 309 yıl uyuttuktan sonra uyandırır. Bu mucize, imanın temel esaslarından olan ?ölümden sonra dirilişin bir temsilidir. Ashab-ı Kehf yedi gençten meydana gelmesine rağmen onlar temsil ettikleri özellikler bakımından tek bir kişi gibi davranmaktadırlar. Ve bir ideale sahip insanların tek vücut, bir ve beraber olmalarının en ideal örnekleri olarak her zaman anılacaklardır. Ashab-ı Kehf Hikâyesinin metnini ve sadeleştirmesini kültür dünyamıza kazandıran Songül Aydın Yağcıoğlu metnin anlam evrenine nüfuz eden incelemesiyle de okurlarımıza bir armağan sunmakta.
182.00 ₺ -
Aristotelesten Savaş Adabı ve Ahlakı Adab-ı Harb ve Üslub-ı Ceng
"Savaş" bütün zamanların en çetin realitesi. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi tehlikeli. Bir bakıma da kullanımı niyetlere göre şekillenen doğal bir durum. İnsanın en soylu ve kayda değer taraflarından biri olabileceği gibi, yine insanın en zalim tarafını da açığa çıkarmakta. İster mücadele kelimesiyle dile getirilsin ister savaş kelimesiyle tanımlansın, insan önce kendindeki olumsuzluklardan başlayarak topluma ve tüm dünyaya doğru genişleyen bir perspektif içerisinde sürekli savaşmakta. Savaşı ve kavgası olmayan insan ne kadar insan? Ve olur olmadık her şeye savaş açan insan ne kadar insan? İnsanın bu dünyadaki yegane vazifelerden biri nerede ve hangi şartlarda bulunursa bulunsun barışa hizmet etmesi. Dünya tarihi iyiliğin ve kötülüğün mücadelesi şeklinde cereyan ediyor. İnsan da bu tarihte ya iyiliğe hizmet ederek kayda geçiyor, ya da kötülüğe alet olarak. Elbette "savaş"ın öncelikle kelimelerle olması, sözün önce kulaklara ve oradan da gönüllere ulaşmasıyla gerçekleşmesi en makbulü. Ya kulaklar duymak, gönüller nefretle dolu ise. İşte burada insanın temel değerleri koruması, erdemlere arka çıkması için başka yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Bu yüzden kalem ve kılıç iki savaş aleti olarak kabul edilmiş. Bazen biri yeterli olmuş, bazen diğeri ve çoğu zaman da her ikisi birlikte. İşte bir kalem erbabı olan Aristoteles'in kılıç erbabı olan İskender-i Zülkarneyn'e yazdığı bu eser savaşın bir adabı ve ahlâkı olması gerektiğini göstermesi bakımından önemli bir kaynak.
182.00 ₺ -
Arapların Gözüyle Türkler 9-12. Yüzyıllar
Arapların Gözüyle Türkler, Şerafeddin Yaltkaya'nın farklı zamanlarda Arapçadan tercüme ettiği ve Türklerin askerî ve ahlâkî üstünlükleri hakkında Arapça kaleme alınmış nesirleri ve şiirleri biraraya getirmekte. Bu üç metinden ilki meşhur Arap nesir yazarı ve âlimi Câhiz'in Risâle fî Fazâili'l-Etrâk–Türklerin Faziletleri; ikincisi İbni Hassûl'un 11. yüzyılda kaleme aldığı ve Kitabü Tafzîli'l-Etrâk Alâ Sâ'iri'l-Ecnâd–Türk Askerlerinin Üstünlükleri; son metin ise Şerafeddin Yaltkaya'nın kaleme aldığı 12 şair ve edibin Türklerin güzel hasletlerine dair şiirlerinden meydana gelmekte. "Türk'ün bütün ömür müddetini hesap etsen yere oturduğu günleri nâdir bulursun!... Türk, ser-azâde bir hilkate sahip olduğundan vatanındaki kadîm hayatına kavuşmayı ister ve daima vatanını diler. Ve kendi vatanına, herkesin kendi vatanına düşkünlüğünden ziyade düşkündür. Ancak Türk medeniyetinin vasıflarından olarak bir yerde oturmaktan ve uzun zaman durup bekleme, istirahat, hareketsizlik ve tasarruftan memnun değildir. Türklerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başları hoş değildir. Harekete daima hazır olarak tutuşup yandıklarından; harâret, zeka ve fetanet sahibi olduklarından daima iş ve güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine üstündür. Her şeyleri olup bitmiş bulmayı âcizlik; uzun zaman bir yerde oturmayı tembellik; rahatı ayak bağı; kanaati kusur; himmet ve muhârebeyi terk etmeyi alçalma ve acizlik kabul ederler... Türkler, değerlerini takdir etmeyen kimselerin nezdinde kalmayı, haklarını men' edenlerin yanında kalmaktan fena görürler. Türkler hissiyâtına mağlup olmayarak asla bir kavmi diğer bir kavme ve bir belde ahalisini diğer bir belde ahalisine tercih ve takdim etmezlar... Türk için hak ve hakikat adeta vicdanın bir maşûkasıdır. Onu bulduğu yerde ülfet kurmakta; âdetlerini, görenek ve töresini bırakmakta asla güçlük çekmez ve vatana olan iştiyâkını teskin etmeye de muvaffak olur... Türk hürriyet ve iradesini kimseye vermez, kaçacak olursa vaad ve tehdide ehemmiyet vermez, ele geçecek de olursa kimseden bir vaad ümidinde bulunmaz..."
126.00 ₺ -
Arabistan Seyahatleri Hicaz topraklarında Batılı bir Seyyahın Gözlemleri
John Lewis Burchardt, 18. yüzyıldan itibaren yıldızı iyiden iyiye parlamış görünen Batı dünyası adına genelde Doğu'yu, özelde ise İslam toplumunu ve bu toplumun, üzerinde dağılmış olduğu toprakları keşfedip anlamak isteyen bir seyyahlar grubunun öncülerinden birisi. Bu grup doğal ve kaçınılmaz olarak mensubu olduğu ya da adına çalıştığı ülke yönetim ve istihbarat unsurlarıyla bir şekilde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ilgili ya da ilişkilidir. Burckhardt, 2 Mart 1809'da Londra'dan başlayan seyahatine Malta'dan itibaren Hacı İbrahim olarak devam eder. Artık Müslüman bir tacir görünümündedir. Uzun süre Suriye'de kalır, Kudüs çevresindeki ‘kutsal toprakları' dolaşır ve sonra Mısır'a geçer. Esas itibarıyla üslenmiş olduğu görev Nijer Nehri üzerinde yer alan memleketlere ve kaynağına ilişkin bilgiler edinmek ve ortaya koymaktır. Fizan üzerinden Sahra çölünü geçip Nijer Nehri'nin yakınında bulunan Timbuktu'ya (Mali) doğru gitmeyi planlar. Hedefi olan güzergâh yönüne gidecek bir kervanı bekleyiş sırasında Nil nehri boyunca güneye doğru giderek Nubia seyahatini yapar. Kahire'ye dönüşünü Kızıldeniz'den Cidde'ye geçerek Hicaz topraklarında seyahatler yaparak gerçekleştirir. Dönem, Mekke ve Medine'de ve çevrelerinde Vehhabî işgalinin ve vahşetinin yaşanmış olduğu 8 yılın (1805-1813) hemen sonrasındaki dönemdir. Kahire'deki bekleyişi sürerken üç ay sürecek bir de Sina turu gerçekleştirir. Nihayet, 1817 Nisan'ında beklemekte oluğu kervanın haberini alır, ama o ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Kaderin onun için belirlemiş olduğu göç güzergâhı farklıdır. 15 Ekim 1817'de vefat eder. Son dakikalarında arzu etmiş olduğu gibi Müslüman âdetlerine göre defnedilir. Kahire'de Müslüman mezarlığındaki kabri başındaki mezar taşı onu Müslüman olarak nitelemektedir. Sonraki yıllarda bölgeye doluşacak olan Avrupalı ajanlar için yararlı ve gerekli birçok bilgi ve işaret bırakmak gibi bir hizmetlerinin olduğunu düşünsek de, Burchardt ve benzeri Batılı seyyahların o dönemdeki gözlem ve notları Müslümanların 19. yüzyıldaki durumu ve sonraki gelişmeleri daha iyi anlayıp değerlendirmeleri açısından belli bir öneme sahiptir.
350.00 ₺ -
Antik Felsefe Tarihi
Uzun yüzyıllar neredeyse ilgisiz kaldığımız Batı felsefesiyle Tanzimat sonrası yıllarda yeniden ilgilenmeye başlamamız şaşırtıcı değildi. Yüzünü Batı’ya dönen siyasetten sonra düşüncenin yüzü de Batı’ya dönecekti. Batı düşüncesi içinde ilk akla gelen de antik felsefe, daha doğru ifadeyle antik filozoflar olmuş, bu filozoflara ait hayat hikâyeleri ve metinler yavaş yavaş matbuat dünyasında görünmeye başlamıştır. Yirminci yüzyıl içinde Türkiye’de Batı felsefesine olan ilgi kuşkusuz ki çok önemli mesafeler almış olmakla birlikte antik felsefeye dair eserler telif veya tercüme yoluyla yazılmaya ve yayımlanmaya devam etmiştir. Batı dünyasında da bu ilgi eksilmemiştir. Bir anlamda iki bin yılı aşkın zaman boyunca ortaya çıkan müteakip filozoflar ve felsefeler antik felsefeyi yaşlandıramamıştır. Türkiye’de örneğin Walther Kranz’ın, Antony Kenny’nin, Julia Annas’ın Wilhelm Capelle’in ve temel eser olan Diogenes Laertios’un bu konudaki eserleri tercüme edildiği gibi birçok da telif yapılmıştır. Bu kitabın özellik ve önceliği Türkiye’deki bu tür yayınların ilki olmasıdır. 1854 yılında Fransızcadan tercüme edilerek basılan bu eser François Fénelon'a ait Abrégé de La Vie des Plus İllustres Philosophes de L'Antiquité kitabının Evvel Zaman İçinde A‘zamü'ş-şan Olan Filozofların İmrar Etmiş Oldukları Ömürlerinin İcmalidir adıyla yapılan tercümesidir. Mütercim, Krikor Kumaryan adlı, Ermeni olduğu anlaşılan ama hakkında elimizde bir bilgi bulunmayan bir Osmanlı vatandaşıdır. Günümüze kadar Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye’si antik felsefeyle ilgili yapılan ilk çağdaş tercüme kabul edilirken, aksine, Krikor Kumaryan’ın bu tercümesinin bu konudaki ilk ve son derece kapsamlı çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Krikor Kumaryan’ın tercümesi Türkçede mevcut antik filozoflarla ilgili diğer kitaplardan kıdem bakımından sahip olduğu önceliğin yanında tercüme dili bakımından da kendine özgü bir yere sahiptir. Kumaryan’ın Türkçesi o devre mensup bir Ermeni’nin Türkçesidir. Bu yönüyle yazı dilimizdeki sınırlı sayıda örnekten biri olan eserin dilini düzelterek aktarmayı uygun görmeyerek olduğu haliyle bırakmayı tercih ettik. Kitap basılırken, Ali Paşa’nın tavsiyesiyle, sayfalar Fransızca ve Türkçe olarak karşılıklı basılmıştır. Ancak biz yine özgün baskıdaki eski yazı ve yeni yazı sayfaları karşılıklı basmakla birlikte bu defa Fransızca metni haliyle ihmal ettik. Özgün baskıda Türkçe metinde paragraf uygulaması ve noktalama işaretleri kullanılmadığı halde (o yıllara ait bir özelliktir bu) yeni metinde paragraflar ve noktalama işaretleri Fransızca metinde uygulanan şekliyle gerçekleştirilmiştir.
336.00 ₺