-
Osmanlı Türkçesine Giriş
MUKADDEME Biraz geç kalmış da olsa, ülkemizde her geçen gün hayat damarımız olan Osmanlı Türkçesi’ne olan ilgi ve ihtiyaç kendisini daha fazla hissettirmeye başladı. Bu güzel his ve arayışın artık el yordamıyla değil, daha ilmî ve elle tutulup gözle görülür hale geçerek devam etmesinin zamanı da gelmiştir. Batılılar 1880’li yıllardan sonra, daha Osmanlı Devleti ayakta iken Osmanlı Türkçesi’ni öğrenmek ve öğretmek, bu arada keşfetmek üzere iyi çalışmalar yapmışlardır. Cumhuriyet devrinde ise bu sahada bu aziz millete bu işin dersini verecek duruma gelmeleri ve özellikle diplomatika ve siyakat yazıları hakkında ortaya koydukları eserler bizleri mahcup edecek seviyededir. Osmanlı Türkçesi’nin kaideleriyle birlikte; nesih, rik’a, divanî ve siyakat gibi kalemlerini esas alarak bütün devir ve konularını içeren bir külliyatını hazırlamak yirmi seneden beri düşünüp durduğumuz bir hedefimizdi. Zira geniş çaplı Osmanlı kültür eserlerine bir kapı açabilme yolunda metin ve mantığı uyumlu böyle bir giriş, bir anahtar hazırlamak mutlaka gerekli görünüyordu.Hâlbuki böyle bir çalışma ne Osmanlı devrinde ve ne de ondan sonra teşebbüs edilebilmiş bir hamle değildi, bu bakımdan da heyecan vericiydi. Bugün bu hususu çalışmada bize cesaret veren şeyler; çeyrek asırlık bir Osmanlı Arşivi tecrübesi ve Arapça ve Farsça hakkında hasbelkader bilgimizdi. Ancak bu cesaret yeterli gelmiyordu; biz de projemizi işin ehli değerli dostlarımıza ve Çelik Yayınları’na sunduk. Onlar da bu çalışmaya bizi teşvik ederek bilgi ve teknik bakımdan destek verdiler. Yer, zaman ve şartlar bundan daha iyi olamaz diye düşündük ve istişareler neticesi bu zor işe giriştik. Önce nesih yazısıyla kaide ve metinler kitabını külliyatın birinci cildi yaparak Osmanlı devleti ve kültürü ve yazılarını ayrı ayrı ele alan böyle bir eseri tamamlamaya niyet ettik. Böyle büyük bir işe teşebbüs etmenin pek kolay olmadığının farkındayız; zira bazı kaideleri vermekle beraber, ortaya tam olarak bir gramer kitabı koymuyoruz. Bununla beraber Osmanlı Türkçesi kullanıldığı sahası ve gelişme devirleri itibarıyla son derece geniş ve derindir. Bu uzun devirler içinde imlanın kendine göre değişme ve gelişmeleri vardır. Bununla beraber nesih ve rik’a belki çok alışılmamış bir yazı stili değil, ama divanî ve siyakat gibi yazılar bir bakıma ihtisas yazılarıdır. Ancak böylesine geniş bir kültürden istifade etmek bu yazıları öğrenmekten geçiyordu. Bütün tereddütlere rağmen, kendi kültürünün dilencisi durumuna düşmüş bir milletin bir ferdi olarak bunu icra sahasına koymak bizim için bir vazifeydi. Osmanlı Türkçesi denince; Osmanlı Devleti zamanında, bir tarife göre de 1908 tarihine kadar kullanılan Batı Türkçesi akla gelir. Biz Osmanlı Türkçesi tabiriyle Arap asıllı eski yazı veya daha yaygın ve mantıklı tabiriyle; İslâm harfleriyle yazılı Osmanlı Türkçesi’ni kastetmiş olacağız. Böyle bir çalışma ile neyi elde edeceğimiz meselesi burada anlatılabilecek bir konu olmadığından, bu sorunun cevabını vermek üzere de ‘Varlığımız ve Birliğimiz Açısından Osmanlı Türkçesi ve Tarihi Derinliği’ adlı eserimizi bastırmış bulunmaktayız. Zira ele aldığımız dil ve onun yazıları Bosna’dan Yemen’e, Kırım’dan Doğu Türkistan’ın doğu ve batısına kadar asırlar içinde yazılıp konuşulmuş bir lisandır. Bizim yaptığımız bu naçiz çalışma bu sahada ne ilktir ve ne de son olacaktır. Bu hususta şimdi hayatta olan ya da olmayan, her kimin ne kadar emeği geçmiş ise bizce tebrik ve takdire şayandır. Ancak biz bu eserle farklı ve yeni ihtiyaçları gözeten bir mantıkla yola çıkmış bulunuyoruz. Gayemiz; Osmanlı Türkçesi’nin kendi yazısı ve mantığı içinde öğrenilmesi ve müşküllerinin yine kendi içinde çözülmesini temin etmektir. Bu durumda dile Osmanlı devrinde nasıl yaklaşıldığı bizce mühimdir ve bu hususta yazılmış eserlerin çoğuna ulaştık. Bununla beraber şunun da farkındayız ki; biz artık bir asır öncesinde değiliz, bulunduğumuz zaman ve şartları da göz önünde bulundurmalı ve ona göre bir usul geliştirmeliydik. Neticede bulduğumuz usul; kendilerine yabancı bir dil olan Osmanlı Türkçesi’ni kendi çocuklarına öğreten İngiliz ve Fransızlarla, kendi evladına yine kendi dilini öğreten Osmanlıların birbirini tamamlayan ortak şeklidir. Bizce bütün mesele zor olanı hasbelkader kolaylaştırmak ve kapalı olanı mümkün mertebe izah edebilmektir. Ancak şunu da biliyoruz ki, bu işi lüzumundan fazla basitleştirmek veya öyle göstermek, onu yozlaştırmak ve ayağa düşürmekten başka bir mâna ifade etmez. Bu sahada hasbelkader çalışmaya niyetli olanlar, bu dilin ve yazıların eski bir tarihi, derinliği ve geniş bir coğrafyası bulunduğunu göz önüne almalıdırlar. Böylesine mühim bir konuyu dar mânada mahalli bir mesele olarak görmek doğru değildir. Diyebiliriz ki; ele aldığımız bu konu fevkalade kıymetli ve bir o kadar da gayret isteyen bir meseledir. Öyleyse buna bir camcı ve çömlek ustasının gözüyle değil, bir kuyum ustasının değerli taş ve madenler karşısındaki hassasiyeti, bilgisi ve usulleriyle bakmalı ve görmeliyiz. Osmanlı Türkçesi’nin ekseriyetle Türkçe ve yine kendi malımız olarak kabul etiğimiz Arapça, Farsça ve diğer dillere ait kelimelerden teşekkül ettiği bir gerçektir. Bununla iftihar etmekle beraber, bu dilin imla usulünü tatbik ve sözü anlama hususundaki kaideleri bilmeye ihtiyaç olduğunu da bileceğiz. Eskiler dile giren Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri bozarak yazmaya hakkımız olmadığını söylerlerdi. Bütün mesele evvela imlayı 18. ve 19. asır Babıâli kâtiplerinin tutarlı ve oturaklı haliyle becerebilmektir. Buna Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı eserinin imlası demek de mümkündür. Ancak metin okumalarında eskiye girildikçe durumun değişeceğini de bileceğiz. Zira daha eski eserler imlanın henüz oturmadığı devirlere aittirler. Bununla beraber devletin son zamanlarında imlanın farklı sebeplerle bozulduğunu da görmekteyiz. Bu çalışmaya numune olarak aldığımız metinlerin bazıları gayet basit olmakla beraber bir kısmı ağdalı cümleler, ıstılahlar ve eski tabirler ihtiva etmektedir. Şu da var ki; bu çalışmadan istifade edecek olan her fert bu külliyatta geçen her şeyi anlamak zorunda değildir ve böyle bir mecburiyeti de olamaz. Fakat bazen insanın neyi, niçin anlayamadığını bilmesi de kendi başına bir malumat ve yol göstericidir. Ancak şunu da belirtelim ki; Osmanlı Türkçesi’nde bugün bizim tatbik etmekten çok uzak kaldığımız bir şiirimsilik, farklı bir akıcılık vardır. Hadikatü’l-Vüzera’da Kuyucu Murad Paşa’dan bahsedilirken; onun esaretten kurtulup İstanbul’a gelerek Padişah’a bağlılığını gösterince kendisine Kıbrıs eyaletinin verildiği şöyle anlatılır:“Rehyab-ı reha olduktan sonra Asitaneye gelüb süm-i semend-nevend sultan-ı serbülende bende-nüvaze-ruy-i niyazi-i pay-endaz ittikde Kıbrıs eyaleti ile i’zaz olundu.” Evvela şunu kabul etmek gerekir ki; bugün kullandığımız dille burada ifade edilmek istenen incelik ve derinlikleri karşılamanın ne yazık ki imkân ve ihtimali yoktur. Bunun da ötesinde buradaki akıcılık ve ahengi hissettirmek de bir o kadar imkânsızdır. Nitekim,“...süm-i semend-nevend, sultan-ı serbülende bende...” tabirindeki sözleri anlamak bir tarafa, kulağa hoş gelen o sihirli seslerin güzelliğini inkâr etmek mümkün değildir. Yine: “...ruy-i niyazi-i pay-endaz ittikde Kıbrıs eyaleti ile i’zaz olundu” tabirindeki ‘endaz’ kelimesiyle ‘i’zaz’ arasındaki musikiye yeniden kulak vermelidir. Veya savaş meydanını tarif ederken top ve tüfeklerin gök gürültüleriyle tek ses olduğunu ifade eden,“Top u tüfeng-i ra’d aheng” tabiri de uzaktan uzağa bu gürültüleri tatlı bir saz ve ses sihriyle kulağa getirmektedir. Nitekim buradaki ‘tüfeng’ ile ‘aheng’in kafiyesini görmezden gelemeyiz. Belli bir kültür ve geniş mânalı bir misyondan uzun zaman evvel kopmuş bir milletin çocuklarına bugün yeni, köklü ve değişik bir usulü takdim etmek gayesiyle bu eser hazırlandı. Kitabın bu hazırlığı tatbiki tecrübelere dayanmakta olup, masa başında bir şeyler hazırlamak nevinden ve baştan savma bir iş olarak görülmedi. Kitabın hazırlığında, evvela alıştırmak gayesiyle basit metinlere yer verildi. Ardından Türkçe, Arapça ve Farsça unsurlar sıra ile ele alındı. Müfredatta gösterilen kaideler -fazla ağıra kaçmaksızın- verilip, ardından bununla alakalı sorular tevcih edildi. Bundan sonra kaidede anlatılanların tatbik edileceği bir metin ve hemen onu takip eden bir lügatçe konuldu. Sonra da konunun tamamlayıcısı olarak alıştırmalar verildi. Bu arada metin ve kaidenin birlikte yürütülmesi gözden ırak tutulmadı. Ekler kısmına ise fiil çekimleri cetveli ve tarihlerle ilgili malumat ve ebcet harflerinin değerleri gibi maddeler konuldu. Bu cildin ikinci kısmında yer alan metinler ise iki kısma ayrıldı: Birinci kısım doğrudan dizilerek ve yine basitten ağıra doğru teşkil edildi. İkinci kısım ise tıpkıbasım diye tabir ettiğimiz usulle alınan metinler olup bunlar da yine hafiften ağıra doğru kondu. Bu müfredatın tatbikinde hedef; evvela Osmanlı Türkçesi’ni doğru okuyabilmek ve bu okuduğu şeyi anlayabilmektir. Sünbülzade Vehbi bir beytinde şöyle der: Okumaya yazıdan çok sa’y et Ki, kalır nakş ile cahil hattat. Ancak bu sözler düşünüp anladığını yazabilmenin kıymetini düşürmez. Böylece imladan mânayı ve mânadan maksadı yakalayabilme yolunda mümkünse hem okumalı, hem de yazabilmelidir. Bu da iki taraflı bir gayreti ve neticede muvaffakiyeti icap ettirir. Bu merama ulaşma yolunda, hangi maksat ve seviyede olursa olsun, bu eserden istifade etmek isteyene, “biz bu kadarını yaptık, gerisi sana kalmış” mantığıyla hareket etmedik. Bilakis, “biz sizin için burada gerekli olan malzemeyi ve seçme fırsatını hazırladık. Bunlar arasından siz neye ve ne kadar ihtiyaç hissediyorsanız, onu alın ve gerisini bırakın” demiş olduk. Böylece gerek öğreten ve gerekse öğrenen için ihtiyaç ve seviyelere göre seçme şansı sunmak üzere programı elastiki kıldık. Faydalanmak isteyen dilerse sadece matbu veya el yazısı metin okur, dilerse sadece divanî ya da siyakat okur veya okutur. Eserin, araştırmacılar için faydalı olabilmesine elden gelen gayret sarf edilirken resmi ve özel teşebbüslerin ihtiyaçları da göz önüne alınmıştır. Yine fakültelerin Türk Dili, Tarih, Arşivcilik, Bilgi-Belge Yönetimi ve İlahiyat ve benzeri fakültelerinde okuyan arkadaşlarımızın da istifadeleri göz önüne alınmıştır. Metinler bütün bu sahalara uygun olarak titizlikle seçilmiş ve faydalı bilgiler veren ibretli konular olmasına gayret edilmiştir. Kitabın ikinci kısmında yer almış olan metinler arasında az da olsa Osmanlı sınırlarını aşan Türkçe metinler de kondu, buralarda bazı garip kelimeler bulunacaktır. Bu arada Arapça ve Farsça ibarelere hareke konması gerektiğini düşündük ve öyle yaptık. Bununla da kalmayıp onların ayrı bir başlık altında Türkçe tercümelerini de vermeye çalıştık. Bu arada metinlerin ilmi, edebi, tarihi hususiyetler taşıması gerektiğini de gözden ırak tutmadık. Eserin ilk cildinde Osmanlı devletinin resmi belgelerine girilmedi, zira bundan sonra gelecek eserlerde bunlar fazlasıyla bulunacaktır. Bütün mesele işi kolaydan zora, temel bilgilerden teferruata doğru adım adım götürmektir, diye düşündük. Şunu itiraf etmeliyiz ki; biz bu eserin, eski tabiriyle, müellifi olmaktan çok musannifi durumundayız. Yani doğuda ve batıda zaten var olan geniş malumatı bir nizam dâhilinde bir araya getirip sıraya koymuş olduk. Bu çalışmayı icra sahasına koyma hususunda bize bilgi ve cesaret verenleri de burada zikretmeden geçemeyeceğiz. Çelik Yayınevi başta olmak üzere arşivciliğimizin adları yâd edilmesi gereken simalarından Dr. Mustafa Küçük, Dr. Mustafa Çakıcı, Uzm. Yusuf İhsan Genç, Sinan Çuluk, Kemal Gurulkan, Numan Yekeler, Sinan Satar ve Şefik Kanyılmaz’ı hatırlamayı kendimiz için bir borç biliriz. Bu arada Osmanlı Arşivleri, İsam Kütüphanesi, Marmara İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı,Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi ve İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi mensuplarının da bu çalışmada birer payları olduğunu minnettarlık hisleriyle belirtmek isterim. Yine bütün çalışmalarımız hususunda bize maddi ve manevi destek verme hususunda hiç bir fedakârlıktan çekinmeyen biricik kardeşim Serhat Geridönmez’i ayrıca hatırlarım. Ebubekir Subaşı Sultantepe 2015
198.00 ₺ -
Oruç Sırları ve Fazileti
Allah, orucu kullarını korumak ve kurtarmak için, dostlarını himaye için bir kale ve bir kalkan kılmıştır. Oruç sayesinde onlara cennet kapılarını açmıştır. Oruç ibadeti, başka hiçbir ibadete benzemez. Çünkü bu, belli şeylerden uzak kalmak, belli bir zaman dilimi içerisinde, yeme, içme ve şehevi istek ve arzulardan uzak bulunmaktır. Bu açıdan başlı başına bir sır/gizli ibadettir. Dolayısıyla oruç tutanların alacakları ecirler, sayı ve hesaba gelmeyecek ve elektronik hesaplamalar ile değerlendirilemeyecek derecede fazladır. Çünkü Allah oruç tutanlara öylesine bir ecir akıtacak ki, bunun herhangi bir yerde dur ve durağı yoktur. Bunun belli bir sınırı olmaması da değerlidir. Çünkü oruç yalnızca Allah için tutuluyor, aynı şekilde Allah’a nisbet olunmakla da şeref kazanmış oluyor. Gerçi tüm yapılan Allah için yapılmaktadır. Hepsinin ayrı bir durumu, ayrı bir değeri ve yeri vardır.
42.00 ₺ -
Onlar Nasıl Kuldu
Nebîler Sultanı; geceler boyu, mübarek ayakları şişip üzerinde durulmayacak hale gelinceye kadar namaz kılar ve ibadette ısrar ederdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca; "Ben şükreden bir kul olmayayım mı?" buyururlardı... Putperestler hariç hemen herkes, "Ben Allah'ın kuluyum!" der. Ama nasıl kul? Azîz ve Celîl olan Allah bütün insanlara hitaben şöyle buyurur: " — Ey insanlar, sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibâdet (kulluk) edin. Tâ ki takva sahibi olasınız." [Bakara:21] Bu eserde; Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in, Ashab-ı Kiram' ın ve Cenab-ı Hakk' ın Veli kullarının, kul olmakta ulaştığı mertebeleri okuyacak ve takva sahibi olmanın insana verdiği mutluluğu hissedeceksiniz...
96.00 ₺ -
-
O Bir Osmanlı Ermenisi
"Hasan'la Suzan'ın Kerem ile Aslı'da beter fakat yazılıp söylenmemiş bir aşkları var!" deyince aklıma bir muziplik geldi: "Yoksa bana Hasan ile Suzan'ın aşkını mı yazdıracaksın?" Başını yana çevirerek ileri geri salladı: "Ah, Kerem'ler yok artık, Aslı'lar da ne yazık ki asıllarına sadık değiller!" İşin gerçeği ben gülerken de olsa irkilmiştim, o meşhur hikâyede de Kerem bir Türk, Aslı ise Ermeni kızıydı. Fakat şimdi alabildiğine kaynayan, Osmanlı Devletini temelinden sarsan hadiselerin içinde cereyan eden bu aşk hikâyesi çok daha yaman ve ibretli olmalıydı. Beni düşüncelere dalmış görünce: "Oğlum, artık benim kim olduğumu ve sana canlı şahit olarak çok şey anlatacağımı, belgeler ve bilgiler vereceğimi öğrenmiş bulunuyorsun. Hasan'ım bana Türklerle Ermeniler arasında geçen meselelere tarafsız ve insaflı bakma, böyle inceleme sebebi olmuştur; varsın beni Ermeniler Ermeni, Türkler Türk olarak görmesinler."
222.00 ₺ -
Nurul İzah ve Tercümesi
Surunbilali ve Eb-ul Zeyd El Şibli'nin eseri olan Nurul İzah asırlar boyunca İslam ilmihalleri arasında kendine saygın ve güvenilir bir yer bulmuş, medreselerde eğitim görülen dönemlerde temel eğitim kaynaklarından biri olmuştur. Eserin tercümesinde sade ve duru bir dil kullanılarak günümüzün okuyucusuna kolaylık sağlanmış, ayrıca bunun yanı sıra eserin orjinal Arapça metnini okumak isteyenler ve Arapçası'nı geliştirmek isteyenler için Arapça metinler de tercümenin yanına konmuştur.
36.00 ₺ -
Ne Olur Gitme
Ummadığı bir olayla karşılaştığında babaannesi, “işte böyle, hayat neler getirir, neler götürür bilinmez.” derdi. Tamer onun yaşam karesinden çıkmış, sessizce Muhammet girmişti. Muhammet bundan habersizdi, Ceren, onun için arkadaşının kız kardeşiydi sadece. Deli deli konuşuyordu Baran: - Sen bu gece bir hoşsun, beni Muhammet ağabeyle evlendirmek, aklından nasıl geçer? Evvela onun beni istemesi lazım.
72.00 ₺ -
Müslümanca Yaşama Sanatı
Elinizde bulunan bu mütevazı kitap; yanlış yollara sapan kimselerin hakikati görmelerine, inançlarını veya amelî vazifelerini düzeltmelerine, muğlak meselelerde doğru çözüm yapmalarına yardımcı olma düşüncesiyle kaleme alınan yazıların bir araya toplanmış olmasıyla meydana gelmiştir. Güvenilir kaynaklardan alınıp buket hâline getirildikten sonra din kardeşlerimize takdim edilmiş bulunmaktadır. Gayemiz, hak rızâsı için halka hakikatleri açıklamaktır. Hak ve hakikatler, ittibâ olunmaya daha lâyıktır. Tevfik ve inâyet ancak Allah Teâlâ hazretlerindendir. Kur’ân ola hâl-ü harekâtında delilin, Ahkâmına gafil beşer, ahkâmına râm ol; Fermân-ı hakikattir o düstûr-ı celilin, Fermânına râm ol da zaferyâb-ı merâm ol. İsmail Safâ
270.00 ₺ -
-
Mutlu Olabilmek Elinizde Bunun Farkında mısınız
Zorluklar insanın kuvvetini terbiye eder ve onu gelecekteki başarılara hazırlar. Hiç sıkıntı çekmeden, kolay bir şekilde arzuladığı hedeflere ulaşabilenler, oralarda başarılı bir şekilde durabilmeyi genel manada söylemek lazım gelirse beceremezler. Onlar bir bakıma kendilerini tesadüflere terketmiş gibidirler. Böyleleri bir süre başarılı gibi görünseler de, onlar bunun hazzını duyma konusunda sorunlar içerisinde olduklarını hissedebilirler. Mutluluk başarının ötesindedir. Başarı için çalışma, gayret, özveri gereklidir. Yaşam biliminin çözümlenmesi dersleri pek mühimdir. Öyle ise nereden bakarsak bakalım hayatın içerisinde acı, keder, üzüntü, sıkıntı vardır. Önemli olan sağlıklı, başarılı, mutlu olabilmeyi başarabilmektir. Zaten dünya hayatının bir sınav oluduğunu pekçok kimse bilmektedir. Bir örnek olarak kuşları ele alalım. Kuş ekmeğini bulabilmek için kar, kış demeden kilometrelerce yol katetmekte, türlü tehlikelerle karşılaşmaktadır. Kaldıki kuşlar aleminde ona yardım edebilecek, doktor, polis, jandarma ve diğer yoktur. Bilim bir bütündür. Sağlık, psikiyatri, psikososyal bilimler içinde durum aynıdır. Her ilim birbiriyle bağlantılıdır. İnsan kainatının en değerli varlığıdır. Bilim adamları insanlığın sıkıntı çekmemesi için yeni bilgiler elde etme telaşındadırlar. Sıkıntılarımızı yenebilmemiz için psikososyal savunma mekanizmalarımızı iyi bilmek lazımdır. Ruh sağlığının kaleleri hatırlanmalıdır. İnsanın ruhsal ve sosyal özellikleri ve başarılı uyumlarının esasları bilinmelidir. Bu manada oluşturmaya çalıştığımız referans merkezi mahiyetindeki kitaplar evlerimizden eksik olmamalıdır. Stresle mücadele teknikleri tahminlerin üzerinde çoktur. Bu kitabımızda kimileri, örnekleriyle halk sağlık eğitimi açısından, toplumumuzun istifadesine sunulmaktadır.
174.00 ₺ -
Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman
Zigetvar sahasında dağ ve gök Zülfikar kılıcının şeklini alarak yatarlarken, hilalin nazlı yükselişi yorgun Kanunî’ nin zihnine serin alevler vererek bir nebze coşturmuştu. Bilal’in ezanı kulağında uğuldarken, Hâlid’in nârası, Saad’ın satveti Kâbe’nin kokularıyla karışarak bir bad-ı sabanın kollarında gelip hüzünlü bir ferahlıkla etrafını aldı, kutlu bir davetin müjdesini getirdi. Hasta Padişah için uzun geçen bir geceden sonra sabaha karşı toprak üzerindeki karanlık örtü canavardan kaçan sürüler gibi dağılırken, onun ardından bembeyaz gümüşî sabah perdesi son bir kere daha yeryüzüne geriliyordu.’ Osmanlı’ yı gücünün ve ihtişamının doruğuna çıkararak Viyana kapılarına kadar dayanan, Anadolu’ dan Hristiyan Avrupa’ nın göbeğine aralıksız akınlar düzenleyerek dünya haritasını yeniden şekillendiren, Akdeniz’ i tam bir ‘’Türk Gölü’’ haline getiren, Süveyş’ te kurduğu donanma ile Kızıldeniz’ i ve Kutsal Mekke-Medine topraklarını emniyet altına alan, 71 yaşında ve hasta bir haldeyken bile ordusunun başında sefere çıkan, Zigetvar kalesi’ nin zaptı sırasında top sesleri arasında şehid olan SULTANLAR SULTANI…
144.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 6
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 5
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 4
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 3
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 2
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mişkatul Mesabih Cilt 1
Takriben hicrî V. (M.11.) asır sonlarından itibaren hadîs ilmi, daha doğrusu “hadîs metinleri üzerindeki çalışmalar” yeni bir renge bürünmüştür. Bu zamana kadar, hadîs metinlerinin zabta geçirilme muamelesi tamamlanmış, hadisler kitaplardaki yerini almış, kitap dışı bir metin pek bırakılmamıştır. Bu müddet zarfında kitaplarda senedleriyle birlikte yer almamış bir metin, şayet son asırlarda “hadis” olarak ortaya çıkmışsa, bunun hadis kabul edilmesi -prensip olarak- şüphe ile karşılanmıştır. Hicrî V. (M.11) asır sonlarına doğru ise yeni bir çalışma dönemine geçilmiştir. Artık eski metodla yapılacak yeni bir iş kalmamış; bütün sistem ve gelenekleriyle bir devir kapanmıştır. Öte yandan, bu devir vazifesini eksiksiz yapmış, fonksiyonunu şerefle icra etmiş ve haleflerine çok zengin bir miras bırakarak, nöbeti başkalarına devretmiştir. Bu yeni dönemin hadis çalışmaları, önceki dönemin çalışmalarından çok farklıdır. Artık çalışmaların esasını, rivayet sistemi usullerine göre şahıslardan senedli hadis toplayarak bunları tasnif edip kitaplaştırmak değil, hazine değerindeki bu malzemenin işlenmesi ve değerlendirilmesi teşkil etmektedir. Şahıs’tan rivayet bırakılarak, “kitap’tan rivâyet”e bu dönemde geçilmiştir. Sayıları oldukça artan hadis kitapları arasında dağınıklık arz eden metinlerin, senedleri atılarak bir araya toplanması ve müşterek metinlerin birleştirilmesi çalışmalarının çığırı bu dönemde açılmıştır. Bu dönemde ilk dikkati çeken çalışma mevcut hadis kitaplarından yapılan seçme hadislerin belli bazı gruplar içinde birleştirilmesidir. Hatîb Et-Tebrîzî’nin bu eseri; meşhur hadis kitaplarından olan; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, Dârimî, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned”i, İmam Şâfiî’nin “el-Müsned”i, Dârekutnî’nin “es Sünen”i, Beyhakî’nin “Şuabu’l-İman”ı, Rezîn’in “et-Tecrîd” ve az sayıda diğer kitaplardan seçilmiş, mana ve içerikleri açık ve delaletleri kesin hadisleri kapsamaktadır. Muhteviyatı; iman, ilim, ibâdet, ahlâk, edep, muamelât, siyer-i nebî ve ashabı kiram hakkında bilinmesi gereken îtikâdî ve fıkhî hükümleri kapsamaktadır. En kıymetli hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
330.00 ₺ -
Mezhepler Tarihi Hayati Ülkü
Mezhep kelimesinin lûgat mânası; gidilen, tutulan yol; felsefe çığırı veya bir dinin şubelerinden biri, anlamına gelmektedir. Batı dillerinde buna doktrin, ekol veya sistem adı verilir. İstılah’ta ise mezhep; bir Müçtehid’in çıkardığı ahkâmın hepsine denilir. Dinde genel olarak bu anlamda kullanılır. İşte elinizdeki bu kitap, İslâm’da çeşitli sebeblerden dolayı meydana gelen hadiseleri sizlere aksettirmeye çalışmaktadır. İmamet, Fikrî ve Fıkhî sahada münakaşalar ve münazaralar sonunda ortaya çıkan meseleleri, fırkaları ve mezhepleri ele alarak milâdî yedi ile onbeşinci asırlar arasında meydana gelen siyasî olaylara ve siyasî tarihe kısmen de olsa bir ışık tutmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile -Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz ve O’nun güzide ashabından sonra- yüce dinimizin siyasî olaylar dışında ne gibi güçlüklerle karşılaştıklarını ve bu güçlüklerin, siyasî olaylara nasıl itildiğini anlatabilmek için bu eseri kaleme aldım. Böylece, hemen herkesin, bilhassa İslâm dini ile meşgul olan kimselerin, arzu ettikleri bir sahayı zannımca doldurmaya çalıştım. Maksadım, elinizdeki bu kitabımla sizlere İslâm’da meydana çıkan bütün mezhepler hakkında -kısa da olsa- bir bilgi vermektir. Hayati Ülkü
120.00 ₺ -
Meriçin Gelini
“Denizdeki tüm dalgalar durdun rüzgarlar esmesindi, yıldızlar sönsün ay parçalansındı, beş kıt’ada’da bir zelzele oldun ve Harun çılgıncasına bağırsındı: -Rümeysa!... Rümeysa!.. Genç adam duyduğu ızdıraba daha fazla dayanamadı, yüksek sesle gerçekten bağırmaya başladı: -Rümeysa!.. Rümeysa!.. Hissettiği ayrılık acısı müthişti. Tertemiz, büyük aşkları bir anda hikaye olmuştu. Bu güzel romanı okumaya başlayınca elinizden bırakamayacaksınız.
90.00 ₺ -
-
Leylak Kokulu Sokaklar
Çocukluğum 1970 li yılların Ankara'sında geçti... Ankara, şimdilerin büyük bir kasabası gibiydi o zamanlar. Binadan çok boş alan vardı, yanı yöresi boş olurdu ulaşımı güç evlerin. Ana caddeden sonrası genelde toprak olmasına rağmen, bizim sokağa asfalt yollardan ulaşırdık. Sebebi sanırım Merkez Bankası Evleri idi. Merkez Bankası evleri, birer dönüm araziye kurulmuş, iki katlı, bakımlı ve zamanının en lüks binalarıydı. Rengarenk çiçeklerle bezeli, ağaçlarla, en çok da baharın müjdecisi, kendine has renkleri ve şekilleriyle mis kokulu çiçekler açan leylak ağaçlarıyla süslü harika bahçeleri vardı. Şimdilerde eser kalmamış o görüntülerden. İhtişam dolu evler, malikâneye benziyorlar dışarıdan. Bahçe duvarlarından başlıyor gösteriş ama bir şeyler eksik kalıyor hep, leylak kokmuyor artık o sokaklar. Oralarda gezinerek büyüyen yürekleri, efsunlu rayihaları içine çekerek huzur bulan gönülleri, sayısız hayata tanıklık eden o, lila-yeşil gösterisinin her derde deva olduğunu, önünden geçenleri kokularıyla büyüleyerek hayal dünyasına sürüklediklerinden bihaber, kıymışlar leylak ağaçlarına. Ağlamaklı gittiğim bu yollardan neşeyle dönüşümü, Leylak ağaçlarıyla paylaştığım sırlarımı, Rüzgârla birlikte, leylak kokularına karışıp uzaklara sürüklenen çocukluk hayallerimi hiç mi hiç bilmiyor yeni sokak sakinleri. Kim bilir, bencileyin, ne kadar çocuk büyüttü hâlbuki o güzelim ağaçların gölgesi. Kim bilir ne hayaller kuruldu o rayihalar eşliğinde. Kim bilir neler yaşandı o "Leylak Kokulu Sokaklar" da.
156.00 ₺ -
Diclenin Son Türküsü Kutül Amara
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki gazeteler, Türk Ordusunun İngiliz Ordusu karşısındaki bu zaferine kayıtsız kalmamış, onlar da bunu kendilerince şöyle tefsir etmişlerdi: “Kûtü’l-Amâra zaferi İngiltere’yi içeride ve sömürgelerinde zor durumda bırakacaktır. Kût’un bu şekilde sükûtu İngilizler hesabına askerî ve siyasi bakımdan büyük bir darbedir. Nitekim İngiltere’nin Şark’taki itibarı sarsılmıştır. Gelibolu hezimetinden altı ay sonra burada yeni bir hezimete uğramaları İngilizlerin İslam dünyasi üzerinde sahip olduğu nüfuza büyük bir darbe vurmaktadır. Bu muzafferiyet Türkiye’nin Müslü- man cemiyetler nazarındaki nüfuzunu yüceltecek ve İngilizler de bunu pek yakında kafalarına sokacaklardır.” Bazı İngiliz gazeteleri ise şöyle yorumluyorlardi: “Çanakkale’den sonra lrak’taki bu mağlubiyetle üzerinden güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu nüfus ve şanından yara alıp temelden sarsılmıştır. Bir İngiliz garnizonunun teslim olması bu savaşın ilk ve bu yüzyılın nadir birkaç örneğinden bir tanesidir.” Çanakkale'den sonra İngilizlerin uğradığı en büyük yenilgi olan ve bizlere unutturullan Kutü’l-Amâre Savaşını tarihçi ve Osmanlı arşivleri uzmanı olan Ebubekir Subaşı'nın kalemin- den okuyacaksınız.
198.00 ₺ -
-
Kuran Okumanın Adabı ve Fazileti
İçinde yer alan kıssalar ve haberlerle insanların ibret almalarını sağlamak için düşünce ufuklarını genişleten yegane kitap. Bu sayede en güçlü metodu, en doğru yolu açıklamış, içinde yer alan hükümlerin açıklanmasıyla düşünce alanımızı genişletmiştir. Allah bu kitabında helal ve haramı açık olarak ortaya koymuş, bizzat bir nur ve ziya olarak kitabını önümüze vermiştir. Yanlış saplantılardan kurtuluş ancak bu kitap sayesinde mümkündür. Çünkü bu kitapta gönüllere şifa olacak hükümler yer almaktadır. Rasulullah (sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor: “Sizin en hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğretendir.”(Buhari) Yine Rasulullah (sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor: “Yüce Allah, varlıkları yaratmazdan tam bin yıl öncesinden Taha ve Yasin sûrelerini okudu. Melekler bu okunan Kur’an’ı duyduklarında/dinlediklerinde, dediler ki: “Üzerlerine bu sûreler inecek olan ümmete müjdeler olsun. Bu sûreleri hafızasında ezbere tutanlara müjdeler olsun, bu sûreleri dilleriyle okuyanlara müjdeler olsun.” (Darimi)
72.00 ₺ -
Tahtsız Padişah Kösem Valide Sultan
Harem’e giren gözü dönmüş askerlerin tatlı canına kıymak üzere üşüştüğünü gören Kösem Sultan önce söz silahını çekti ve bu gayyadan kurtulmaya çalıştı. Olmayınca, para ve servetine el atıp altınla dolu hazînesini teklif etti. Ancak kapıya dayanmış olan ecel aman vermek istemiyordu. Her saniyesi bir saat gibi gelen bu dehşetli zaman zarfında geriye bir tek yol kalıyordu; tam bir yiğit gibi dövüşmek... Nitekim Kuşçu Mehmed denilen rezille arasında zorlu bir boğuşma patlayıverdi. Zilletin prangasını azı dişleriyle çiğneyip tüküren o asil küheylan, ak saçlarına rağmen nefsi müdafaaya girişmeyi seçiyordu. Nitekim sonu mutlak bir ölüme çıkan bu er meydanında kükremiş bir arslan gibi dövüşüyordu. Bu esnada canı yanan Kuşçu, o sefil hançerini Kösem’in gözüne saplayıverdi. Şimdi ulu Vâlide’nin yorgun ve ateşli başı yaz yağmuruna tutulmuş bir taş gibi terlerken, narin vücudu kızıl kanında yıkanıyordu. Eşsiz Vâlide’nin baş kâtili onu öldü zannederek bıraktı. Tam da bu kanlı odadan uzaklaşmaya başlamışlardı ki, onun inleyerek nefes aldığını farkettiler. Bu kanlı gecenin şansız kâtilleri o dişi kaplanın yılmaz göğsüne çakılı örste hâlâ hayat demirinin dövülmekte olduğunu anlamışlardı.
174.00 ₺ -
Kırkıncı Suikast
Allah Resulü’ne (a.s.m) yapılan saldırılar ve suikastlar yalnızca tarihi bilgi olarak değil ona karşı duyulan, kin, nefret ve öfkeyi göstermesi açısından da oldukça önemlidir. Asr-ı Saadette meydana gelen olaylar araştırıldığında açıkça görüldüğü gibi ona sadece Mekkeli müşrikler değil, hak ve hakikate düşman olan herkes kızıyor, kin ve nefret duyuyordu. İslam’ın yayılması ile maddi manevi çıkarlarını kaybedeceklerini düşünenler öfkeden yerinde duramıyor, Efendimize zarar vermek için ellerinden gelen her türlü kötülüğe başvuruyorlardı. Aradan yüzyıllar geçtiği halde Efendimize ve İslam’a duyulan bu kızgınlık hiç azalmadı. Her asırda ona hakaret etmeye cüret edenler olduğu gibi, şahsına ve hadislerine saldırarak getirdiği davete savaş açanlar eksik olmadı. Onun tüm insanlığa örnek olan yaşantısı, sözleri, hal ve hareketlerini saptırarark onu yanlız tanıtmak sureti ile mahkum etmek isteyenler, bunun için özel eğitim alanlar, ömürlerini bu yola adyanlar iyi bilmelidir ki yaptıkları bu modern suikast girişimleriyle Efendimize zarar vermiyor, bilakis kendilerinin de parçası olduğu insanlığın huzur ve mutluluğunu yok ediyorlar.
84.00 ₺