-
Masal Estetiği
Yazar Masal Estetiğinde insanlık tarihi kadar eski bir konuyla karşımızda: Masal. Her şeyin masalı anlatılır da masalın masalı anlatılmaz mı? Anlatılır elbet. Masa, tümüyle kendine ait bir dünya. Zıtların ahenk içinde bir arada olduğu, rüyalar ve mitoslarla karışık. Zaman zamansızlık, mekân mekân ötesi. Olağanüstü varlıklar, sihirli eşyalar, ya in ya da cin olan tebaa... Masalın çocuk dünyasında eğitici bir rolü olduğu tartışılmaz bir gerçek. Masal çocukların hayal dünyasını geliştirirken onlara soyut düşünme yeteneği de kazandırır. Hele “masalcı”, dilin inceliklerine vakıf biriyse... Mevlâna, “Masallarda nice hikmetler, nice öğütler vardır” derken masalın eğlence, vakit geçirme, çocukları oyalama gibi özelliklerinden çok daha farklı bir yönüne değiniyor. Zira Şark kültüründe masalın esas yapısını kıssadan hisse çıkarma esprisi oluşturuyor. Cemil Meriç’in de dediği gibi “Avrupa’da masal için önemli olan hikâyenin kendisidir. Oysa Doğu kültüründe masaldan çıkarılacak ders esastır.” Bunun için klasik eserlerimizin birçoğunda dini ve tasavvufi telkin hayvan hikâyeleriyle yapılır. Bu anlamda Mesnevi, Bostan, Gülistan, Marzubanname, Baharistan, Tutiname şark masal geleneğinin birer devamıdır. “Masal Estetiği”, bu geleneği beslendiği tüm detaylarıyla ortaya koyan önemli bir eser…
6.51 ₺ -
Kanuni Hicviyesi
Keder ve öfke hisleriyle nazmedilen meşhur “Şehzâde Mustafa Mersiyesi”ni yorumlayarak dönemin olaylarına edebiyata yansıdığı pencereden ışık tutuyor. Yükselen bir şair ve padişahın kulu bir asker, dünyanın en güçlü hükümdarı Kanuni’ye itham ve hakaretleri cesaretle yöneltiyor. Yiğit şair, haksız yere idam edilen şehzadeye dökülen gözyaşlarına tercüman oluyor. Üstelik kıvrak zekası ve ustaca kullandığı dil sayesinde eserinde kendisini mahkum ettirebilecek hiçbir delil bırakmıyor. Entrikalarla padişahı kışkırtan düzenbaz vezir Rüstem Paşa ve padişahın gözdesi Hürrem Sultan da suçlamalardan nasibini alıyor. Halkın ve ordunun kendisine ümitler bağladığı bir şehzade, tahtının oğlu tarafından ele geçirileceği vehmiyle aldatılan ihtiyar bir baba, sahte mektuplar, yargısız infaz, tarihi etkileyen bir idam, galeyana gelen ordu, zapt edilemeyen bir kalem, haksızlık karşısında susmayıp ikbal vadeden bir hayatı feda eden bir şair, Türk edebiyatı tarihinde bir hükümdar aleyhinde ilk defa bu derece sivrilen bir dil, hakaret mi yoksa iltifat mı kestirilemeyen bir üslup, bundan cesaret alan kadınlı erkekli bir şairler topluluğu, daima mutlak otoritenin yanında olmakla itham edilen bir edebiyatın sıra dışı kahramanları ve hicvedilmense rağmen susmayı tercih eden dünya hâkimi bir hükümdar…
9.60 ₺ -
Büyük Yazarın Gizli Evreni
Bir dostluğun hikayesini okuyoruz bu kitapta. İrlanda’yı terk etmiş, Paris’te yeni heyecanların peşine düşmüş, sanatın ardında yolunu bulmaya çalışan genç bir ressam Arthur Power ile ülkesi İrlanda’dan yine aynı şehre, fakat farklı bir şeyler bulmaya gelmiş James Joyce’un dostluğu. Bu iki farklı karakter, sohbetlerinde edebiyat okurlarının hep merak ettiği ancak izine pek rastlayamadıkları pek çok sorunun cevabını veriyor. Röportaj taleplerini kabul etmeye çalışan, sınırlı bir sosyal yaşam sürdüren James Joyce, dostluğun hatırına dünyasını Arthur Power’a açıyor. Sanata, edebiyata, hayata dair düşüncelerini samimiyetle paylaşıyor, böylece bu kitapla bir yazarı, dehasının ötesinde insan olarak da tanıma fırsatı buluyoruz. Anavatanını terk etmiş bir yazarın, Paris’te yaşadığı gönüllü sürgünün hikayesini okuyoruz... • James Joyce modern edebiyata yeni bir boyut kazandıran eseri Ulysses için neler dedi? Eleştirmenlerin anladığı Ulysses ile James Joyce’un sunduğu profil arasında bir fark var mı? • Ünlü yazar, Rus roman geleneği için neler düşünüyor, Joyce için Tolstoy kimdir, Dostoyevski nasıl bir yazardır? • Fransız çağdaşları için söyledikleri, Andre Gide, Proust ve diğerleri... • Ünlü şair T.S. Eliot ve eseri Çorak Ülke hakkında neler düşünüyor, şiiri hangi açılardan değerli buluyor? • Hemingway ve Amerikan kültürü üzerine söyledikleri...
111.00 ₺ -
Pan
"Teğmen Thomas Glahn′ın Notlarından" ikinci başlığını taşıyan Pan romanı (1894) hem güçlü bir aşk romanı, hem de zengin bir tabiat övgüsüdür. Hamsun sadece bu eseri yazsaydı yine büyük bir şair sayılırdı. Modern psikolojinin canlı bir anıtı sayılan bu eser, kelimeler arasında yaşattığı inceliklerle bir şaheser değeri taşır. Pan, Knut Hamsun’un Victoria-Pan-Rosa üçlemesinin ikinci kitabı. İnsan ve doğa ilişkisi üzerine yoğunlaşan Hamsun, yüzyıl başındaki insanın yalnızlaşmasını, toplumdan uzaklaşıp doğayla baş başa kalışıyla birlikte kendi doğası üzerine düşünmesini ve hızla yükselen kapitalist toplum dalgasının etkilerini ruhunda hissetmişçesine eleştirel bir tavırla sade ve doğal insana özlemini dile getirir. Kuzey Norveç ormanlarının, otlarının, sularının ortak çağıltısı içine, kuvvetli bir aşk tutkusunu şiir yüklü bir dille oturtan bu roman, Hamsun’un ününün dünyaya yayılışında önemli payı bir şaheserdir.
62.90 ₺ -
Kroyçer Sonat
Kroyçer Sonat, büyük ümitlerle kurulan, fakat maddî ihtiyaçları karşılanırken manevi yönü ihmal edilen bir evliliğin romanı. Pek çok aile çatısı altında yaşanan mutsuzluğun satır arası çözümlemeleri...Tolstoy, sonu cinayetle biten, herkesin yaşayabileceği türden sıradan bir evliliğin çarpık yanlarını gözler önüne sererek, okurlarını bir kez daha sarsıyor...
3.43 ₺ -
Hüzünlü Havalar
Şehir gürültüsü ve uygarlığından kaçarak tabiatın bağrında, yıldızların altında ruhuna sükun ve şifa arayan, kanının çağıltısını kırların soluğunda yatıştırmak isteyen, şair ruhlu birisi... Artık büyük şehirlerden bezmiş, iç sıkıntılarını kırlarda, ormanlarda, şehirden uzak yerlerde dağıtmaya çalışan, kayıp gençliği peşinde avare, orta yaşlı bir hülya adamıdır kahraman. Şehrin gürültü ve karmaşasından kaçarak tabiatın bağrında, yıldızların altında ruhuna sükun ve şifa aramaktadır.
4.45 ₺ -
Bir Evliliğin Romanı
Usta yazar Tolstoy, Bir Evliliğin Romanı′nda genç bir kız ile orta yaşlı bir adamın evliliğini sade fakat bir o kadar incelikli kalemiyle resmediyor. Roman doğal ve sade bir yaşamın, aile saadetinin devamı için ne kadar gerekli olduğunu, kendini sosyete eğlencelerine kaptırarak mutluluğunu kaybeden bir hanımın diliyle anlatıyor. Ahlaki yozlaşmanın aşkı ve aile saadetini bozacak kadar zararlı olduğunu anlatan olay örgüsü içinde, eşlerin birbirlerinin hayatlarına ne dereceye kadar müdahale eebileceğini de tartışan roman, bu özelliğiyle daha uzun yıllar güncelliğini koruyacak gibi görünüyor.
2.74 ₺ -
Asma Katlı Ev
“Sanırım Anton Çehov’la karşılayan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi olma isteği duyardı… Çehov hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlüğünü korumayı başardı. Başkalarının özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov’dan beklediklerine hiç aldırmadı… Bu güzel yalınlığın içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkaların ada yalın olmayı öğretti” Maxim Gorki “Çehov bir sanatçı olarak, önceki Rus yazarlarıyla, Turgenyev, Dostoyevski veya benimle, mukayese bile edilemez. Çehov’un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktın mı, şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır.”
48.10 ₺ -
Yeraltından Notlar
Hayatını yabaniliğe varan bir yalnızlık içersinde geçiren bir adamın öyküsü Yeraltından Notlar. Mantık denen şeye bir tekme atıp, tüm matematikçileri cehennemin dibine yollamak isteyen çelişkilerle dolu garip bir adamın ′Yeraltı′ diye isimlendirdiği kendi münzeviliği, ya da kendi karanlık bilincine çekilerek olayları ve insanları değerlendiren zeki, ama ne yazık ki zavallı birinin...Belki de Dostoyevski′nin yazarlık yöntemini kavramada bir anahtar görevi gören Yeraltından Notlar, insanı, hem kişisel he de ruhsal değişimi ve çelişkileriyle ele alan güçlü bir Dostoyevski klasiği.
3.77 ₺ -
Şafaktan Çok Önce
Siirt′ten İstanbul′a uzanan bir hikaye… Bir askerlik güncesi suretinde edebiyattan felsefeye, toplum eleştirisinden siyasete bir yolculuk; ama hepsinden önce bir yüksek farkındalık hali… Dostoyevski, Wittgenstein, Ece Ayhan, Kafka, Theodor Adorno, Nietzsche gibi sayısız yol arkadaşıyla çıkılan yolculukta, zamana düşülen notlar ve meşakkatli bir askerlik deneyiminden arda kalan anılarla; yazarın dünyasını keşif Şafaktan Çok Önce. “Şafaktan Çok Önce” nasıl bir kitap? “Eğer kalabalık bir yerde oturuyorsanız, ona yer açın. Gelip aranıza otursun. Gözlerini kaçırıyor. Biraz dalgın sanki. Öyle mi? Ve çabuk unutuyor. Fark ettiniz. Ama uzun bir yoldan geliyor olmasına bağışlanamaz bir yorgunluk da var sanki üzerinde. Omuzları, görünmez ve ağır bir yükün altında. Peki. Bir yer açın yine de. Omuzlarıyla, biraz şişmiş göbeğiyle ve göbeğinden yere düşmekte olan gözleriyle, pejmürde kılığıyla gelip otursun. Aranıza gelip otursun. Garsona takılıyor gözleri. Ve boş bir yer arıyor. İçeri girdiğinden beri yer bakınıyor aslında kendine. Ama en çok da boş bir koltuğa tek başına oturmaktan korkuyor. O yüzden biraz yer açın aranızda. Buraya, insanların arasına her gelişinde, boş bir yer verilecek ve oraya, bomboş kanepeye oturtulacak diye tedirgin oluyor. O yüzden bir yer açın aranızda. Sizden sigara isteyecek. Çay ve sohbet isteyecek. Ama tastamam bir densizlik de sayılmaz bu. Çünkü bütün bunlar olacak diye de ayrıca korkuyor. Onun insanlara yük olma konusundaki özel namusu bu. Her akşam buraya, tarihin sızmasına her nasılsa izin verdiği bu müştemilâtın duvarlarının çatlaklarından sızan ney sesine kulağını dayamak için. Belki de bunun gerçekten de 16. Yüzyıl’dan kalma bir ney sesi olmasından korkarak ve bu ses onu, başını serin mermerlere dayayıp hülyalara dalmaktan alıkoyacak diye tedirgin olarak. Buraya, bu nargileciye taammüden gelmiş olabilir mi? Sanki öyle değil. Kim bilir nereye geldiğini düşünüyor. Dışarısı biraz soğuk. Ama bakın. Kapıya doğru bakın. Kapıdan içeri girip fikir değiştirmiş, çıkmakla kalmak arasında kararsız kalmış, ürkek kılıklı, göbekli ve orta yaşlı şu kitaba bakın. İki akıntılı bir kitap bu. Akıntıların tam ortasında kımıltısız duruyor. Hayatın, biri ters yöne akan iki akıntısının tam ortasında kalmış. Ve bilir misiniz ki bu başkaca hiçbir durgunluğa benzemez. Şiirin, açık havanın ve üzerinde otlar bitmiş kümbetlerin, tertemiz bir dolunayın altında dönüştüğü esrarın özel bir sarhoşudur o. Ona aranızda yer açın. Ve aranıza geldi oturdu. Koltuğa yerleşti. İlk defa çözülen dili, her yaşamamış erkeğin yaptığı gibi askerlik hatıralarından başladı. Elindeki kitabı açtı. Kitap, içindeki adamı açtı. Fark etmez. Anlatmaya başladı. Size geçmeyen zamanı anlatacak şimdi. Geçmeyen mi? Vaktiyle geçmemiş bir zamanı anlatacak. Geçmemiş, durmuş, ağırlaşmış, berrak ve billur zamanın durgun ve lapa koyu ağırlığını anlatacak. Ona bir çay söyleyin.” Yazarına sorduğumuzda, kitabı hakkında bunları söylüyor. “Şafaktan Çok Önce” kitabı, Selahattin Yusuf’un 2003 Yılı’nda askerlik yaptığı Siirt ve Eruh’ta tuttuğu notlardan, yazdığı denemelerden oluşuyor. Askerliği sonrasında bir süre daha devam eden bu günlüklerde, edebiyatla ve sanatla harmanlanmış bir yavaş çekim zaman algısı öne çıkıyor. Bu kitapta, edebiyatın deneme türünü sevenlere, özellikle somut gündelik yaşamdan kalkarak çıkılmış zihinsel yolculuklara katılmak isteyenlere, ilginç bir serüven daveti var.
5.48 ₺ -
Niçin Ağlıyorsun Elisabeth Mutlu Değil Miyiz
James Joyce’un sözü, aslında birçok yazarın edebiyat etkinliğini, o belli belirsiz türe dahil ediyor: “Kingstown İskelesi, dedi Stephen, yalnızca hayal kırıklığına uğramış bir köprü…” Bu kitap, hayal kırıklığına uğramış bu köprülerle epey içli dışlı olmuş bir yazarın çalışması. Sulara doğru uzanmış bir tahta iskeleyi, karşı kıyıya doğru uzanırken önü kesilmiş olarak hayal etmek, iskeleye bir “hayal” izafe etmek, sonra da onun kırıldığını ima etmek... Yazarların çoğunun, bilerek veya bilmeyerek burnunu soktuğu bir alan bu. Umudu umutsuzca vurgulamak, umudu umarsızca ve şiirsel bir ısrarla vurgulamak, bu yazarların en önemli özellikleri aslında. İsmine en çok “modern” denilen hayat tarzının, aynı zamanda büyük karakter sahibi de olan büyük yazarlarda bıraktığı izler, yaralar, gerçekten merak etmeye değer. Çünkü içinde yaşadığımız zamanı ve hayatı daha derinden kavrayabilmemiz için, daha “yeni” kavrayabilmemiz için, onların hayal kırıklıklarına eğilmek zorundayız. Selahattin Yusuf’un, hayal kırıklığına uğramış iskelelere doğru yıllar boyunca yaptığı uzun yolculuklar, sevdiği yazarların bazılarıyla kurduğu yakınlıklar, bu kitabı ortaya çıkardı. Umarız, hayatı ve edebiyatı daha iyi anlamada Türk okuruna bir katkısı olur.
6.85 ₺ -
Kendinden Öte Bir Yol
An’da Saklı Zamanları Bulmak İçin Varoluşun hakikatini arayan, görünenin ardında gizlenen gerçeğe temas eden denemeler bunlar. Bir tür, olayların kendi varlıklarında ve ‘an’da saklı olan anlamları birlikte görebilme çabası. Salih Özaytürk’ün samimiyeti, heyecanı, sözünü sakınmadan söyleyebilme cesaretini ama aynı zamanda sükûneti de bir arada barındıran bir üslupla ördüğü “Kendinden Öte Bir Yol”, anların toplamından oluşan hayatlarımıza bütünü kapsayan bir bakış sunuyor. Yaşantımızın tamamını Yaratıcıyla tam bir muhatabiyete dönüştürecek bilgece sözlerle… Salih Özaytürk ismi, tanıyanlar için, bir coşku ve sükûnet halini çağrıştırır. İlk bakışta birbirine zıt gözüken bu iki hal, Özaytürk’ün kişiliğinde, sözünde ve yazılarında buluşur, birleşir. Kendinden Öte Bir Yol, Salih Özaytürk’ün ilk kitabı. Kitap, baştan sona, varoluşa dair sorgulamaların derin bir teslimiyetle atbaşı gittiği, keskin ontolojik çözümlemelerin enfüsî açılımlara eşlik ettiği bir çizgide ilerliyor. Ve son tahlilde, okuyucunun iç dünyasında özlenesi bir hali, bir ‘huzur hali’ni miras bırakıyor. Bu kitap, modern zamanlarda günden güne unutulan ve yitirilen bir şeye de çağırıyor okuyucuyu... Kendinden öte bir yola...
9.25 ₺ -
Bağdat Fragmanı
Öykülerinden tanıdığımız Yıldız Ramazanoğlu’ndan Orta Doğu meselesine duygu ve düşüncenin yaşantıdan süzülerek yazıya aktarıldığı derin bir bakış. Sadece Irak değil Türkiye’nin zihinlere, düşüncelere, saldırılara bölünmesinin önüne kendini siper etmiş bir kalpte birleşme çağrısı… Ramazanoğlu kitabı için: “Bu kitap kifayetsiz kelimelerden oluştu” diyor. “Bomba ve tel örgü medeniyetinin kendimizi de soğukk nlılıkla sorgulamamızı engellememesini dileyerek. Derinlikli ve yüce bir ütopya uğruna enerjimizi birleştireceğimize inanarak. Kötülüğün arızi olduğunu, aslolanın iyilik olduğunu bilerek…” * Afganistan, Irak, İran, Cibuti, Saraybosna’da neler oluyor? Olanlar bizi neden ilgilendirmeli? * Doğu Konferansı, Barışarock, Bosna Genç Müslümanlar Teşkilatı aynı amacı mı paylaşıyor? * Cibuti’de Fransızlar ne arıyor? * Küresel depresyonun ayak izleri nerelerde geçiyor? * Yakın Dünya Ajandasında ne yazıyor? Kitaptan ..Önce her hafta 100’den fazla Iraklı erkeğin öldürüldüğü haberi geldi. Sonra tüm dünyada haftada en az bin kadının dul kaldığı. En sonsa Cherry Blair’in isteğiyle Dünya Dullar Günü ilan edildi. ..Önce Bush tüm dünya Müslümanlarının Ramazanlarını tebrik etti… Amerika’da Müslümanlar Beyaz Saray’da iftar yemeği yerken, güya kalplerimiz kazanılırken, yeryüzünden bir İslam şehri siliniyordu, tonlarca bomba oruçlu insanların üzerine yağdırılarak. ..Önce Iraklı kadınlar kurtarılmaya gidildi. İlk girişim olarak eşleri öldürüldü, sonra sokağa çıkmaları yasaklandı.
10.73 ₺ -
Teselliler Kitabı
Aşk, ayrılık, hastalık, anlamsızlık, yalnızlık, yaşlılık, fakirlik, hayal kırıklığı, boşa giden çabalar, sahip olamamak, gurbette olmak, engelli olmak, anda yaşayamamak… Kırkı aşan sayıda başlıkla Yusuf Özkan Özburun’ dan yaraya merhem niteliğinde bir kitap: “Teselliler Kitabı” Bizlerle sakin, dingin ve rahat bir dille konuşan Tesellici, insanlığın ortak kültüründen beslenen hikmetli bir bakışla bütün zamanlarda ve bugünde yaşanan dertlere çare olacak, yüreklerde açılan yaraları sarmalayacak bir bakış aktarıyor.
6.17 ₺ -
Hatırla Beni Hayat
“Filozofun, Hiç Kimsenin Ülkesi dediği düşünce yurdunda, her birimizde var olan hakikat çocuğunun sancısını çekmenin çarpıntısıyla, kaleme tutunmak anlamına geliyor benim için yazma etkinliği. İlk gençlik yıllarımdan beri yazmakla olan muaşakamın beni bu küçük kitabın kıyısına getirip bırakacağını hiç tahmin etmezdim. Benimkisi, zaman, can elmasımı kül etmekteyken bir yerlere çentik atma, iz bırakma, ben de yaşadım, ‘Hatırla Beni Hayat’ deme çabasından başkaca bir şey değil.” Edebi nitelikli denemeleriyle dikkat çeken Yusuf Özkan Özburun, Hatırla Beni Hayat’ta felsefe okumalarını metne ciddi ölçüde yansıtarak dünya tasavvuru, hayat, temel insanlık durumları, anlamak-bilmek, farkındalık-otantiklik gibi meseleler üzerine kısa fakat zihin açıcı metinler kaleme alıyor.
5.55 ₺ -
Düştüğün Yerden Kalkacaksın
Düştüğün yer burası. Cennetin asudeliğinden dünyanın kesafetine, karmaşasına, maddiliğine, perdeliliğine düştün. Kalbin cennetinden kopuk aklın kıskacına sıkıştın. Ruhun cennetinden gövdenin bataklığına saplandın. Düştüğün yer burası ve yükselişin yine buradan olacak. Bunun için önce gözündeki perdeleri aralayıp ‘hayret’e uyanman gerek. Hayret’e uyanmak için önce varlığa, varoluşa, eşyaya, olaylara, hayata, insanlara, ağaca, kuşa, suya, toz tanesine alışıldık, b at gözlerle, bilimin kafanı ve gönlünü buzdolabına koyan dondurucu tanımlarıyla bakmaman gerek. Eskiler buna ‘ülfet ve ünsiyet’ diyorlar dostum. Hadi o zaman! Ülfeti kır, hayreti kuşan, düşünerek düştüğün yerden yükselmenin düşünü gör! Düşünmek, düştüğün yerin farkına varıp düşmeden önceki yerinin düşünü görmek demektir. Yüksel ki yerin bu yer değildir Dünyaya gelmek hüner değildir
6.17 ₺ -
Muğlak Ölçekli Harita
Mütefekkir ve şair kimliğini güçlü kalemiyle birleştiren Ebubekir Eroğlu’dan kendi haritamızda dolaşabilmek için sağlam bir kılavuz: Muğlak Ölçekli Harita Ebubekir Eroğlu, “Diriliş” ekolünden gelen ve Yönelişler dergisinin kurucularından biri olarak bu derginin yayın yönetmenliğini yürüten, edebiyatımızın ve düşün dünyamızın usta kalemlerinden. Aynı zamanda Türkiye’de Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’la zirveye ulaşan çağdaş Müslüman entelektüel çizginin günümüzdeki temsilcilerinden biri. Eroğlu, onlar gibi “entelektüel çile”yi yazılarında yoğunlaştıran ve kitaplarında derin bir tefekkür damarını yansıtan bir yazar. Sonbahar ve Yedi İklim dergileri, takdire şayan bir kadirbilirlikle bir sayılarını ona ayırarak, kültürü içselleştiren ender yazarlarımızdan olan Eroğlu hakkında özel bir dosya hazırladı. Edebiyat eleştirmenleri onun şiiri hakkında “kendini kolay ele vermiyor. Okundukça anlamlanıyor ve derinlik kazanıyor” dediler. Aynı yorumu onun yazıları için yapmak da mümkün. Eroğlu, “Muğlak Ölçekli Harita”da, şair kavrayışı ve duyarlılığını metafizikçi ve mütefekkir yönüyle birleştiriyor. Kitap gündem oluşturmuş tartışmalı konuları ve tartışmaların dayandığı söylem kalelerini zihin dünyasında irdeliyor. Paradigmasını sorunsallar dünyasını algılamak üzerine kurmuş olan yazar, çözümü tarihî ve felsefî temellere dayanarak, gelenek ve dinden beslenen alternatiflerde arıyor. Yazara göre çağdaş insan yeni bir değişim döneminin eşiğinde ve bu dönemin umut vaat ettiğini söylemek zor. Yaşadığımız çağın şahidi olmanın ve onu aşacak değerler sistemini bulup göstermenin yolu ise modern dünyanın dayandığı ve herkese dayattığı kavramların yetersizliğini görmekten geçiyor. Yazar kitapta bu tespitleri yapmakla kalmayıp Batı ve İslam dünyasının nitelikli ürünlerinin izleğinde okura yol gösteriyor. “Muğlak Harita”yı netleştirmek için bugüne geçmişin derinliğiyle bakıyor. “Muğlak Ölçekli Harita” çağdaşlaşma mitinden yeni kolonicilik şekillerine, sözde yeni dünya düzeninden sanayi toplumuna uzanan güncel mevzuları düşünce ve günlük hayat bağlantısındaki parça-bütün ilişkisiyle irdeliyor. Sonuçta güncel ve geçici sanılanın üzerindeki perdeyi aralayıp okurunun önünde tefekkür kapıları açıyor. “Gündemdeki tartışmaların oluşturduğu söylem kalelerini temelsiz sayamayız. Daha doğrusu o kaleleri toprağın yüzeyindeki buharlaşmadan ibaret görmek akıl karı değil. Hatta, en yüzeysel olanların gerisinde yüzeysel olmayan bir felsefenin yattığını, bu felsefenin, olaylara karışanların bile farkında olmadığı bir oluşumu barındırdığını söylemek lazımdır.”
111.00 ₺ -
Çalkantı ve Dalga
Usta edebiyatçı Ebubekir Eroğlu, birbirine bağlı on bölümden oluşan denemelerinde düşünce gündemine "Çalkantı ve Dalga" ile not düşüyor. Toplumsallığı odağa alarak bireysel olanın geniş ölçekte toplumsal olanda tezahürlerini "Çalkantı" başlığında ele alırken ilk toplumlardan beri, içinde insanın oluştuğu ve insanlığın sürekli olarak etkisi altında bulunduğu değişmez insani haller "Dalga" kısmında inceleniyor. İlhami notlar olan "Çıkma" ile birleşerek üç kısımlı bir bina kuran kitap geniş bir iklimin damıtılmış özü.
74.00 ₺ -
Kovulmuşların Evi
Son dönem Türk Edebiyatı’nın takdir toplayan genç ismi Ali Ayçil’den yeni bir kitap “Kovulmuşların Evi”… “Koltuğuma yaslanırken, ‘şimdi ben bu otobüste, yirmi bir numaralı kendimin kâşifiyim,’ diye geçirdim içimden. ‘Bilet kesen kadın, on iki saat boyunca uzaktaki bir şehre değil de, yalnızca uzaktaki kendime seyahat edeceğimi bilmiyor. Şu hiçbir yere gidilmemiş günlüğün yaprakları aralandıkça, bir kez daha, kurumuş bir çiçek gibi uyandığım, ruhumu insan içine çıkmaya ikna edemediğim sabahları hatırlayacağım. Anneme iyi bir oğul olup olamadığımı düşüneceğim sık sık; hiç fark etmeden ona nasıl da yabancılaştığımı… Küçük bir odada, her seferinde suretimi huzuruna çağıran bir aynanın, beni defalarca kandırdığını anımsamak asabımı bozacak. Bütün o yıllar boyunca kendime ettiğim kötülükler gelecek aklıma; sıkça, güneş ruhumda kimi arıyordu, diye soracağım. İyi biliyorum ki, bu, yalnızca kendime yoğunlaştığım bir yolculuk olmayacak. Yol boyunca, aradığı sorunun cevabını bulamamış başka başka insanlar da, bende bir cevap olup olmadığını anlamak için gelip kapımı çalacak. Bazen, vazosuna her gün yeni bir çiçek koyan orta yaşlı bir kadın olacak bu misafir, bazen bir dilenci, bazen bir gardiyan... Bazen de, insanların kapısını çalan ben olacağım: Kimi vakit merakla, oturdukları masaya kulak kabartacağım, kimi vakit indikleri kıyılarda dalgalarla konuşurken ya da büyük bir felakete arsızca sevinirken yakalayacağım onları. Kapısını çaldıklarım arasında, her uyandığında kızlarıyla baş başa verip, rüyalarını yorumlayan kadınlar da olacak, kendini burcunun kaderine teslim edenler de…’ Otobüs, şehrin çıkışındaki gişelere yanaşırken, ‘bana yirmi bir numaralı koltuğu veren, ojelerinin yarısı silinmiş, yüzü hayattan şikâyetçi kadın da artık hafızamın bir parçası sayılır,’ diye geçirdim içimden. ‘Tozlu kasabaların, herkesin ölümünün anons edildiği taşra şehirlerinin, fişek atmaya giden kızların, ansızın boşalan yağmur yüzünden oraya buraya kaçışanların, ilk sayıda batacağını bile bile dergi çıkarmaktan vazgeçmeyen genç edebiyatçıların ve bir yazarın yazgısının hatırlanacağı bu arızalı yolculukta onun da bir payı var. Kuşkusuz beni bitkin düşüren bir yolculuk olacak bu; aralarında hiçbir insicam bulunmayan bir sürü hatıradan sonra yeniden dünyaya, o kovulmuşların evine geri döndüğümde, bir kez daha, ‘hatırlamak da bir ihanettir’ diye söyleneceğim.”
10.73 ₺ -
Ceviz Sandıklar ve Para Kasaları
“İnsan dünyaya bulaştıkça, dünya insanın ruhunda izler bırakır. Bu dengesiz karşılaşma, sanıldığından çok daha ağırdır. İşte ben denemelerimde, insanın kendisini kuşatan dünyayla girdiği bu dengesiz ilişkinin haritasını çıkarmaya çalıştım” Ali Ayçil “Artık seni aramaktan vazgeçtim. Bunu bana “şiir” üfledi. Yazdığım her şiirde, senin, yeryüzünde bir karşılığının bulunmadığını, şu sebepsiz sıkıntılar bize uğradıklarında evsiz kalmasınlar diye bahane edilmiş bir imge olduğunu, geç de olsa kavradım. O sıkıntılar hep gelecek ve biz onları, aslında hiç olmayan sende ağırlayacağız. O sıkıntılar nereden mi gelecek? Doyamadan terk ettiğimiz cennetten ve yarım bırakılmış çocukluğumuzdan. Yani tam dünyaya atıldığımız yerin iki yakasından.”
14.43 ₺ -
Cümle Kapısı
Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben. Faturaların, makbuzların, ihbarnamelerin arkasına. Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına. Peçetelerin üzerine. Kitapların kenar sularına, kapak içlerine. Defterlen, sahifelerine değil kıyılarına köşelerine. Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam. Cümle kapısı: Kalbin kapısı. Sonra, sebebi malûm sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam. Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden. Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için.
185.00 ₺ -
Yol Hali
Yâ Nakkaş! Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Âdem’den bu yana bu yer’li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını.
214.60 ₺ -
Yakınlık
Ne içine kapanmak sorunları çözer hayatta, ne de alıp başını gitmek. Çünkü insan gittiği yere kalbini de götürür. Kalbin her zaman aradığıysa ‘yakınlık’tır. Mustafa Ulusoy, bizi kalbimizin aradığı ’yakınlık’a çağırıyor. Yine, insanın iç dünyasında olup bitenlere ’yakın’dan ve bilgeliği arayan bir bakışla yaklaşıyor. Narsistik arzu çağına, varlığın dilini okuyup dilsizlikten kurtulmaya, insanla kâinat arasındaki bağlılığa, kadın erkek ilişkilerine, çocuklara Mutlak Varlığın nasıl anlatılacağına, sonsuzun tanığı olmaya değiniyor. Kimi zaman öykü, kimi zaman makale kıvamında denemeler biçiminde kaleme aldığı yazıların hepsi gelip bir noktada buluşuyor: Kalbin O’na yakınlığı. “İki insan arasındaki mesafenin hiç kapanmayacağını ve bir insanın başka bir insanı mutlak olarak anlayamayacağını fark edince, kalbini O’na açtı. İstediği şeyi insanlar veremeyecekti. İnsanların kötü niyetinden kaynaklanmıyordu bu. İstediği şeyi vermiyor değillerdi. Veremiyorlardı. Onu mutlak olarak ancak Mutlak Varlık anlayabilirdi. O’nun kendisini mutlak olarak anladığını hissedince, içindeki uzaklıklar kapandı; Mutlak Varlık, ona mutlak yakındı.”
9.94 ₺ -
Nietzsche Ve Babaannem
Nietzsche felsefeciydi. Babaannemse yalnızca bu gezegende yaşayan biri. İlla ki bir etiket vermek gerekirse, ev hanımı. Nietzsche, üniversitede ders verirdi. Babaannem, okuma yazma bilmezdi. Hayatında hiç okul yüzü görmemişti. Çok tanınmış biriydi Nietzsche; bütün Avrupa ondan hayranlıkla bahsederdi. Babaannemse yalnızca kendi köyünde tanındı. Nietzsche ve babaannem, aynı gezegenin misafiri oldular. İkisi de, bir anne ve babadan dünyaya geldiler. Aynı donanımlara sahiptiler. Ne Nietzsche’nin fazlası vardı, ne babaannemin eksiği. İkisinin de bir karar vermesi gerekiyordu. Tercih etmedikleri bir dünyada, yaşamlarını sonsuza dek etkileyecek bir ′tercih’te bulunmalıydılar. İşte o karar aşamasında yolları birbirinden ayrıldı. Aynı gezegenin iki yolcusu, iki ayrı yöne gitti. Nietzsche kolay olanı seçti, babaannemse zor yolu. Herkes, kendini çok iyi tanıdığını sanır ama en az tanıdığımız kendi ruhumuzdur. Mustafa Ulusoy “Nietzsche ve Babaannem”de bu en insani ama aynı zamanda en çetin meseleyi irdeliyor. Hayatın anlamı, ölüm, hiçlik, sonsuzluk arzusu, hayata ve kendine yabancılaşma, mutsuzluk, anlaşılamama gibi bütün çağların ortak meselelerini her dönemin insanına cevap verecek bir saflıkla ele alıyor. Ve herkesin payına kendi iç dünyasındaki düğümleri çözmeye yardımcı olacak ipuçları düşüyor.
9.60 ₺ -
Dört Mevsim Bahar
Ömer Sevinçgül′den hayat sahnesinde birer bulut gölgesi hızıyla kayıp giden insan figürlerini, sanat aynasında yansıtarak belirgin kılan öyküler...Türlü yaşantıların satır araları gün yüzüne çıkartılıyor, birer düşünce konusu, birer duygu objesi yapılıyor. “Kırmızı Sevgi”, “Her Kışın Baharı Var”, “Allah Nerede?”, “Gonk!”, “Bir Yaprak Düştü”, Ben de İnsanım”, “Unutma!”, “Soruları Biz Sorarız”
4.45 ₺ -
Delilik Ülkesinden Notlar
“Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başında çöreklenmiş, dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim. Akıllılardan çok farklı olduğumun bilincini her an taşıyarak, onları gözetliyorum. Sürekli, duygularımı ve düşüncelerimi, akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalışıyorum. Başka türlü, iletişim kurmak, konuşmak imkânsız olur. Ben başkalarını gözetlerken, bir başka göz beni gözetliyor. Beni gözetleyen o gözü gözetleyen başka bir göz daha var. Daha ötelerde, onu da gözeten bir göz var. Mutlak’a kadar zincirleme giden bu korkunç yabancılaşma ve gözaltı duygusu içinde, ancak Allah, en uçta Allah’ın var olduğu inancı güven verebilir.” Ayşe Şasa, Yeşilçam’ın ünlü ve yetkin senaristlerinden biri. 1963 yılından itibaren Türk sinemasında Murat’ın Türküsü, Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi filmlere imza attı. Şasa, İstanbul’un seçkin ailelerinden birine mensuptu. Ancak evde bulunmayan anne ve baba, baktığı çocuğu çocuk diye sevmek yerine, başarılı bir projeyi tamamlamak hırsıyla ele alan mürebbiyeler, çok kişinin imrendiği bir hayat yaşayan Ayşe Şasa’yı derinden etkiledi. Modern Batı düşüncesinin aklı kutsayan yapısı onun sorularına cevap veremiyordu. On sekiz yıl boyunca şizofreniyle başa çıkmaya çalıştı. Ve sonunda İbn Arabî’yle tanıştı. Bundan sonraki hayatı, öncekinden çok farklı olacaktı. “Delilik Ülkesinden Notlar”, Ayşe Şasa’nın reddettiği ve sonradan tanıştığı iki dünya arasındaki serüveninden notlar içeriyor. Akif Emre’nin söylediği gibi, “Ayşe Şasa, modern Batının tek geçer akçe saydığı aklı aşmanın tehlikeli yolculuğu sırasında tuttuğu seyir defterinin sayfalarını okuyucuya açıyor. Delilik Ülkesinden Notlar, adeta aklı akılla yenerek sahile ulaşmanın öyküsü.” Şasa’nın “delilik ülkesi” derken, şizofreniye mi yoksa modern batının yaslandığı aklın tükenişine mi gönderme yaptığı kitabın satırları arasında…
103.60 ₺ -
Dar Kapıdan Geçmek
Dar Kapıdan Birlikte Geçmeye DAVETLİSİNİZ! Senai Demirci, bu kitabıyla bizleri, aşılabildiğinde aydınlık bir hayata götüren ′dar kapıdan geçmeye′ hazırlıyor. İnsanı, kendini ve kâinatı keşfetmeye, haddini ve Rabbini bilmeye çağıran denemelerle okuyucuyu akli ve kalbi bir yolculuğa çıkarıyor. Üstelik bunu, ipek yumuşaklığında bir dil ve sağlam bir fikir örgüsüyle sunuyor. Kitabın içinde bahsedilen başlıca konular, • Rıza-yı ilahi için yaşamak • Sebepler perdesinin arkasındaki hakikat • Rabbe kul olmak • Allah’ın yaratışındaki mucizeye ülfet kesbetmemek • Hayret nazarını korumak • Akıl ve nakil dengesinde yürümek • Nefis mücadelesini diri tutmak
7.54 ₺ -
Mor Mürekkep
Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız konulardan bahseden ama bütünü dikkate alındığında ortak bir ruh etrafında öbeklenen denemelerden oluşuyor. Kimi zaman bir renk, kimi zaman bir kitap veya bir şahıs, kimi zaman da edebi bir sanattan hareketle farklı zaman ve duygusal iklimlerde kaleme alınan bu denemelerde her şeyden önce kıvrak ve akıcı bir Türkçe, bilgi dağarcığınızı zorlayan ve harekete geçiren bir birikimle karşılaşacaksınız. Mor Mürekkep’in çağrışımları okkasında duramayacak kadar zengin ve derin. MOR MÜREKKEP HAKKINDA BASINDA ÇIKAN HABERLER Bazı yazarlar vardır açtıkları dünyalar için "gizli bir teşekkür′ büyütürüz içimizde. Kalemlerinin büyüsüne kapılır, bu büyünün etkisiyle yeni yapıtlarını bekleriz hep. Nazan Bekiroğlu. “Nun Masalları" ve "Nigâr Hanım′la böyle bir etki yapmıştı üzerimizde. Şimdi “Mor Mürekkep”′le geliyor. Mor Mürekkep′in efsûnuyla kaldırıyor yüreğimizi. Mor Mürekkep, Nazan Bekiroğlu′nun hikaye tadındaki denemelerinden oluşuyor. Deneme türünün o sıcak, o samimi atmosferini sunuyor bize. Türkiye′de daha şimdiden geleceğe kalacak bir üslup olarak selamlayabiliriz Bekiroğlu′nun yazılarını. Batı ve Doğu edebiyatlarını aynı ölçüde yansıtması, sonra dramatik anlarını gözümüzün önünde serişi, kimi zaman şiirleşen anlatımla okuma zevkinin zirvelerine taşıyor bizi. Timaş Yayınları′nın estetik sunumuyla Mor Mürekkep kitapçılarda Aksiyon Dergisi Başka bir yazımda da Nazan Bekiroğlu′nun bir hikâye ve deneme yazarı olarak geçmişi sorgulayıcı bir tavrı benimsediği, hayran olduğu ve derinden etkilendiği Tanpınar gibi, geçmişte yaşamayı, fakat orada kalmayıp bugüne bir şeyler taşıyarak yeni şeylere "dönüştürmeyi" çok iyi bildiğini yazmış ve şöyle devam etmiştim: "Ne pasif bir hayranlık, ne anlamsız bir düşmanlık, önce anlamak ve anladığını iyi ifade etmek, iyi ifade edememenin bir yazar için nasıl dayanılmaz bir sancı olduğunu, esasen sanatın bu sancıdan, en iyi ifâdeyi bulma cehdinden doğduğunu da biliyor. Cemil Meriç′in deneme üslubunu benimsemiş; eksilte eksilte yazıyor, yani yazdıklarının en acımasız eleştirmeni kendisi. Sade ve çocuksu bir cümlenin, sadelikteki beşerinin peşinde. Peki bunu başarabiliyor mu ? Hem de nasıl inanmazsınız. “Nun Masalları”nı ve Zaman′daki “Mor Mürekkep” yazılarını okuyunuz. Nazan Hanım′ın. pazar günleri bu sayfanın sol üst köşesinde yazdığı Mor Mürekkep yazıları, aynı adla kitap oldu. Şiir tadında tam altmış yedi deneme. Nefis bir Türkçe. Zengin bir kültür, hayal gücü, ince bir duyarlılık ve ayrıntılara nüfuz eden olağanüstü bir dikkat… Yani iyi bir yazar için ne gerekiyorsa hepsi bir arada. Özellikle gençlerin mutlaka okumaları gereken bir kitap. Ayvazoğlu Beşir; "İki Güzel Kitap" Gelelim Mor Mürekkep′e. Soralım neden mürekkep ve niye mor… "Mürekkep neredeyse tarihe karışıyor. Kağıda düştükten biraz sonra rengini mora teslim eden sabit kalemler de öyle. Hele mor mürekkep. Aramaya kalkışsanız kırtasiyeci yüzünüze bir garip bakacak. Yine de ben işte, bütün bunları yazdım. Yazdıklarımın bir kısmım kalemime mor mürekkebi çekmeden önce ben de bilmiyordum. yazarken öğrendim. Bir kısmım ise biliyordum. Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin. Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda. İkiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkeple oyalanan bir çocuktum. Buyurun işte burası benim içim. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim." Fevkalade emniyetteyim. "Helal ettim gitti aklımı". Anlatmalıyım. Ne zaman kitap olacak da bir gecede okuyacağız derken vitrinde bir Mor Mürekkep. Mor Mürekkep′i kitapçıdan alınca zaman kaybı olmasın diye belediye otobüsünde başlıyorum okumaya. Gariptir kitap yine bir belediye otobüsünde bitiyor. Her yazının bitiminde -Bunlara deneme mi diyelim. hikaye mi.. Peki ne?- yeni bir film izlemiş bir sinema düşkünü gibi tedailerin sonsuz koridorlarında dolaşmaya başlıyorum. Ateş üzerinde mumdan bir gemiyim. Elindeki incileri denize atan bir Sultan İbrahim. Rahmet olması için duasına çıktığım yağmurda boğulabilirim. Hiç emniyette değilim. Hele nakkaşlığım... Kendi içimde kanattığım bir ormanın en ucunda ille de gökyüzünü boyamam nakkaş olduğumdan. Nakkaşlığımdan. Tam anlamıyla tamamlayıp çizdiğim her şeyde eksik kalışım... Ah nakkaşlığım... Başa dönelim. Hayat ve kelimelere... Yaşı kırka gelen adamın münzevi çabasına... Ve bir çiçek ismi kelebek. Söze hayatın fedası. Yazı için tüketilen ömür ve niçin. "... Çünkü içinden bir cehennem geçen ve cehennemin içinden geçen, cehennemi anlatmayı aklından geçirmez. Cennette yaşayan da yazmaz. Arşimed′e çok da aldanmayın. Bulan her zaman çığlık atmaz. Sessiz sedasız yaşayıp gider. Öyleyse yaşayan yazmaz ve ölen de yazmaz. Ölmemek isteyen yazar. Ölmeyi bilmeyen, ölmeyi beceremeyen..." Ölmemek isteyen yazardan bir soru; "Sadece güzel düşler mi kaydedilecek rüya defterine?" Ölmeyi beceremeyen okurdan bir cevap; elbette... Kara bir denizin maviliğine bakan açık bir pencereden yeryüzü insanlarının içine dolan bir meltem Mor Mürekkep. Akşam ve sabah, yağmur ve güneş... Her daim yeni bir melodi. Bir martı çığlığı değil, belki bir serçe... Kimi zaman bir gül ve kimi zaman masum bir papatya çimlerin üzerinde... Engin. F. Halid; "Mor Mürekkep Ya !"
177.60 ₺