-
Mehmet Akif
Kimi zaman biyografik kimi zaman analitik düzlemde ilerleyen bir kaynak olan bu eser, bazı edebiyatçılar tarafından “Bazı biyografiler sadece konu aldıkları kişiyle değil, kaleme alanın kimliğiyle de öne çıkar. İşte Üç İstanbul adlı dev romanından tanıdığımız Mithat Cemal Kuntay’ın Mehmet Akif biyografisi bunlardan biri.” şeklinde yorumlanmıştır. Kitapta Mehmet Akif, son yüzyılın önemli edebi şahsiyetlerinden biri olmasının yanında, mütevazı ve mücadeleci yönüyle de tanıtılıyor. Akif’in şair söylemiyle eylemini özdeşleştiren bir eser. Ayrıca kitabın sonunda 16 sayfalık albüm bölümüyle de yazarın dünyasına farklı bir yolculuk imkanı da sağlanıyor.
15.07 ₺ -
Geçtim Dünya Üzerinden
Bir devrin kapanış yeni bir devrin başlangıç hikâyesine tesadüf eden bir zamanda, Fatih’te eski bir konak yavrusunda dünyaya merhaba diyen ve eski terbiyenin henüz değerlerini yitirmediği bir eğitimden geçen Neclâ Pekolcay’ın 80 yıllık ömründe şahit oldukları, yalnızca bir insanın değil bir devrin hikâyesine tanıklık ediyor. Hâlâ kendine ve iddiasına yakışır tarihi yazılmamış o İslam Ansiklopedisi’nin ilk çalışma heyetinde yer alması, İslâmi Türk Edebiyatı Tarihi sahasının ilk müteşebbislerinden, Yüksek İslâm Enstitüsü İlahiyat fakültelerindeki ilk hoca neslinden ve ilk kadın hocalardan biri olması böyle bir hayatın arkasındaki gündem ve bakışı merak ettiren hususiyetler arasında yer alıyor. Ve belki de en önemlisi, hayata “ben” merkezli değil de “biz” cephesinden bakmanın ne demek olduğunu anlatması onu tanıma iştiyakı doğuruyor.
9.25 ₺ -
Fatma Aliye
Tarihimizdeki ilk kadın mütercim, sistematik bir şekilde kadın sorunlarına değinen ilk kadın romancı, ilk kadın felsefeci, Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin ilk kadın üyesi, ilk kez yardım derneği kuran, hakkında ilk kez monografi yazılan, dünya sergilerine davet edilen ilk kadın yazar… Edebiyat, toplum ve düşün hayatımızda böylesine önemli bir konumda yer alan Fatma Aliye; son dönemde ne yazık ki tüm bu nitelikleri göz ardı edilerek banknotların üzerinde yer almasıyla polemiklere konu oldu. Fatma Aliye’nin eserlerinde kadın sorununu ele alan bu nitelikli çalışma; muhafazakâr Osmanlı kadının özelliklerini ve dönemin kadın hareketini örnekler üzerinden incelerken Fatma Aliye’nin edebiyat, toplum ve düşün hayatımızdaki yerini ortaya koyuyor. Firdevs Canbaz Yumuşak’ın bu kitabı, Fatma Aliye Hanım konusunda, onun feminist olduğuna ilişkin verili ideolojik okumalara karşı yazılmıştır. Bu kitap okununca görülecektir ki, Fatma Aliye Hanım’ın kadın meselelerine İslamî bağlamda ele alışı, ideolojik ve taraflı bir okuma değil, tümüyle metinsel olgulara dayanan objektif ve yansız bir okumadır. Hilmi Yavuz (Türk Edebiyatı Bölümü, Bilkent Üniversitesi) Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatı, hep yeniden keşfedilmesi ve araştırılması gereken bir alandır. Özellikle kadın yazar, şair ve eleştirmenlerin bu edebiyata yaptıkları katkılar yeterince incelenmemiştir. Firdevs Canbaz Yumuşak’ın Fatma Aliye üzerine yaptığı kapsamlı ve tutarlı çalışma, önemli bir boşluğu dolduruyor ve edebiyat tarihinin biraz da örtülmüş bir yüzünü okurlara açıyor. Laurent Mignon (Şarkiyat Enstitüsü, Oxford Üniversitesi) Fatma Aliye Hanım hakkındaki genel kanılara rağmen meseleyi yeniden ele alması bakımından son derece etik bulduğum bu çalışmanın, önemli bir boşluğu doldurduğuna ve sahih bilgiler verdiğine inanıyorum.
8.23 ₺ -
Emine Semiye
Cevdet Paşa’nın kızı, Fatma Aliye’nin kız kardeşi… Babasına, topluma, padişaha aykırı duran, kendisinden sonraki nesillerin kadınları için hür bir hayatın yolunu açan fedai… Gelenekten yeniliğe, istibdattan özgürlüğe, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte büyük uğraş veren, bugün adı unutulmuş ancak mücadele, heyecan ve hüzünle dolu bir ömrün kahramanı… Emine Semiye!.. Prof. Dr. Şefika Kurnaz’ın kaleme aldığı “Osmanlı Kadın Hareketinde Bir Öncü, Emine ye” adlı bu kitap, onun üzerindeki ihmal perdesini aralıyor. Emine Semiye’nin hayatıyla ilgili bilinmeyen gerçekleri, hürriyet yolunda İstanbul’dan Selanik’e, Paris’e uzanan hikâyesini gün ışığına çıkarıyor.
44.40 ₺ -
Domaniç Dağlarının Yolcusu
Şukufe Nihal çeşitli gazetelerde, çıktığı yurt gezilerine dair izlenimlerini yayımlardı. Bu yazlarda, ülkenin ilerlemesi bakımından aydınlara çok görev düştüğünden, aydınların memleketle barışarak gezmeleri gerektiğinden bahsederdi. Geziler, onun sanatını zenginleştirici bir malzeme teşkil etmenin ötesinde, ideallerini örneklerle seslendirme imkanı da sağlıyordu. Çıktığı bu yurt gezilerini, bir roman kurgusuyla şekillendirerek “Domaniç Dağlarının Yolcusu” (Bir Yurt Gezisi) adıyla 1949 yılında kitaplaştırıldı. Eser aynı yıl Şakir Sırmalı yönetmenliğinde “ Domaniç Yolcusu” adıyla filme de aktarıldı. Yazar büyük bir hayranlık beslediği Milli Mücadele dönemini, destanlaşan bir kişisel hikâye üzerinden anlatıyor. Hikâyeye göre, Kurtuluş Savaşı sırasında İnegöl yakınlarında, Domaniç dağlarından inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet ettiğini öğrendiği biricik oğlunu silahını çekerek öldürüyor. Yazar, bu etkileyici öyküden ve gözünde devleşen Anadolu kadınından bir iz bulmak üzere, olayın geçtiği yerlere araştırma yapmaya gidiyor. Kitap, yazarın bu gezi sırasındaki duygu ve düşünceleriyle, yaşadığı hadiselerden oluşuyor. Yazar, izini sürdüğü hikâyeye ulaşmak isterken konakladığı duraklarda dikkatini en çok dönemin “kadın” figürü üzerine yoğunlaştırıyor. Öğretmen olmasının da verdiği şevkle, kadınların eğitiminin ve çalışmasının öneminden, yanlış evlilikler ve bunların doğurduğu sonuçlardan bahsederken; çözüm yollarını da hemen yanı başında sunuyor. İlerlemenin köyden başlayacağı fikrini savunan Şukufe Nihal, bu iş için aydınların harekete geçmesi gerektiğine inanıyor. Yazar, idealini öylesine büyük bir coşku ve samimiyetle savunuyor ki, neyin nasıl olması gerektiğinden bahsettiği bölümlerde bile kuruluğa düşerek okuru sıkmıyor. “Domaniç Dağlarının Yolcusu”’nu sıradan bir anı kitabı olmaktan çıkaran en önemli unsur, kadın duyarlığının imbiğinden süzülmesi. İlk satırlardan itibaren coşkulu, titiz, şiirsel ve zarif bir üslup okuru hemen sarmalıyor. Bunda Şukufe Nihal’ın her şeyden önce bir şair olmasının payı çok büyük...
26.64 ₺ -
Teşrinisani ve Ötesi
Teşrinisani ve Ötesi, Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılın hikayesi Sultan Mahmud-ı Adli′den başlayarak saltanatın ve ardından hilafetin ilgasına kadar uzanan hazin bir hikaye. Temel felsefesi 20. asrın bütün hadiselerinin 19. asırda hazırlandığı Cennetmekan Sultan Abdülaziz Han′ın şehadeti. Sultan Beşinci Murad′ın cinneti. 93 Harbi. İsyanlar. imzalanana ağır antlaşmalar...Ve hepsinin ardından kadın, erkek, genç, ihtiyar, Sultan Osman′ın kanını taşıyan bütün şehzade ve sultanların ülke dışına çıkarılmaları... Bir Osmanlı Haminnesi olan Münevver Ayaşlı, “Teşrisani ve Ötesi”′nde zaman ve ruh olarak çok yakınında durduğu 19. asrın panoramasını çiziyor.
9.60 ₺ -
İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim
Münevver Ayaşlı Hanımefendi, içinde yaşadığı devri (1906 - 1999) tanıdıkları, gördükleri, işittikleri, işetenlerden işittikleri, nüktesi, rivayeti, dedikodusu, efsanesi ve bilebildiği kadar hakikatiyle kendisinden sonra gelecek nesillere nakletme çabası gösteren bir Osmanlı haminnesidir. Köklü aile yapısı ve eşinin bulunduğu önemli devlet hizmetleri sayesinde Abdükhak Hamid′den Halide Edip Adıvar′a, Mithat Cemal Kuntay′dan Asaf Halet Çelebi′ye, İsmail Hami Danişmend′den Burhan Toprak′a, Mösyö Massigno′dan Albert Gabriel′e kadar birçok önemli ismi çok yakından tanıyan Ayaşlı′nın hem hatırat edebiyatımıza hem de tarih ve kültürümüze belki en büyük katkısı işittikleri, gördükleri ve bildiklerini yazıya geçirmiş olmasıdır.
14.80 ₺ -
Haminne'nin Suret Aynası
Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna birebir tanıklık eden Münevver Ayaşlı’nın hatıralarıyla harmanladığı portre yazıları, tarih kitaplarının sayfalarında bulunamayacak detaylara yöneliyor. İyi bir aileden gelen ve eşinin devlet görevleri sebebiyle devrinin edebiyat, kültür siyaset meclislerinde bulunan Ayaşlı, biyografi geleneğini resmiyetten kurtararak samimi bir tarzda sürdürmeyi tercih ediyor. Mülkün, kalemin ve sanatın sultanları Haminne’nin Suret Aynası’nda buluşuyor. Ertuğrul Gazi’den V. Murad’ın torunu Rukiye Sultan’a, Abdülhak Hâmid’den Peyami Safa’ya, Tevfik Fikret’ten Yahya Kemal’e, musiki üstadı Sadettin Arel’den Celal Esad Arseven’e, Rıza Nur’dan Beyoğlu Levantenlerinin son temsilcilerine, İbn Rüşd’den Osmanlı âşığı seyyah Claude Farrere’e, Picasso’dan Andre Maurois’ya, Tarık bin Ziyad’dan Napolyon’a, Indira Gandhi’ye uzanan geniş bir yelpazede tam 51 ismi anlatıyor.
148.00 ₺ -
Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru
Osmanlı′yı da, Birinci Cihan Savaşı′nı da, Milli Mücadele′yi de görmüş, Fransa′da Doğu Dilleri Okulu′nda okumuş, Padişah Abdülhamit′in Berlin Büyükelçisi Sadullah Paşa′nın gelini, Viyana Büyükelçisi Nusret Sadullah Bey′in eşi, Beylerbeyi′ndeki yalının son temsilcisi... Münevver Ayaşlı. "Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru"da kendi kişisel tarihini yazarken yine Osmanlı′nın son dönemine, Cumhuriyet′in ilk dönemine tanıklık ediyor. Çocukluğundan başlatarak eşi Nusret Sadullah Ayaşlı′nın vefat tarihi olan 12 Aralık 1944′e kadar kronolojik bir sıra gözetmeden zaman, mekan ve insan üçgeninde geliştiriyor anlatımını. Tarih kitaplarının kuru ve yavan sayfalarında bulamayacağınız ayrıntılara yer veriyor. Geniş ufuklara ve yabancı iklimlere doğru bir yolculuğa davet ediyor okuyucusunu...
203.50 ₺ -
İstanbul / Dersaadet
“İstanbul, musikîsiyle, edebiyatıyla, güzel, sanatlarıyla, tasavvufu, güzel hayatı, leziz yemekleri, zarif insanları ve nükteleri ile bitip tükenmez... Fakat biz tükendik, üzüntüden, yeisten, ümitsizlikten tükendik... Zira ‘yıkıldı, yandı, ağaçlar kesildi, balık tükendi, çayırlar kurudu’ demekten yorulduk…” Münevver Ayaşlı, Dersaadet adlı eseriyle; bahçeleri, yüksek duvarları, konak-yalı mimarisi, sahil-sarayları ve hepsinden öte insanlarıyla eski İstanbul’un şimdi tarih sayfalarında kalan siluetini zamanımıza düşürüyor. Devraldığı Osmanlı kültürü ve estetiğiyle birlikte, sadece İstanbul masalını değil, tarih ve felsefesini de anlatıyor.
185.00 ₺ -
Bir Ruh Macerası
Cumhuriyet Türkiyesi’nin seçkin ailelerinden birine doğdu. Kurtuluş Savaşı’nın efsane isimlerinden Rauf Orbay’ın yeğeniydi. Batılı mürebbiyelerin elinde anadili Türkçeden önce Almancaya hakimiyet kazanarak yetişti. Ülkenin “en iyi okullarında” okudu. Yeşilçam sinemasının en önemli yönetmenleriyle birlikte çalıştı. Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Memduh Ün gibi isimlerle ortak işlere imza attı. Kemal Tahir, neredeyse manevi babası oldu. Yakın tarihin başat aktörlerinin hayatlar na yakından tanıklık etti. Ama hep eksikliğini duyduğu bir şey vardı? Hayatı nevrotik korkularla, şizofreni krizleriyle geçiyordu. Ta ki “yeniden doğuşum” dediği İslamiyet’le tanışana kadar. İslam’la tanışıp tasavvufa gönül verdikten sonra hastalığında psikiyatristleri hayrete düşürecek kadar büyük bir yol kat eden Ayşe Şasa ömrü boyunca yaşadığı “ruh macerasını” anlattı. Bir zamanların şifaya muhtaç genç kadınından, bugün sözleriyle şifa arayanlara merhem olacak bilgece sözler ve yakın dönem Türkiyesi’nin geçirdiği dönüşüm öyküsü…
40.70 ₺ -
Benim Küçük Dostlarım
İdealist bir öğretmenin kitap gibi okuduğu öğrencilerini ve anılarını edebi bir dille anlattığı doyumsuz bir eser olan BENİM KÜÇÜK DOSTLARIM aynı zamanda MEB’in tavsiye ettiği 100 Temel Eser’de yer almaktadır. Her çocuk, bence zevkle okumaya değer meraklı bir kitap; karşısında uzun uzun, hayran hayran düşünülecek bir bilinmeyenler âlemidir. Yirmi bir yıldan beri bu kitapları yaprakyaprak,satır satır okumaya ve anlamaya çalışıyorum. Fakat hâlâ "Çocuk" adlı kitapla anlayamadığım, sökemediğim cümlelere rastladığım olur. Bu itirafımdan sonra, okuyucularım bu eserde, tecrübelerin belki haklı; fakat herhâlde soğuk ve tatsız gururunu elbette aramayacaklardır. Hayır, sevgili okurlarım elinizdeki kitap, ağırbaşlı, psikolojik bir eser olmak iddiasında değildir. Buna bir "hikâye kitabı" da denilemez. Çünkü içinde bir damlacık hayal bulamayacaksınız. Ben bu kitapta sadece, gördüklerini ve duyduklarımı değil, hissettiklerimi sunuyorum. O kadar çok sevdiğim "Küçük Dostlarım"ı, daha doğrusu binlerce küçük dostumdan, rast gele birkaçını okurlarıma da tanıtmak istedim. Bir kırık dökük çizgi, bir avuç gölge.. Boyaların parıltılı dilinden yoksun, kara kalem bir çocuk portresi, bir küçük insan kişiliği! Ve çok defa bu kişiyi benim hafızamın köklerine altın çivilerle perçinlemiş olan bir küçük olay. İşte kitabımda bunları bulacaksınız... Basit şeyler ama, içlerinde hoşunuza gidenler, gözlerinize bir damla yaş, dudaklarınıza bir küçük gülümseme getirenler, hatta başınızın karanlık bir köşeciğine titrek bir mum alevi uzatanlar olacak sanıyorum. Şüphesiz bir meşale, kuvvetli bir elektrik lâmbası değil, ancak bir mum alevi... Fakat ne de olsa bir ışık...
11.10 ₺ -
Bediüzzaman ve Talebelerinin Hukuk Mücadelesi
Ankara′da tutuklu bulunan Nur talebelerine, mahkemeden mahkemeye koşarak Nur davalarıyla ilgilenen Bekir Berk sorar: "Sizin bir an evvel buradan kurtulmanız için mi çalışayım... Yoksa davanızı mı savunayım?" Talebeler davalarının savunulmasını isterler: "Biz hapse razıyız, yeter ki fikirlerimizin haklılığı ortaya çıksın." Silaha sarılmayan, otoriteye direnmeyen, rejimi zorla yıkmayı hedeflemeyen... Ama öte yandan da davasının hakkaniyetini sonuna kadar savunan Nur talebeleri... Ve çekilen tüm sıkıntılarla birlikte, aylarca süren tüm davalardan çıkan ortak sonuç: Suçsuz!
14.80 ₺ -
İçimden Geldiği Gibi
Nasılsınız bugün? Kokladınız mı bir çiçeği? Saksınızda hercaîmenekşe yoksa bile, küçük bir bebeği; salıncaktan düşen yaramaz bir oğlanı; beyaz saçları, kalın gözlükleriyle hayata sımsıkı sarılan bir nineyi kokladınız mı hiç? Dokundunuz mu, yardım ettiniz mi, "Merhaba!" dediniz mi? Aynaya bakıp kendinize gülümsediniz mi? En son ne zaman bir eli sıkı sıkı tuttunuz? Hatırlamıyorsanız, uzatın elinizi, bir yolculuğa çıkalım sizinle: İnişli çıkışlı, sevinçli, hüzünlü, heyecanlı, huzurlu... Belki hatırlarsınız, yağmurun altında yürümekten damlaların içinize işlediği o baharı... Belki sokağa atarsınız kendinizi, okuyunca bu satırları; selâm durursunuz gökyüzüne, uçan kuşlara, toza toprağa, yeni filizlenmiş yaprağa.... Hazır mısınız?
6.85 ₺ -
Günaydın Gece
Güzellik bakan gözdeymiş. Niyetmiş her şeyi güzelleştiren, olmazları olduran. Sevgi, açılmayacak sanılan, üzerine kilit vurulan tüm kapıların anahtarıymış. Tam da ümitsizliğe düşmeye ramak kala doğuruverirmiş güneşi üzerimize Yaradan; parlak ve sıcak… Tatlı dille, güler yüzle söylenen sözlere doyulmazmış… Bu kitap, güler yüzle, düşünerek okunsun, yüreklerde sevgi dokunsun, insanlar sevdiklerine sevgiyle dokunsun, ellerindekinin kıymetini bilsin, yurdunu sevsin, kendini tanısın, bilsin diye yazıldı. Bir gece sabaha karşı ciyaklayarak dünyaya geldiğini cümle âleme duyuran çocuklar gibi, gece, sabaha karşı yazılmaya başlandı. Herkes bana sorup dururken ‘Nasıl oluyor da bu kadar pozitif bir insan olmayı başarabiliyorsunuz?’ diye, dilersek, karanlıkları bile nasıl aydınlatabileceğimizi, geceleri nasıl gündüz yapabileceğimizi anlattım dilim döndüğünce. Hep birlikte söyleyelim hadi. “Günaydın gece!”
5.48 ₺ -
Toplumun Işıkları
“Toplumun ışıkları Sokrat′tan Roger Garaudy′ye, Osman Gazi′den Turgut Özal′a, İmam Rabbani′den Mevlana′ya, Gorki′den Andre Gide′e kadar insanlığa siyaset, ilim, fikir, edebiyat ve ahlaki dehalarıyla ışık olmuş, rehberlik yapmış, yol göstermiş kişilerin hayat hikayelerini ve yaptıkları çalışmaları konu ediniyor. Asırlar boyu toplumları aydınlatan insanların başarılarından günümüz insanının nasıl yararlanması gerektiğine işaret eden Halit Ertuğrul, büyük hedeflere ulaşmak için bilim, inanç ve din gerekliliği üzerinde durarak gençlere toplumun birlik ve diriliği uğruna mücadele etmenin kutsallığı mesajını veriyor.
6.85 ₺ -
Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz
Gözlerimizi köylerimize, şehirlerimize kapattık, okul, mesai ve silah arkadaşlarımızı, komşularımızı, hatta akrabalarımızı göremedik. Baksaydık, Oğuzların (Türkmenler) beraberinde Abhaz, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz, Pomak gibi sosyal gruplar görecektik. Türkiye Türklerini, sadece Oğuzlardan ibaret sandık ve ders kitaplarına öyle yazdık. Batı Türklüğü dedik, ama nasıl oluştuğunu hiç gündeme almadık. Sanki milletler tam teşekkülleriyle birden ortaya çıkmıştı. Tarih içerisinde gelişip serpilmeyi anlayamadık. Batıda milliyetçilik, romantizmden doğmuştu. Çok fazla romantik olmamız, gerçekliğimizle aramızda bir perde oldu. Batılılar sonunda tanımlamalarının yanlışlığını gördüler. Renan, Gellner, Hobsbawm, Anderson ve daha niceleri, detaylı araştırmalarla hataları tamamen gün ışığına çıkardılar. Biz yine de kendi gerçekliğimizi, kendi araştırmalarımızla ortaya koyamadık. TİMAŞ Yayınlarının okurlarla buluşturduğu “Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz”, Batı tipi milliyetçiliğin ülkemize aynen iktibas edilmesinin sebep olduğu sorunları tüm açıklığıyla ortaya seriyor ve bu toprakların dokusuna uygun bir dille önerilerde bulunuyor. Dayı, antropoloji, sosyoloji, tarih ve kültür disiplinlerinin verilerinden alabildiğine faydalanarak hazırladığı çalışmanın amacını şöyle izah ediyor: “Millî birliğimizin tehdit altında olduğu bu dönemde, genellikle yapıldığının aksine bölücü akımları değil, bütünlüğümüzün temeli olması gereken Türk milleti anlayışımızı sorgulamak. Her toplumunun oluşum ve yapısal farklılıklarından dolayı, Batılı ve sabit şablonlarla genel-geçer bir izah yapılamayacağını göstermek. Sosyal birliklerin şimdiye kadar farklı kimliklerle adlandırılmalarını, düşünce tarihindeki paradigma değişmeleriyle açıklamak. Milletlerin biyolojik üremelerle değil, sosyal birleşmelerle oluştuğunu ispat ederek etnik ve ırkî köken izahlarını geçersiz kılmak. Türk milliyetçileriyle ayrılıkçı milliyetçilerin, fikirleri ters olmasına rağmen, aynı terminolojiyi kullandıklarını ve bu terminolojinin yanlış olduğunu izah etmek.” Millet anlayışımız doğru mu? “Türk Milleti” tanımlaması, Türk düşünürler tarafından mı, yoksa Batılılar tarafından mı yapıldı? “Bilimsel” diye önümüze konulan tanımlar, sosyal yapımızı aksettiriyor mu? Abhaz, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz ve Pomakların Türklük açısından konumu nedir? Her birimiz akrabalarımızdan, komşularımızdan, iş, okul, mesai ve silah arkadaşlarımızdan koparılmıyor muyuz? Lozan’da konuştuğumuz başka, okullarda öğrettiğimiz başka olmadı mı? Efsane ve destanlardan daha bilim dışı olan tanımların bizi parçalamasına izin verecek miyiz? “Bilim şahidimizdir” Dayı, ideolojik tesir altında kalmadan, ülkemizin gerçek yapısını ortaya koymak maksadıyla yazdığı satırlarına bilimi, yerküreyi ve tarihi şahit tutuyor: “Bilim şahidimizdir: Bütün izahlarımız felsefe, psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, filoloji ve tarih branşlarındaki yerli ve yabancı en ciddi bilim adamlarının eserlerinden kaynaklanmaktadır. “Zaman şahidimizdir: Birlikteliğimiz bin yılı bulan bir zaman dilimini kapsamaktadır. “Yerküre şahidimizdir: Bulunduğumuz bölge ve gittiğimiz yerler bizi hep birlikte görmüştür. Devlet adamlarımız şahidimizdir, damarlarımızdaki kan şahidimizdir, türkülerimiz şahidimizdir.
10.97 ₺ -
Türkiyeyi Kazanmak
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren yüzünü batıya dönerek, Batılı ülkelerle hep sıkı ilişkiler kurmaya çalıştı. Bir yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiklerinden biri olurken, diğer yandan Avrupa Birliği’nin kapısını çalan Türkiye, son birkaç yıldır ezber bozan politikalar uyguluyor. Rusya, İran, Suriye gibi ülkelerle de ilişkilerini geliştiren Türkiye’nin önünde jeostratejik ortaklık için artık birden fazla alternatif var. Gordon ve Taşpınar “Türkiye’yi Kazanmak”’ta, Türkiye’nin günden güne Batı’dan uzaklaştığının altını çizerek, neden halen Türkiye’nin Batı için vazgeçilmez bir müttefik olduğunu ve Türkiye ile Batı’nın ilişkilerini nasıl yeniden iyileştirebileceğinin yollarını somut önerilerle tartışıyorlar. Türkiye’nin uluslararası siyasetinin ciddi bir kırılmanın eşiğinde olduğu bir süreçte konuyla ilgilenenlerin kaçırmaması gereken bir eser. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren Batı ile ilişkilerini geliştirmenin yollarını aradı. Batı ile süregelen bu güçlü beraberlik özellikle Soğuk Savaş süresince jeostratejik ortaklık anlamında iki tarafın da karşılıklı menfaatleri doğrultusunda doruk noktasına ulaştı. Soğuk Savaşın sona ermesi, Körfez Savaşı ve 11 Eylül gibi olaylar ilişkiler açısından önemli kırılma noktalarıydı. Ancak bugün karşımıza çıkan manzara çok farklı... On yıllar boyunca Batı’nın Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında en güvendiği müttefik olan Türkiye’nin Batı’ya karşı bakışı oldukça değişti. Kore’de savaşan, caddelerine Amerikan başkanlarının isimlerini veren, Avrupa Birliği’nin kapısını çalmaktan usanmayan Türkiye, son yıllarda dünyanın en Batı karşıtı ülkelerinden biri haline geldi. Şüphesiz bu durumun ortaya çıkışında Amerika’nın Ortadoğu’da uyguladığı saldırgan politikaların, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi baştan savmasının ve komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya başlayan ve ekonomisi hızla büyüyen Türkiye’nin kendine duyduğu güvenin önemli bir payı var. Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar, bu çalışmada Türkiye’nin dış politika macerasının bir muhasebesini yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Avrasya yönelimini de göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini yeniden tesis etmek adına somut çözüm önerileri sunuyor.
11.10 ₺ -
Türbeler
İnsanoğlunun inanma arzusu o kadar kuvvetli ki kitabi dinin yanında bir de halkın muhayyilesinde ve geleneğinde yüzyıllardır varlığını sürdüren inanış biçimleri, tabir yerindeyse, “yaşayan din” var. Yaşayan dinin en belirgin biçimde gözlemlendiği yerlerden biri de türbeler. Türbeler aslında bir bakıma ruhen rahatlama ve kutsal mekân arayışı ihtiyaçlarına karşılık veren birer umut kapısı. İlginç ritüellerin gözlemlendiği, çeşitli menkıbelerin anlatıldığı bu ziyaretgâhlar sadece insanla kutsal arasında bağ kurmuyor, aynı zamanda adeta bir terapi ve sosyalleşme mekânı olarak rahatlatıcı etkiler sunuyor. Kısacası bu mekânlar, sosyal bilimler namına çok katmanlı okumalara imkân sağlayan birer durak. “Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalından Prof. Dr. Ali Köse ve Dr. Ali Ayten, 23 ilden seçtikleri 30 türbeyi kapsayan bu araştırmayla, din psikolojisi ve din sosyolojisi açısından ciddi veriler sunuyorlar. Tabiri caizse, türbe olgusunun fotoğrafını çekiyorlar. Türbeler özelinde gerçekleştirilen bu araştırmanın, popüler dindarlığın anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacağını düşünüyor, yaptıkları bu önemli çalışma sebebiyle her iki ilim adamımızı tebrik ediyorum.” Prof. Dr. Ali Bardakoğlu - Diyanet İşleri Başkanı
11.31 ₺ -
Rusların Gözüyle Ortadoğu
Ortadoğu’da kavga bitmiyor… Tarih boyunca çatışmaların merkezi olmuş Ortadoğu özellikle son elli yıldır rahat yüzü görmüyor. Özellikle Soğuk Savaş döneminde bu coğrafya üzerinde en az Amerikalılar kadar nüfuzu olan Rusların bölgede hâlen son derece aktif olarak oynadığı rol, Türkiye’de nedense hep görmezlikten gelinmiştir. Rusların Gözüyle Ortadoğu’da bu mücadelelerin merkezinde önemli roller üstlenmiş olan SSCB eski Devlet Başkanı ve Rusya Federasyonu eski Başbakanı evgeny Primakov, yaşanan tüm olayları arka planıyla okurlara sunuyor. Dünya’nın kalbi Ortadoğu tarihin başlangıcından itibaren çatışmaların merkezi oldu. Bugünkü toplumsal ve siyasal çalkantılara baktığımızda süregelen durumun değişmediğine hatta şiddetin artarak devam ettiğine şahit oluyoruz. Üç büyük dinin kutsal toprakları en acımasız kitle imha silahlarının kullanıldığı, her türlü kaçakçılık faaliyetinin yürütüldüğü bir savaş üssüne dönüşmüş durumda. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş dönemiyle birlikte Ortadoğu krizi çok farklı nedenlerden dolayı küresel bir boyut kazandı. Dönemin iki süper gücü ABD ve SSCB sömürge sonrası sancılı bir oluşum sürecinden geçen Ortadoğu coğrafyasındaki ihtilafların doğrudan ya da dolaylı taraftarları oldular. Bu süre zarfında Arap-İsrail ihtilafında Ruslar Arapların, Amerika ise İsrail’in arkasında yer alır gibi gözüktü. Ancak sahne arkasında dönen pazarlıklardan herkes bihaberdi. Soğuk Savaş döneminin sıcak çatışmalarının yaşandığı, her kısa süreli savaşta yeni silahların denendiği bir ortamda bu ülkeler acaba neden Ortadoğu meselesine bu denli ilgi duyuyorlardı? Bu iki süper gücün süreç içerisinde oynadıkları rolü arka planıyla birlikte aydınlatmadan mevcut durumu anlamamız mümkün değildir. Sayısız savaş, iç çatışma, rejim değişikliği, barış çabaları, diplomatik girişimler, terör eylemleri ve ideolojik kavgalar gerçekleşirken bu iki güç bu gelişmelerden habersiz değildi. Ortaya çıkan her yeni gelişmede, anında, doğrudan kendi temsilcilerini göndererek sürece müdahil oluyorlardı. Bu isimler arasında belki de en tanınmış olan sima Yevgeni Primakov’dur. Hayatını Ortadoğu meselesine adamış, sayısız makale yazmış, son elli yılın en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde bulunmuş bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov bu coğrafyanın tarihine ve bugününe ışık tutuyor. Primakov’un bu çalışmasında Arap-İsrail ihtilafından Kürt oluşumuna, Cemal Abdülnasır’dan Yaser Arafat’a, İlk Arap-İsrail Savaşı’ndan Irak Savaşı’na, Ortadoğu’da ön plana çıkan birçok şahıs ve olay hakkında hiçbir yerde rastlamadığınız kulis bilgilerine Rusların bakış açısından ulaşacaksınız. Kitapta şu sorulara cevap bulabilirsiniz: Soğuk Savaş sırasında süper güçler Ortadoğu coğrafyasını bir tatbikat alanı olarak mı kullandılar? Ruslar neden hep Araplardan yana tavır aldı? Irak’taki Kürt hareketinin lideri Molla Barzani Rusya’daki sürgün sırasında neler yaşadı? Ortadoğu’da petrol fiyatlarıyla yaşanan savaşlar arasındaki bağlantı neler? Saddam hangi sözleri yerine getirmedi? CIA Saddam Hüseyin’i nasıl iktidara taşıdı? Ortadoğu’da terörü asıl kim başlattı? İsrail’in “terörist başbakanları” kimler? Abdülnasır neden Arap Birliğini kurmayı başaramadı? Rusya Saddam’ı savaştan vazgeçirmek için ne teklif etti? Rusya İsrail saldırılarını durdurmak için neler yaptı? Çeçenistan krizi niçin Rusya’ya iyi bir ders oldu? Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekliyor, çatışmalar sona erebilir mi? Refik Hariri suikastını kim gerçekleştirdi? Arap ülkelerinde sosyalizm neden gerçekleşemedi? İsrail’in uyguladığı göç politikaları Rusları neden rahatsız ediyor? İran gerçekten nükleer savaşı başlatabilir mi? Dünya neden İsrail’in nükleer çalışmalarına ses çıkarmıyor? İsrail’in nükleer çalışmalarına gizliden destek veren ülkeler hangileri?
13.70 ₺ -
Kürtleri Anlamak
Bugün Kürt meselesi nispi bir özgürlük havası içinde tartışılabiliyorsa kuşkusuz bunda en fazla pay sahibi olan kişilerden biri Prof. Dr. Doğu Ergil. Ergil 1995 yılında ülkenin ilk Doğu Raporu’nu yazdığında kopan fırtınalar hâlâ akıllarda. Söz konusu rapor, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı ve bölge koşulları yüzünden göç edip yerleştiği illerde yapılan geniş bir saha araştırmasına dayanıyordu. Ayrıca Kuzey İrlanda, İngiltere ve İspanya’da gerçekleştirilen ve yaklaşık bir buçuk yıl süren incelemelerle bu ülkelerin ayrılıkçı hareketleri dizginleme, ıslah ve entegre etme yönünde ne tür adımlar attığı araştırılmış ve neticede geniş bir değerlendirme raporu yazılmıştı. Ergil 2005 ve 2008 yıllarında bölgenin nabzını tutan iki yeni çalışma daha yaptı ve sonuçta Kürt meselesinin yaklaşık son on beş yılının kapsamlı bir izdüşümü çıktı ortaya. Çalışmayı önemli kılan bir diğer faktör de Ergil’in siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji ve uluslararası ilişkiler gibi disiplinler arasında yerinde geçişlerle kuru bir rapor olmanın çok ötesinde, gayet tatminkâr bir eser çıkarmış olması. Türkiye bir Türk-Kürt fay hattına doğru mu gidiyor? Kürtler kendi içlerinde hangi noktalarda ayrılıyor? Dağa çıkışın ardındaki sosyal, ekonomik ve siyasal sebepler neler? Kürt milliyetçiliği yükselme trendinde mi? Türkiye’nin Doğusu demokratik ideallere güven duyuyor mu? Sınır ötesi operasyonlar terörü engelliyor mu? İspanya ETA ile nasıl mücadele etti? Sinn Fein ve Herri Batasuna sisteme nasıl dahil edildi?
12.68 ₺ -
Kürt Sorunu
Kürt Sorunu… Ülkemizin kanayan yarası… Sadece son 30 yılda 40 binden fazla cana mal oldu, binlerce köy boşaltıldı, milyonlarca insan yerinden oldu. Onlarca söz söylendi, kararsız bazı adımlar atıldı, ancak yeterli irade gösterilemedi, çabalar yarım kaldı. Kalıcı ve gerçekçi çözüm bambaşka bir perspektif gerektiriyordu çünkü. Bölgenin hemen her karışını bilen ve hayatını bu sorunun çözümüne adayan ünlü Kürt aydını Altan Tan yılların birikimini kaleme aldı. Altan Tan düşünce ve siyaset dünyasının aşina olduğu bir isim. 12 Eylül sonrasında insanlık dışı muamelelerin adeta karargâhı durumuna gelen Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde gördüğü işkence sonrasında hayatını kaybeden babası Bedii Tan’ın acısı belki de Güneydoğu ve Kürt sorununa farklı bir gözle bakmasına yol açtı. Geç kalmış bir Kürt ulusalcılığına mesafeli duran Altan Tan, bir yüzyıl öncesinin gözde kavramlarının bugünkü koşullara uygulanmasını gereksiz ve Kürt halkını geriye götürecek bir çaba olarak görüyor. Bununla birlikte Kürt ulusalcılığının kapsamlı bir tarihçesini vermekten de geri durmuyor. 600 sayfayı aşkın bir kaynak kitap hüviyetindeki çalışma Türkler ve Kürtler arasındaki ilk münasebetlerden Osmanlı dönemindeki özerk yapılanmaya, Kürt edebiyat ve folklorundan isyanlarına, II. Meşrutiyet’in Kürtler nezdindeki etkilerinden İttihat ve Terakki yönetimine, Cumhuriyet dönemi olaylarına, Kürtlerin Türkiye’deki sağ ve sol düşünce içinde siyaset yapma biçimlerinden İslami bir Kürt hareketinin mecra bulma imkânına, “federasyon mu, bağımsızlık mı, yoksa demokratik Cumhuriyet’te entegrasyon mu?” tartışmalarına uzanan kuşatıcı bir inceleme sunuyor.
23.98 ₺ -
Kiralık Ordular
Dünya kamuoyu “özel askeri şirket” kavramıyla ilk olarak ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali sırasında tanıştı. Oysa günümüzdeki özel askeri şirketlerin ortaya çıkış hikâyesi Soğuk Savaş’ın bittiği yıllara dayanır. Yaklaşık yirmi yıllık bir geçmişe sahip olan bu yeni güvenlik konsepti bugün yüzlerce şirketten oluşan, milyonlarca çalışanı istihdam eden yüz milyar doların üzerinde mali hacme sahip bir sektör haline gelmiştir. Tüm bu ekonomik göstergelerin yanında asıl önemli olan bu yeni endüstrinin süregelmiş güvenlik anlayışını altüst etmesi. İnternet güvenliğinden meydan muharebelerine kadar geniş bir yelpazede hizmet veren askeri şirketler yavaş yavaş milli orduların yerini alıyor. Askeri endüstrinin bu önlenemez yükselişi mevcut dünya siyasetini tehdit eden en önemli meselelerden biri. Kiralık Ordular şimdiye dek özel askeri şirketler üzerine hazırlanmış en kapsamlı incelemedir. “Konu üzerine yazılmış ilk dikkate değer çalışma” Financial Times “Amerikan hükümetinin savaşı sürdürebilmek için özel şirketlere olan artan bağımlılığını düşündürücü bir şekilde gözler önüne seriyor” BusinessWeek “Kiralık Ordular; MPRI, Airscan, Dyncorp, Brown&Root ve diğer şirketlerin nasıl topyekun bir savaşı başarıyla yürütebileceklerini açıkça gösteriyor” Atlantic Monthly “Özel askeri şirketlerin dünya siyasetindeki etkisini çarpıcı bir şekilde sunuyor” Christian Science Monitor “Küresel çapta 100 milyar dolarlık büyüklüğe sahip özel askeri endüstri üzerine şu ana dek yapılmış en düşündürücü çalışma” Foreign Affairs
15.42 ₺ -
Kent Dindarlığı
Şeyh Galip de Müslüman, Taliban da! Öyleyse aradaki fark ne? Mehmet Altan yeni kitabında, sadece dindarları değil, inanca hangi mesafede durursa dursun bu topraklarda yaşayan herkesi ilgilendiren bir konuyu tartışmaya açıyor: Kent Dindarlığı İslamiyet Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde. Nedir bu meyil, düzlem kaybetmemizin nedeni nedir? Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş derin bir kültürün ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir? Bunu sosyolojik bakışla analiz etmek lazım. Müslümanların ağırlığı eskiden kentlerdeyken zamanla kırlara kaydı. Dinin o derin içeriği, sosyal ve kültürel yanı gündemden düşürülüp inançla ilgili konular daha ziyade siyasi bir mesele olarak algılandı. Halbuki bir zamanlar kent dindarları vardı. Üreten, kazanan, çağın gerektirdiği hemen hemen tüm özelliklere sahip, çağdaşlarıyla rekabet edebilen, dünya üzerindeki mücadeleleri sırasında dinden çıkar sağlamaya gerek duymayan, buna gönül indirmeyen, güler yüzlü, medeni, farklılıklara tahammüllü, çoğulculuk üzerine bina olmuş şehir hayatını benimsemiş, latif insanlardı kent dindarları. Bugün kent dindarlığı anlayışına ciddi anlamda ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü din, bu toplumun varoluş temellerinden biri, belki de en önemlisi. Türkiye hem toplumun sıhhati hem de din algısının normalleşmesi için er ya da geç bu konuyu dikkatle ele almak zorunda. Gerçek anlamda bir kent dindarlığı anlayışı inşa etmek için zaman henüz geçmiş değil, ancak geçmek üzere. İşte bu nedenle, Mehmet Altan’ın gündeme taşıdığı “kent dindarlığı” konusu, dini hassasiyetler taşısın ya da taşımasın bu topraklarda yaşayan herkes için birinci derecede önemli bir mesele. Birey olma, kendi donanımıyla sisteme değer katma güvenini kazanmış, otoriteye bağımlılıktan kurtulmuş “yetişkin bir toplumda” kent dindarlığı zaten kendiliğinden ortaya çıkar. Demokrasi, hukuk, düşünce ve inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, bireysel tercih özgürlüğünü içselleştirebilen, ekonomik değer üreten bir toplum, eninde sonunda kent dindarlığı istasyonuna varacaktır.
6.85 ₺ -
Dersim Dersim
"O gün askerler köye gelip 30-40 kişiyi götürdüler. Bize "Sizi sürgüne göndereceğiz" dediler. Sürgüne götürdüklerini zannedip önlerine düştük. Harçik suyu kenarında bulunan Taxtıkal mıntıkasına götürdüler. Karanlık çökmek üzereydi, karşımıza dört tane ağır makineli silah kurdular. Sonra hepimizi taramaya başladılar. Bu tarama sırasında yanımda annem, babam, iki kız kardeşim ve erkek kardeşim vardı. Ben o sırada elimi, kız kardeşimin başına koymuş tutuyordum. Kurşun kız kardeşimin başından geçti ve kafatası parçalandı, benim de sağ elimin orta iki parmağı koptu, bayılmıştım." Bego Polat, Katliamın Tanıklarından. Cumhuriyet tarihi bugüne değin bir "resmi ideoloji" mantığı içinde, bizlere bir "medeniyet projesi" olarak öğretildi. İçyüzünde acı, kan ve katliam olan bu "medeniyet projesine" karşı çıkanlar, "gerici, feodal ve yok edilmesi gerekenler" idi. Dersim bu medeniyet projesinin ötesinde "ameliye" yapılan en kanlı yer oldu. Çünkü Dersim, "çıbanbaşı" idi. Peki onların bir tarihleri yok muydu? Kültürleri? Dilleri? İnançları? Acıları ya da sevinçleri? Kendisi de Dersimli olan Türkiye'nin önde gelen Kürt-Alevi aydınlarından Cafer Solgun; tarihi, kültürü, coğrafyasıyla Dersim'i ve cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı Dersim 38'i anlattı.
13.32 ₺ -
Cumhuriyeti Anlamak
Cumhuriyet’in 85. yılındayız. İstiklal Savaşı’nın son gazisi bu yıl öldü, o dönemlerin canlı şahidi olan insanlar artık yok. Bu 85 yılda Cumhuriyet’i ne kadar anlayabildik? Ezberlenmiş hükümlere sarılmadan, karşısında ya da yanında tavır almadan, ne derece sağlıklı bir bakış edinebildik? Osmanlı’dan bugüne intikal eden toplumsal, siyasal ve kültürel yapıyı göz önündbulundurmadan, Osmanlı aydınının yaptığı tartışmaları bilmeden, örneğin Ahmet Cevdet Paşa’yı yahut Fransız aydınlanmacılarını tanımadan ya da 1930’ların yükselen faşizm damarını ve Dünya Ekonomik Bunalımı’nı dikkate almadan gerçek bir Cumhuriyet fotoğrafına ulaşmak mümkün değil. Oysa tarihe bakışımız, çoğunlukla, geçmişten müttefikler edinmek, arzularımıza hitap etmeyen verileri görmezden gelmek, güncel siyasi tartışmalar için malzeme devşirmek gibi zaaflarla malul. Prof. Dr. Naci Bostancı, son derece ihtiyatlı bir sosyal bilimci kimliği ile Cumhuriyet’in felsefi temellerini, sosyal yapı ve inkılâpları, devlete atfedilen ‘babaerkil’ otoriteyi, tekil siyasi yapının modernleşme projesindeki yerini, eğitim ve kültür politikasını, dönemin ekonomik zihniyetini, devletçilik dönemi ve uygulamalarını tartışıyor; siyasi, iktisadi ve fikri cepheleriyle yetkin bir Cumhuriyet panoraması sunuyor.
7.54 ₺ -
Bitmeyen Beraberlik Modern Dünyada Din Ve Devlet
Tüm dünyanın, ama özellikle ülkemizin en sancılı tartışma alanlarından biri, din ve devlet arasındaki ilişkiler. Kimileri dinsel değerleri ve simgeleriyle kamusal alanda yer almak istiyor, kimileri ise kamusal alanı dinsel simgelerden tümüyle arındırmak. Bu arada kamusal alanın neresi olduğu konusunda anlaşmak mümkün olamıyor. Prof. Dr. Ömer Çaha modernleşme ve ulus devletlerin kurulma sürecinden başlayarak devlete ilişkin farklı yaklaşımları, farklı modernleşme modellerini, kamusal hayatın organize edilme biçimlerini tartışıyor. İdeolojik devletin ve hukuk devletinin alfabeleri hangi noktalarda farklılaşır? Seküler özgürlüklerle dinsel özgürlükler bir arada var olabilir mi? Avrupa'da modernleşme ile dindarlık birbirine karşıt değerler olarak tasavvur edilirken, Amerikan toplumu nasıl bir dinsel algı geliştirdi? Dünyanın en dindar toplumlarından birinin, aynı zamanda en çoğulcu ve özgürlükçü yapıyı kurabilmesi nasıl mümkün oldu? Türkiye'deki İslami hareketler gerçekten birer tehdit midir, yoksa siyasal değişim ve reformlar yönünde hızlandırıcı etkiler yapabilecek dinamikler midir? Resmi ideolojinin temel özellikleri; yani merkeziyetçilik, devletçilik, içe kapalı milliyetçilik ve statükoculuk zinciri kırılabilir mi? Osmanlı “evrimci” ve “öze yönelik” siyasal modernleşme anlayışı ile geleneksel kurumları alaşağı etmeden hangi adımları atabildi? Cumhuriyet dönemi modernleşme anlayışı nasıl seyretti ve sonuçları nelerdir? Bütün bu sorulara cevap vermek üzere Prof. Dr. Ömer Çaha’dan ufuk açıcı bir çalışma...
74.00 ₺ -
Açık Medeniyet
Bu kitap, bir yandan çok ciddi yapısal değişimlere uğrayan günümüz dünyasına dair bir takım önemli tespit ve tahliller sunarken, diğer yandan geleceğe dönük çok-medeniyetli bir toplum ve dünya düzeni projesinin kültürel temelini oluşturacak yeni bir düşünce tarzı önermektedir. Kitap, ötekine bakışına göre, medeniyetleri ikiye ayırmaktadır: Açık medeniyetler, kapalı medeniyetler. Açık medeniyetler başka medeniyetlere hayat hakkı tanırlar ve onlarla etkileşim içine girerler. Kapalı medeniyetler ise kendilerini yeryüzündeki tek medeniyet olarak görerek diğerlerini yok etmeye çalışırlar. Peki niçin bazı medeniyetlerin ötekine bakışı diğerlerininkinden farklıdır? Bunun cevabı medeniyetlerin düşünce sisteminde yatmaktadır. Kitabın “açık bilim” dediği, indirgemeciliği reddeden çok-katmanlı varlık, bilgi, yöntem ve hakikat anlayışını benimseyen düşünce tarzı açık medeniyeti; “kapalı bilim” dediği indirgemeci ve tek-katmanlı düşünce tarzı ise kapalı medeniyeti doğurur. Ancak günümüzde medeniyetler arası ilişkiler yapısal bir değişime uğramıştır: Tarih boyunca asırlardır kendi sınırları içinde yaşayan medeniyetler artık -gelişen iletişim ve ulaşım teknolojisi sayesinde- tüm dünyada iç içe geçmiştir. Neticede kapalı medeniyet olgusu yerini zorunlu olarak açık medeniyete bırakmıştır. Artık hiçbir medeniyet kapılarını diğerlerine kapatamaz. Ancak insanlık böyle bir gelişmeye fikri, siyasi, hukuki ve ahlaki açıdan hazırlıksız yakalanmıştır ve medeniyetsel çoğulculukla nasıl başedeceğini bilememektedir. Fakat İslam medeniyeti içinden geçtiğimiz kritik tarihi dönemeçte bu sorunun çözümünde insanlığa ilham kaynağı olabilir.
9.25 ₺