-
Celaleddin Harezmşah
Celâleddin Harezmşah, 1199'da Harezm'de doğmuş ve dünyanın en büyük sultanı Alâaddin Muhammed'in oğlu olarak büyümüştü. Ancak henüz yirmi bir yaşında iken Cengiz Han'a yenilip geri çekilmiş ve memleketi harap olmuş olan babasının yerine tahta geçmişti. O Hindistan ile Diyarbekir arasında yüzlerce destan yazarak çekilmiş ve Doğu Anadolu, Gürcistan ve Azerbaycan'daki fetihleriyle bir devleti kaybederken, yeni bir devlet kurmuştu. Cengiz Han onu hayatında iken ele geçiremeden ölmüş ve bu düşmanlık mirası oğlu Ögedey'e kalmıştı. Yıllarca Moğollar tarafından adım adım takip edilmiş olan Celâleddin, Silvan'da eşkiya tarafından şehid edildiği zamana dek zor, çetin fakat harika bir hayat yaşamıştı. O bilinen dünyanın büyük bir kısmını korku ve dehşet içinde bırakmış olan Cengiz karşısında, Türklerin ve bütün Müslümanların yegane kalp kuvveti ve dayanağı olmuştu. Bu devirde Müslüman dünyanın en büyük derdi Moğollar ve Gürcülerdi. O işte bu iki amansız düşmanla, elinde kılıcıyla meydana çıkarak ve teke tek bir cengaver gibi dövüşmüştü. Hep yeniden gelmek üzere geri çekilmiş, yılmamış ve tekrar gelmişti. Bu haliyle o, bir başka eşi olmayan parlak bir örnek olmuştu.
132.00 ₺ -
Denizler Fatihi Barbaros Hayreddin Paşa
Akdeniz’de birer güneş gibi doğmuş olan Midillili Oruç, İshak, Hızır ve İlyas kardeşler, denizciliğe merak sarıp Yavuz’un ağabeyi Korkut’tan büyük yardım görmüşlerdi. Onun ölümü üzerine Tunus taraflarına gidip fetihleriyle Cezayir’de sultanlık tahtına dek yükselmişlerdi. Muhteşem Kanunî’nin Batıda Şarlken’in İmparator olmasıyla gelişen Hıristiyan birliğini parçalaması gerekiyordu. Karada kendisi vardı ama denizlerde Andrea Doria’ya karşı çıkarabileceği bir Kaptan-ı Derya’ya ihtiyacı vardı. Bu da ancak Barbaros Kardeşlerin hayatta kalmış olan tek ferdi Hızır olabilirdi. Nitekim Cezayir Sultanı Hızır’ı İstanbul’a çağırıp ona ‘Hayreddin’ unvanıyla birlikte Kaptan-ı Deryalık ihsan buyurdu. Hızır Paşa da cihan hükümdarı Süleyman Han’ın ümitlerini boşa çıkarmadı. Nihayet Preveze’de Donanma-yı Hümâyun’dan çok daha kuvvetli olan Haçlı donanmasını bir gün içinde bertaraf etmiş ve Akdeniz’in artık kime ait olduğunu göstermişti. Ve Osmanlılar sadece karalarda değil, artık denizlerde de en üstündü ve bu üstünlük aynı zamanda dünyada denizciliğin zirvesiydi...
138.00 ₺ -
Osmanlı Padişahları ve Devleti Tarihi
Geçmişe dair yazılı ve sözlü eserler; masal, hikaye ve tarih şeklinde karşımıza çıkar. Ancak tarih bir ilim olarak hikaye ve masaldan mutlak surette ayrılmalıdır. Bize düşen bütün vazife tarihin sınırlarını koruyabilmektir. Elbette ki tarihin birçok tarifi yapılabilir, hatta ona durum ve maksada göre bir rol de yüklenebilir. Ama bir tecrübe ve bilgi nehri olan bu ilim çığırından çıkarılmamalıdır. Tarihi basit şekliyle bir muhasebe defterine benzetebiliriz. Ve orada gelir-gider rolündeki zafer ve hezimet doğru olarak yazılmalı ki, neticede hesap doğru çıksın. Zira yarınlara ve gelecek hesabına doğru yatırım yapılabilmesinin başka yolu yoktur. Bu çerçevede; tarih ve özellikle de Osmanlı tarihinin hesaba katılmayan kısımları olabileceğinden, bu durumu nazar-ı itibara almak gerekecektir. Şunu da bilmelidir ki; Osmanlı Devleti sadece bizim değil, eskiden bu çatı altında yer almış din ve kavimlerin de devleti olmuş ve onların geleceklerine de şekil vermiştir. Bugün artık Osmanlı yahut eski tabiriyle Devlet-i Aliyye yoktur ama payitahtları, eserleri ve tesirleriyle hep vardır ve var olmaya devam edecektir. Öyleyse evvelâ Osmanlı devleti ve onun hanedanını hasbelkader tanıyalım.
174.00 ₺ -
Hüccetül İslam İmam Gazali
Bu eser, her ne kadar Gazâlî gibi sarsılmaz bir ilim dağını anlatıyorsa da, bu bağa giren okuyucu tarihe ün salmış İbn-i Sînâ gibi filozofları, Hallâc-ı Mansûr ve Sühreverdî gibi tasavvuf yolunda can vermiş büyükleri de ziyaret edecektir. Ve burada tasavvufun dereceleriyle beraber Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rufâî, Muhyiddin Arabî, Sâdî-i Şirazî, Ferîdüddin Attâr ve Celaleddin Rumî misali büyüklerle, Ömer Hayyam gibi çok renkli ve tartışmalı kimselerle de tanışacaktır. Sonra bunların karşısında yer almış olan Cebriye, Kaderiye, Mütezile gibi fırkaların yanlışlannı görüp Hanbelinin, Şafii'nin kim olduğunu anlayacaktır. Fakat bütün bunlar arasında yine Gazâlî'nin ve eserlerinin sırlarına vâkıf olmanın zevkini tadacak ve onları yeniden yeniye okumanın zevkini bulacaktır
196.00 ₺ -
Savaşçıların Efendisi Alparslan
Cumâ sabahı eşsiz Sultan Alparslan her zamankinden biraz daha farklıydı. Askerinin karşısına çıktığında o bir sultan gibi değildi. Fakat sanki etrafındaki neferlerinden herhangi biriydi. Askerlerinin de ona davranışlarında büyük bir saygı vardı. Ama ona bir İmparator gibi de yerleri öperek, secde vaziyeti alarak yapmacık davranmıyorlardı. Yiğitlerinin arasında bir nefer gibi dolaştı. Onların yüzlerine baktı, gözlerindeki zafere susamışlığı hisseti. Kendisi gibi askeri de kalabalık Bizans ordusundan korkmamıştı. Bu esnada Sultan Alparslan'ın bir şey söylemeksizin onların yüzlerini ve gözlerini okuyan ifadelerle gezişini diller târif edemezdi. Sanki neferler bakışlarıyla şöyle diyorlardı; "Bizim yanımızda sizin gibi mert bir Sultan olduktan sonra, ölüme de gideriz, zafere de... Sen yeter ki emir ver, bize ölümün hangi tarafta olduğunu göster, Sultanım!"
147.40 ₺ -
Gençler İçin Tarih
Tarihler altı Nisan 1453'ü gösterirken, yıllardan beri hazırlıkları süren kuşatma neredeyse başlayacaktı. Sultan Mehmed Han, son emirlerini verdi; "Aslanlarım, artık sözün bittiği ve savaşın başladığı zamana Allah'ın izni ile ulaştık, büyüklerimizin dualarını aldık. "Sonra topçulara dedi ki; "Artık iki tonluk gülle atan toplarım ateşe başlasınlar, diğer küçük bataryalar da onlara katılsınlar." Sonra da havancılara dönerek emrini sürdürdü; "Havancılarım ise, Haliç'teki düşman donanmasına havan ateşi açsınlar." Sonra büyük ordusunun diger sınıflarına da şu emri verdi; "Bu arada mancınıklarım, yürüyen kulelerim, uçan füzelerim durmasın, üzerlerine düşeni yerine getirsinler. Haydi Allah'a emanet olun."
147.40 ₺ -
Gençler İçin Tarih
"Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, 'Allah, Allah' nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük vadisinde hissediyorum. Vallahi Rabbimden beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim." Sonra biraz durdu ve dedi ki; "Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın..." Ayağa kaldırdılar; "Kılıcımı getirin!" "Neden efendimiz?" "Burnu üzerine düşerek hırıltılarla ölen deve gibi ölmek istemiyorum. Bu gözler korkaklar gibi uyumadı." Yüzünde soğuk terler birikiyordu; "Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman atımı muharebede tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alırlar."
147.40 ₺ -
Denizler Fatihi Barbaros Kardeşler
Şanlı Akdeniz havzasında ve hatta daha uzak yerlerde Barbaros kardeşlerin mertliği, yigitligi, zaferler kazanmaları Müslümanları sevindirirken, Avrupalı sömürgecileri endişelere sevk ediyordu. Osmanlı'nın Akdeniz'deki gücünün artmasından rahatsız olan Papalık, hızla haçlı donanmasını oluşturarak başına Andrea Doria'yı getirdi. İki donanma Preveze Körfezi önlerinde karşılaştı. Yarım daire şeklinde ilerleyen Osmanlı donanmasının sağ kanadında Salih Reis, sol kanadında Seydi Ali Reis, arkada ihtiyat için Turgut Reis ve merkezde de Barbaros Hayreddin paşa vardı. Mehter marşının çoşturmasıyla ve Allah Allah nidalarıyla patlamaya hazır bir volkan haline gelen leventler hep bir ağızdan zafer marşları söylüyorlardı: Deniz üstünde yürürüz / Düşmanı arar buluruz / Öcümüz komaz alırız / Bize Hayreddinli derler
147.40 ₺ -
Allahın Arslanı Hazreti Hamza
Av dönüşü Kâbe'ye kavuşmak ve tavaf etmek ayrı bir haz verirdi Hamza'ya. Nedendir bilinmez, içinden bir şeyler kopar, yüreğindeki yağlar erirdi tavaf ederken... Hamza'nın bu aydan dönüşteki tavaf manzarası görmeğe değerdi. Zira dağlara baş eğmeyen bir yiğit olan Hamza'nın bu mütevazı tavrı, onun kadar yiğitliği olmayan başkalarına nispetle daha da bir değerli oluyordu. Böylesine dağları bile ensesinden bağlayıp assalar eğilmeyecek olan bu dik baş, Kâbe önünde nasıl da hürmetle eğiliyordu. Ancak bu defa çok daha başka bir şey olmuştu; Allah huzu-runda eğilmeyi reddeden Ebti Cehil ve yandaşları, Hamza'dan iyi bir tokat yiyerek eğilmez zannettikleri dik başlarını eğmişlerdi. Bu eğilme; Kâbe'nin Rabbi huzurunda başını hürmetle eğen Hamza gibi bir yiğidin kahramanlığı ve cesareti ve hatta öfkesi karşısında eğilmekti. Bu ne kadar da garip bir tecelliydi... Hamza'nın namusu ve şerefi için bedel olarak veremeyeceği maddi ve manevî hiçbir şeyi zaten yoktu. Ancak onun bunlardan da öte, yüce bir gayesi ve dâvâsı da olacaktı. Şimdi O; yaratılmış varlıkların tamamın-dan üstün olan Peygambere ve O'nun tevhid dâvâsına her şeyini adamaya hazır bulunuyordu.
147.40 ₺ -
Yavuz Sultan Selim Han Ebubekir Subaşı
Şehzâde Selim 1469 senesinde Amasya'da doğmuş ve on bir yaşına kadar babası ile beraber yine burada yaşamıştı. Ara sıra İstanbul Fâtihi olan dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han çağırınca İstanbul'a gidip gelmişti. O büyük padişah tarafından sevilmiş ve çocukluk çağlarında çok iyi bir talim ve terbiye görmüştü. Büyüyüp yiğit oldu ve yirmi dokuz sene Trabzon Sancağını idare etti. Burada sancak beyliği yaptığı sıralarda İran ve Kafkasya meselelerini çok iyi inceledi ve birçok planlarını burada iken yaptı. Öyle ki Osmanlı zamanında Şah İsmail tehlikesini, doğru olarak ilk o anlamış ve bu hususta yapılması gerekenleri görmüş, kendisini ona göre hazırlamıştı. Nitekim bu ileri görüşlülük en sonunda onu tahta çıkaran sebep olacaktı. Devraldığı imparatorluğu sekiz yılda tam iki buçuk kat büyüterek Osmanlı'yı üç kıtaya hakim muazzam bir güce kavuşturan yiğit ve cesur hükümdar... Akdeniz'i boydan boya Osmanlı sahili haline getiren "Yavuz" hükümdar
147.40 ₺ -
Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi
ŞARK'IN EN SEVGİLİ SULTANI; Neredeyse bütün ömrünü Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın Haçlılardan geri alınmasına adayan büyük kumandan, çölde çadırda yatarken kendisine bir saray yapmayı teklif edenlere; “Allah'ın evi esir iken, muhasara altındayken ben nasıl saray düşünürüm!” diyen sadık insan. 1187'de Kudüs'ü fethederek, 88 yıllık Haçlı işgaline son veren muzaffer komutan, SELAHADDİN EYYUBİ
147.40 ₺ -
Kanuni Sultan Süleyman Han
Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığında, babası Yavuz Sultan Selim'in tersine yüzünü batıya çevirmişti, zaten babası doğu tarafında yapılması gerekenleri yapmıştı. Kanuni Sultan Süleyman, kırk altı sene gibi hiç de az olma- yan saltanatında akıl almaz işler yaptı. Babası Yavuz Sultan Selim'den altı milyon beş yüz elli yedi bin kilometrekare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını on dört milyon sekiz yüz doksan üç bin kilometrekareye çıkardı. Bu fevkalade bir yükselişti. Bir taraftan da imar faaliyetlerine devam etti. Bu hususta Mimar Sinan'ın hizmeti büyük oldu. Osmanlı Devletinin en parlak devrinin bu büyük mimarı Kanüni Sultan Süleyman devrinde cihana parmak ısırtan eserlere imza attı. Büyük bir devlet adamı olmasında şüphe bulunmayan Kanuni Sultan Süleyman Han aynı zamanda iki bin dokuz yüz şiiri bulunan ünlü bir şairdi. Halk arasında meşhur olmuş şiirlerinden birinde geçen, sağlık ve birliği öğütleyen iki beyti şudur: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır, Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi”.
147.40 ₺ -
Enver Paşa ve Naciye Sultan
Yazarın işi, bir ideoloji hastalığıyla idrakine deli gömleği giydirip hâdiseleri olduğundan farklı göstermek değildir. Ona düşen olup bitenleri tarafsız olarak ortaya koyup nihaî karan okuyucuya bırakınakhr. Fakat Enver'i yazmak zor bir iştir... Çünkü onun yaşadığı dünya gülünç trajediyle acıklı komedinin harman olduğu büyük ve kanlı bir sahnedir. Öyle ki burada gözü pek ve katı kalpli zalimler, beceriksiz ahmaklar, kazanma hırsıyla dünyayı ateşe veren ihtiras sahipleri birer gerçek ve tehlikeli rol almışlardır. Ancak işler aksi de gitmiş ve hâkim olduğunu sanan şeytanlar ahmak zannettikleri karşısında egilebilmişlerdir. Enver sahnesinde milyonlarca figüran gerçek birer rol sahibi olarak kan ve ateşin içindedir. Bu yüzden de o kıssadan hisse vermenin ötesinde deli bir maceradır. Baş kahraman bu sahnede hep gücünden fazlasını ister ve rakipsizdir. Herkes tükendi derken o bir elmas kılıç gibi kuundan sıyrılıp önüne çıkan merdi-venleri birer basamak gibi atlamaya kalkar ve o Makedonya'da bir silah gibi patlayıp nihayet Pamir tepelerinde mitralyözle vurularak perdeyi indirir. Enver zihinlerde Kelile ve Dimne'yi Köroğlu havasında yaşatır. Bu macerada Don Kişot, Robinson Kruzo, Gulliver ve Giyom Tell hep susmak zorunda kahrlar. Zira Enver öyle bir Kerem'dir ki; Züleyha, Belkıs, Asli ve Şirin Nâciye'sinin şahsmda Binbir Gece Masallan'yla harmanlarur. Onunki, ateşle sudan mâmul bâdeyi içme zevki veren ataldık hikâyesinirı tâ kendisidir.
174.00 ₺ -
Hatice Tarhan Valide Sultan
Hatice Tarhan Valide Sultan yaşadığı çağda Osmanlı'nın en sağlam direği olmuştur. O, Hanedanı yok olup gitmekten kurtaran çilekeş bir Padişah anasıdır. Devletin zor zamanında imdada yetişmiş, kucağında Dördüncü Mehmed'ini büyütmüş bir saltanat nâibesidir. Çağdaşları onu ikinci bir Rabiatü'l-Adeviye, bir iffet abidesi olarak tanımıştır. Onun insana hizmet eden hayrâtını hesaplamak mümkün değildir. Çanakkale istihkamlarını inşa ederek Istanbul'un namusunu kurtaran da yine odur. Ayrıca Kâbe yolundaki hayır eserleri, Istanbul'daki eşsiz câmii ortadadır. Tarihte kendisine bu kadar büyüklüğün nasip olduğu başka bir Valide Sultan olmamıştır.
174.00 ₺ -
Vermeyince Mabud
Bu hikâyeler şimdiye kadar yazılmış olanlardan birçok yönden farklıdır: İçlerinde gerçek hayata ışık tutan ve bir bakıma şarkın binlerce yıllık tecrübesini ortaya koyan hikâyeler bulunmaktadır. Yine tarihte hayatın içinde yaşanmış ve bundan sonra da benzerleri yaşanacak olan ibret levhaları gözler önüne serilmiştir. Yine bizzat yazarımızın içinde bulunduğu ve kısmen de kahramanı olduğu hatıralar da bu çalışmada yer almaktadır… Burada anlatılanların bir kısmı da belgesi gösterilemeyen gerçek bir tarihi ifade etmektedir. Hem tatlı bir akıcılıkla hayatı anlatan manzaraları âdeta seyretmek ve hem de tarihe ve toplum hayatına nüfuz etmede bu nüktelerin birer kılavuz rolü oynayacağına inanıyoruz. Yazarımız buradaki birçok hikâye cemiyet hayatının herkesçe fazla bilinmeyen noktalarına da dokunmaktadır. Bunları okurken bazen öteki âlemlere ve bazen de mahallemize evimize birer ziyarette bulunacağız.
108.00 ₺ -
Sultan IV Murad Han
Murad Han şişmanca, kemik yapısı fil gibi sağlam ve aynı zamanda ateşîn bir ruha sahipti. Koşmakta olan bir attan diğerine atlıyor, attığı cirit yaydan boşanan ok gibi gidiyordu. Okları ise tüfek mermisinden daha uzağa düşüyor, okuyla demir levhaları deldiği söyleniyordu. Hind Şâhı Hurrem ona fil kulağından ve gergedan postuyla kaplı bir kalkan göndermişti. Elçisi: “Sultanım, buna tüfek ve kılıç kâr etmez” dediğinde mızrağını vurup temrenini arkadan çıkarmıştı. Mert Pâdişah o kalkanın içine beş yüz altın koyup elçiye verdi. O da onu Hind Pâdişahının saray kapısına asmak üzere geldiği yere götürdü. İran’a Sultan Süleyman’ın sınırını kabul ettirmiş ve devleti hep zirvede görmek istemişti. Akıncıları ise Bavyera’ya kadar girip buranın taht şehri Ratisbon’u ateşlere yakmışlardı. O, Süleyman Han’dan sonra ordusunun başında sefere çıkarak parlak zaferle dönen ilk Pâdişah’tı. Onun ölümü de hayatı gibi muhteşemdi: binip gazaya gittiği meşhur atları tersine eyerlenip tabutunun önünde yürütüldü. Yani o sadece tütün yasağıyla anılacak kadar sıradan bir cihangir değildi...
234.00 ₺ -
Osmanlı Türkçesine Giriş
MUKADDEME Biraz geç kalmış da olsa, ülkemizde her geçen gün hayat damarımız olan Osmanlı Türkçesi’ne olan ilgi ve ihtiyaç kendisini daha fazla hissettirmeye başladı. Bu güzel his ve arayışın artık el yordamıyla değil, daha ilmî ve elle tutulup gözle görülür hale geçerek devam etmesinin zamanı da gelmiştir. Batılılar 1880’li yıllardan sonra, daha Osmanlı Devleti ayakta iken Osmanlı Türkçesi’ni öğrenmek ve öğretmek, bu arada keşfetmek üzere iyi çalışmalar yapmışlardır. Cumhuriyet devrinde ise bu sahada bu aziz millete bu işin dersini verecek duruma gelmeleri ve özellikle diplomatika ve siyakat yazıları hakkında ortaya koydukları eserler bizleri mahcup edecek seviyededir. Osmanlı Türkçesi’nin kaideleriyle birlikte; nesih, rik’a, divanî ve siyakat gibi kalemlerini esas alarak bütün devir ve konularını içeren bir külliyatını hazırlamak yirmi seneden beri düşünüp durduğumuz bir hedefimizdi. Zira geniş çaplı Osmanlı kültür eserlerine bir kapı açabilme yolunda metin ve mantığı uyumlu böyle bir giriş, bir anahtar hazırlamak mutlaka gerekli görünüyordu.Hâlbuki böyle bir çalışma ne Osmanlı devrinde ve ne de ondan sonra teşebbüs edilebilmiş bir hamle değildi, bu bakımdan da heyecan vericiydi. Bugün bu hususu çalışmada bize cesaret veren şeyler; çeyrek asırlık bir Osmanlı Arşivi tecrübesi ve Arapça ve Farsça hakkında hasbelkader bilgimizdi. Ancak bu cesaret yeterli gelmiyordu; biz de projemizi işin ehli değerli dostlarımıza ve Çelik Yayınları’na sunduk. Onlar da bu çalışmaya bizi teşvik ederek bilgi ve teknik bakımdan destek verdiler. Yer, zaman ve şartlar bundan daha iyi olamaz diye düşündük ve istişareler neticesi bu zor işe giriştik. Önce nesih yazısıyla kaide ve metinler kitabını külliyatın birinci cildi yaparak Osmanlı devleti ve kültürü ve yazılarını ayrı ayrı ele alan böyle bir eseri tamamlamaya niyet ettik. Böyle büyük bir işe teşebbüs etmenin pek kolay olmadığının farkındayız; zira bazı kaideleri vermekle beraber, ortaya tam olarak bir gramer kitabı koymuyoruz. Bununla beraber Osmanlı Türkçesi kullanıldığı sahası ve gelişme devirleri itibarıyla son derece geniş ve derindir. Bu uzun devirler içinde imlanın kendine göre değişme ve gelişmeleri vardır. Bununla beraber nesih ve rik’a belki çok alışılmamış bir yazı stili değil, ama divanî ve siyakat gibi yazılar bir bakıma ihtisas yazılarıdır. Ancak böylesine geniş bir kültürden istifade etmek bu yazıları öğrenmekten geçiyordu. Bütün tereddütlere rağmen, kendi kültürünün dilencisi durumuna düşmüş bir milletin bir ferdi olarak bunu icra sahasına koymak bizim için bir vazifeydi. Osmanlı Türkçesi denince; Osmanlı Devleti zamanında, bir tarife göre de 1908 tarihine kadar kullanılan Batı Türkçesi akla gelir. Biz Osmanlı Türkçesi tabiriyle Arap asıllı eski yazı veya daha yaygın ve mantıklı tabiriyle; İslâm harfleriyle yazılı Osmanlı Türkçesi’ni kastetmiş olacağız. Böyle bir çalışma ile neyi elde edeceğimiz meselesi burada anlatılabilecek bir konu olmadığından, bu sorunun cevabını vermek üzere de ‘Varlığımız ve Birliğimiz Açısından Osmanlı Türkçesi ve Tarihi Derinliği’ adlı eserimizi bastırmış bulunmaktayız. Zira ele aldığımız dil ve onun yazıları Bosna’dan Yemen’e, Kırım’dan Doğu Türkistan’ın doğu ve batısına kadar asırlar içinde yazılıp konuşulmuş bir lisandır. Bizim yaptığımız bu naçiz çalışma bu sahada ne ilktir ve ne de son olacaktır. Bu hususta şimdi hayatta olan ya da olmayan, her kimin ne kadar emeği geçmiş ise bizce tebrik ve takdire şayandır. Ancak biz bu eserle farklı ve yeni ihtiyaçları gözeten bir mantıkla yola çıkmış bulunuyoruz. Gayemiz; Osmanlı Türkçesi’nin kendi yazısı ve mantığı içinde öğrenilmesi ve müşküllerinin yine kendi içinde çözülmesini temin etmektir. Bu durumda dile Osmanlı devrinde nasıl yaklaşıldığı bizce mühimdir ve bu hususta yazılmış eserlerin çoğuna ulaştık. Bununla beraber şunun da farkındayız ki; biz artık bir asır öncesinde değiliz, bulunduğumuz zaman ve şartları da göz önünde bulundurmalı ve ona göre bir usul geliştirmeliydik. Neticede bulduğumuz usul; kendilerine yabancı bir dil olan Osmanlı Türkçesi’ni kendi çocuklarına öğreten İngiliz ve Fransızlarla, kendi evladına yine kendi dilini öğreten Osmanlıların birbirini tamamlayan ortak şeklidir. Bizce bütün mesele zor olanı hasbelkader kolaylaştırmak ve kapalı olanı mümkün mertebe izah edebilmektir. Ancak şunu da biliyoruz ki, bu işi lüzumundan fazla basitleştirmek veya öyle göstermek, onu yozlaştırmak ve ayağa düşürmekten başka bir mâna ifade etmez. Bu sahada hasbelkader çalışmaya niyetli olanlar, bu dilin ve yazıların eski bir tarihi, derinliği ve geniş bir coğrafyası bulunduğunu göz önüne almalıdırlar. Böylesine mühim bir konuyu dar mânada mahalli bir mesele olarak görmek doğru değildir. Diyebiliriz ki; ele aldığımız bu konu fevkalade kıymetli ve bir o kadar da gayret isteyen bir meseledir. Öyleyse buna bir camcı ve çömlek ustasının gözüyle değil, bir kuyum ustasının değerli taş ve madenler karşısındaki hassasiyeti, bilgisi ve usulleriyle bakmalı ve görmeliyiz. Osmanlı Türkçesi’nin ekseriyetle Türkçe ve yine kendi malımız olarak kabul etiğimiz Arapça, Farsça ve diğer dillere ait kelimelerden teşekkül ettiği bir gerçektir. Bununla iftihar etmekle beraber, bu dilin imla usulünü tatbik ve sözü anlama hususundaki kaideleri bilmeye ihtiyaç olduğunu da bileceğiz. Eskiler dile giren Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri bozarak yazmaya hakkımız olmadığını söylerlerdi. Bütün mesele evvela imlayı 18. ve 19. asır Babıâli kâtiplerinin tutarlı ve oturaklı haliyle becerebilmektir. Buna Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı eserinin imlası demek de mümkündür. Ancak metin okumalarında eskiye girildikçe durumun değişeceğini de bileceğiz. Zira daha eski eserler imlanın henüz oturmadığı devirlere aittirler. Bununla beraber devletin son zamanlarında imlanın farklı sebeplerle bozulduğunu da görmekteyiz. Bu çalışmaya numune olarak aldığımız metinlerin bazıları gayet basit olmakla beraber bir kısmı ağdalı cümleler, ıstılahlar ve eski tabirler ihtiva etmektedir. Şu da var ki; bu çalışmadan istifade edecek olan her fert bu külliyatta geçen her şeyi anlamak zorunda değildir ve böyle bir mecburiyeti de olamaz. Fakat bazen insanın neyi, niçin anlayamadığını bilmesi de kendi başına bir malumat ve yol göstericidir. Ancak şunu da belirtelim ki; Osmanlı Türkçesi’nde bugün bizim tatbik etmekten çok uzak kaldığımız bir şiirimsilik, farklı bir akıcılık vardır. Hadikatü’l-Vüzera’da Kuyucu Murad Paşa’dan bahsedilirken; onun esaretten kurtulup İstanbul’a gelerek Padişah’a bağlılığını gösterince kendisine Kıbrıs eyaletinin verildiği şöyle anlatılır:“Rehyab-ı reha olduktan sonra Asitaneye gelüb süm-i semend-nevend sultan-ı serbülende bende-nüvaze-ruy-i niyazi-i pay-endaz ittikde Kıbrıs eyaleti ile i’zaz olundu.” Evvela şunu kabul etmek gerekir ki; bugün kullandığımız dille burada ifade edilmek istenen incelik ve derinlikleri karşılamanın ne yazık ki imkân ve ihtimali yoktur. Bunun da ötesinde buradaki akıcılık ve ahengi hissettirmek de bir o kadar imkânsızdır. Nitekim,“...süm-i semend-nevend, sultan-ı serbülende bende...” tabirindeki sözleri anlamak bir tarafa, kulağa hoş gelen o sihirli seslerin güzelliğini inkâr etmek mümkün değildir. Yine: “...ruy-i niyazi-i pay-endaz ittikde Kıbrıs eyaleti ile i’zaz olundu” tabirindeki ‘endaz’ kelimesiyle ‘i’zaz’ arasındaki musikiye yeniden kulak vermelidir. Veya savaş meydanını tarif ederken top ve tüfeklerin gök gürültüleriyle tek ses olduğunu ifade eden,“Top u tüfeng-i ra’d aheng” tabiri de uzaktan uzağa bu gürültüleri tatlı bir saz ve ses sihriyle kulağa getirmektedir. Nitekim buradaki ‘tüfeng’ ile ‘aheng’in kafiyesini görmezden gelemeyiz. Belli bir kültür ve geniş mânalı bir misyondan uzun zaman evvel kopmuş bir milletin çocuklarına bugün yeni, köklü ve değişik bir usulü takdim etmek gayesiyle bu eser hazırlandı. Kitabın bu hazırlığı tatbiki tecrübelere dayanmakta olup, masa başında bir şeyler hazırlamak nevinden ve baştan savma bir iş olarak görülmedi. Kitabın hazırlığında, evvela alıştırmak gayesiyle basit metinlere yer verildi. Ardından Türkçe, Arapça ve Farsça unsurlar sıra ile ele alındı. Müfredatta gösterilen kaideler -fazla ağıra kaçmaksızın- verilip, ardından bununla alakalı sorular tevcih edildi. Bundan sonra kaidede anlatılanların tatbik edileceği bir metin ve hemen onu takip eden bir lügatçe konuldu. Sonra da konunun tamamlayıcısı olarak alıştırmalar verildi. Bu arada metin ve kaidenin birlikte yürütülmesi gözden ırak tutulmadı. Ekler kısmına ise fiil çekimleri cetveli ve tarihlerle ilgili malumat ve ebcet harflerinin değerleri gibi maddeler konuldu. Bu cildin ikinci kısmında yer alan metinler ise iki kısma ayrıldı: Birinci kısım doğrudan dizilerek ve yine basitten ağıra doğru teşkil edildi. İkinci kısım ise tıpkıbasım diye tabir ettiğimiz usulle alınan metinler olup bunlar da yine hafiften ağıra doğru kondu. Bu müfredatın tatbikinde hedef; evvela Osmanlı Türkçesi’ni doğru okuyabilmek ve bu okuduğu şeyi anlayabilmektir. Sünbülzade Vehbi bir beytinde şöyle der: Okumaya yazıdan çok sa’y et Ki, kalır nakş ile cahil hattat. Ancak bu sözler düşünüp anladığını yazabilmenin kıymetini düşürmez. Böylece imladan mânayı ve mânadan maksadı yakalayabilme yolunda mümkünse hem okumalı, hem de yazabilmelidir. Bu da iki taraflı bir gayreti ve neticede muvaffakiyeti icap ettirir. Bu merama ulaşma yolunda, hangi maksat ve seviyede olursa olsun, bu eserden istifade etmek isteyene, “biz bu kadarını yaptık, gerisi sana kalmış” mantığıyla hareket etmedik. Bilakis, “biz sizin için burada gerekli olan malzemeyi ve seçme fırsatını hazırladık. Bunlar arasından siz neye ve ne kadar ihtiyaç hissediyorsanız, onu alın ve gerisini bırakın” demiş olduk. Böylece gerek öğreten ve gerekse öğrenen için ihtiyaç ve seviyelere göre seçme şansı sunmak üzere programı elastiki kıldık. Faydalanmak isteyen dilerse sadece matbu veya el yazısı metin okur, dilerse sadece divanî ya da siyakat okur veya okutur. Eserin, araştırmacılar için faydalı olabilmesine elden gelen gayret sarf edilirken resmi ve özel teşebbüslerin ihtiyaçları da göz önüne alınmıştır. Yine fakültelerin Türk Dili, Tarih, Arşivcilik, Bilgi-Belge Yönetimi ve İlahiyat ve benzeri fakültelerinde okuyan arkadaşlarımızın da istifadeleri göz önüne alınmıştır. Metinler bütün bu sahalara uygun olarak titizlikle seçilmiş ve faydalı bilgiler veren ibretli konular olmasına gayret edilmiştir. Kitabın ikinci kısmında yer almış olan metinler arasında az da olsa Osmanlı sınırlarını aşan Türkçe metinler de kondu, buralarda bazı garip kelimeler bulunacaktır. Bu arada Arapça ve Farsça ibarelere hareke konması gerektiğini düşündük ve öyle yaptık. Bununla da kalmayıp onların ayrı bir başlık altında Türkçe tercümelerini de vermeye çalıştık. Bu arada metinlerin ilmi, edebi, tarihi hususiyetler taşıması gerektiğini de gözden ırak tutmadık. Eserin ilk cildinde Osmanlı devletinin resmi belgelerine girilmedi, zira bundan sonra gelecek eserlerde bunlar fazlasıyla bulunacaktır. Bütün mesele işi kolaydan zora, temel bilgilerden teferruata doğru adım adım götürmektir, diye düşündük. Şunu itiraf etmeliyiz ki; biz bu eserin, eski tabiriyle, müellifi olmaktan çok musannifi durumundayız. Yani doğuda ve batıda zaten var olan geniş malumatı bir nizam dâhilinde bir araya getirip sıraya koymuş olduk. Bu çalışmayı icra sahasına koyma hususunda bize bilgi ve cesaret verenleri de burada zikretmeden geçemeyeceğiz. Çelik Yayınevi başta olmak üzere arşivciliğimizin adları yâd edilmesi gereken simalarından Dr. Mustafa Küçük, Dr. Mustafa Çakıcı, Uzm. Yusuf İhsan Genç, Sinan Çuluk, Kemal Gurulkan, Numan Yekeler, Sinan Satar ve Şefik Kanyılmaz’ı hatırlamayı kendimiz için bir borç biliriz. Bu arada Osmanlı Arşivleri, İsam Kütüphanesi, Marmara İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı,Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi ve İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi mensuplarının da bu çalışmada birer payları olduğunu minnettarlık hisleriyle belirtmek isterim. Yine bütün çalışmalarımız hususunda bize maddi ve manevi destek verme hususunda hiç bir fedakârlıktan çekinmeyen biricik kardeşim Serhat Geridönmez’i ayrıca hatırlarım. Ebubekir Subaşı Sultantepe 2015
198.00 ₺ -
O Bir Osmanlı Ermenisi
"Hasan'la Suzan'ın Kerem ile Aslı'da beter fakat yazılıp söylenmemiş bir aşkları var!" deyince aklıma bir muziplik geldi: "Yoksa bana Hasan ile Suzan'ın aşkını mı yazdıracaksın?" Başını yana çevirerek ileri geri salladı: "Ah, Kerem'ler yok artık, Aslı'lar da ne yazık ki asıllarına sadık değiller!" İşin gerçeği ben gülerken de olsa irkilmiştim, o meşhur hikâyede de Kerem bir Türk, Aslı ise Ermeni kızıydı. Fakat şimdi alabildiğine kaynayan, Osmanlı Devletini temelinden sarsan hadiselerin içinde cereyan eden bu aşk hikâyesi çok daha yaman ve ibretli olmalıydı. Beni düşüncelere dalmış görünce: "Oğlum, artık benim kim olduğumu ve sana canlı şahit olarak çok şey anlatacağımı, belgeler ve bilgiler vereceğimi öğrenmiş bulunuyorsun. Hasan'ım bana Türklerle Ermeniler arasında geçen meselelere tarafsız ve insaflı bakma, böyle inceleme sebebi olmuştur; varsın beni Ermeniler Ermeni, Türkler Türk olarak görmesinler."
222.00 ₺ -
Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman
Zigetvar sahasında dağ ve gök Zülfikar kılıcının şeklini alarak yatarlarken, hilalin nazlı yükselişi yorgun Kanunî’ nin zihnine serin alevler vererek bir nebze coşturmuştu. Bilal’in ezanı kulağında uğuldarken, Hâlid’in nârası, Saad’ın satveti Kâbe’nin kokularıyla karışarak bir bad-ı sabanın kollarında gelip hüzünlü bir ferahlıkla etrafını aldı, kutlu bir davetin müjdesini getirdi. Hasta Padişah için uzun geçen bir geceden sonra sabaha karşı toprak üzerindeki karanlık örtü canavardan kaçan sürüler gibi dağılırken, onun ardından bembeyaz gümüşî sabah perdesi son bir kere daha yeryüzüne geriliyordu.’ Osmanlı’ yı gücünün ve ihtişamının doruğuna çıkararak Viyana kapılarına kadar dayanan, Anadolu’ dan Hristiyan Avrupa’ nın göbeğine aralıksız akınlar düzenleyerek dünya haritasını yeniden şekillendiren, Akdeniz’ i tam bir ‘’Türk Gölü’’ haline getiren, Süveyş’ te kurduğu donanma ile Kızıldeniz’ i ve Kutsal Mekke-Medine topraklarını emniyet altına alan, 71 yaşında ve hasta bir haldeyken bile ordusunun başında sefere çıkan, Zigetvar kalesi’ nin zaptı sırasında top sesleri arasında şehid olan SULTANLAR SULTANI…
144.00 ₺ -
Diclenin Son Türküsü Kutül Amara
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki gazeteler, Türk Ordusunun İngiliz Ordusu karşısındaki bu zaferine kayıtsız kalmamış, onlar da bunu kendilerince şöyle tefsir etmişlerdi: “Kûtü’l-Amâra zaferi İngiltere’yi içeride ve sömürgelerinde zor durumda bırakacaktır. Kût’un bu şekilde sükûtu İngilizler hesabına askerî ve siyasi bakımdan büyük bir darbedir. Nitekim İngiltere’nin Şark’taki itibarı sarsılmıştır. Gelibolu hezimetinden altı ay sonra burada yeni bir hezimete uğramaları İngilizlerin İslam dünyasi üzerinde sahip olduğu nüfuza büyük bir darbe vurmaktadır. Bu muzafferiyet Türkiye’nin Müslü- man cemiyetler nazarındaki nüfuzunu yüceltecek ve İngilizler de bunu pek yakında kafalarına sokacaklardır.” Bazı İngiliz gazeteleri ise şöyle yorumluyorlardi: “Çanakkale’den sonra lrak’taki bu mağlubiyetle üzerinden güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu nüfus ve şanından yara alıp temelden sarsılmıştır. Bir İngiliz garnizonunun teslim olması bu savaşın ilk ve bu yüzyılın nadir birkaç örneğinden bir tanesidir.” Çanakkale'den sonra İngilizlerin uğradığı en büyük yenilgi olan ve bizlere unutturullan Kutü’l-Amâre Savaşını tarihçi ve Osmanlı arşivleri uzmanı olan Ebubekir Subaşı'nın kalemin- den okuyacaksınız.
198.00 ₺ -
Tahtsız Padişah Kösem Valide Sultan
Harem’e giren gözü dönmüş askerlerin tatlı canına kıymak üzere üşüştüğünü gören Kösem Sultan önce söz silahını çekti ve bu gayyadan kurtulmaya çalıştı. Olmayınca, para ve servetine el atıp altınla dolu hazînesini teklif etti. Ancak kapıya dayanmış olan ecel aman vermek istemiyordu. Her saniyesi bir saat gibi gelen bu dehşetli zaman zarfında geriye bir tek yol kalıyordu; tam bir yiğit gibi dövüşmek... Nitekim Kuşçu Mehmed denilen rezille arasında zorlu bir boğuşma patlayıverdi. Zilletin prangasını azı dişleriyle çiğneyip tüküren o asil küheylan, ak saçlarına rağmen nefsi müdafaaya girişmeyi seçiyordu. Nitekim sonu mutlak bir ölüme çıkan bu er meydanında kükremiş bir arslan gibi dövüşüyordu. Bu esnada canı yanan Kuşçu, o sefil hançerini Kösem’in gözüne saplayıverdi. Şimdi ulu Vâlide’nin yorgun ve ateşli başı yaz yağmuruna tutulmuş bir taş gibi terlerken, narin vücudu kızıl kanında yıkanıyordu. Eşsiz Vâlide’nin baş kâtili onu öldü zannederek bıraktı. Tam da bu kanlı odadan uzaklaşmaya başlamışlardı ki, onun inleyerek nefes aldığını farkettiler. Bu kanlı gecenin şansız kâtilleri o dişi kaplanın yılmaz göğsüne çakılı örste hâlâ hayat demirinin dövülmekte olduğunu anlamışlardı.
174.00 ₺ -
Halid bin Velid
“Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında ‘Allah, Allah’ nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük vadisinde hissediyorum. Vallahi Rabbimden beni her gazada diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi istedim.” Sonra biraz durdu ve dedi ki; “Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın…” Ayağa kaldırdılar. “Kılıcımı getirin!” “Neden, efendimiz?” “Burnu üzerine düşerek hırıltılarla ölen deve gibi ölmek istemiyorum. Bu gözler korkaklar gibi uyumadı.” Yüzünde soğuk terler birikiyordu. “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman atımı muharebede tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alırlar.”
138.00 ₺ -
Selahaddin Eyyubi
ŞARK'IN EN SEVGİLİ SULTANI; Neredeyse bütün ömrünü Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın Haçlılardan geri alınmasına adayan büyük kumandan, Çölde çadırda yatarken kendisine bir saray yapmayı teklif edenlere; "Allah'ın evi esir iken, muhasara altındayken ben nasıl saray düşünürüm!" diyen sadık insan. 1187'de Kudüs'ü fethederek, 88 yıllık Haçlı işgaline son veren muzaffer komutan, SELAHADDİN EYYUBİ...
156.00 ₺ -
Musab Bin Umeyr İmanın Sancağı
Mus'ab şehirlerin anası Mekke'de varlık içinde yüzen bir ailede dünyaya gelmişti. Şehrin bu yakışıklı ve narin delikanlısı çok çetin bir zamanda peygamberlik ayının hakikat güneşinden alıp sunduğu iksirle nurlandı. İman ve irfan yolunda ve hakikatin kaynağı Nebî'nin ardınca ve hep dikenler üzerinde yürüdü. Yoksul düşmüş olmasına rağmen, özellikle Medine'de İslam'ın temellerini atmada fevkalâde hizmetleri oldu.
144.00 ₺ -
Osmanlının Dağıstan Serdarı Ve Gizli Veziri İmam Şamil
“Ey General! Çar’ına şöyle haber ver ki; Kafkasya’nın bağrında daha binlerce Ahulgo gibi kaleler var ve on binlerce Surhay kule yerini almıştır. Bunların hepsi Rabbine baş kaldırıp eceline susamış olanları beklemektedir. Silahlarınızın vücûdumda açtığı üç yarayı şifalı Dağıstan otlarından kendi ellerimle yaptığım ilâçlarla şimdiden iyileştirdim ve size karşı harp etmek üzere hazırlandım. Kalbimde açtığınız evlâd ü ıyâl ve hemşiremden gelen ayrı ayrı dört yaranın hiçbir hükmü yoktur. Geri kalan evlâd ü ıyâlimi de daha şimdiden vatana ve Allah yoluna kurban olarak adadım. Size ve Çar’ınıza her şeyi bol bol vereceğiz, fakat vatanın hürriyet ve şerefini asla! Ahulgo’da aldığınız kanlı ders kâfi gelmediyse, zengin Çar’ınızın ordularını ve hazinelerini ortaya dökerek tekrar geliniz. Askerlik şerefini lekeleyerek yalan söyleyiniz, vaadlerinizi inkâr ediniz, ormanlarımıza kundak sokunuz, ekinlerimizi yakınız, meyva ağaçlarımızı, bahçelerimizi kavurunuz. Bütün bunlar Kafkas’ın ezelî hürriyet ve istiklâl aşkını körüklemekten başka hiçbir işe yaramayacaktır! Çarlar ölecektir, Petro’larınız ve Katerina’larınız gibi Nikolay da gözleri arkasında geçip gidecektir. Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak, hür ve mes’ud olacaktır. Allah, hak ve vatan uğrunda çarpışanların yardımcısı olsun!” (İmam Şamil'in hezimete uğrattığı, Kafkaslarda Ahulgo kalesini kuşatan Rus Çar'ı Nikolay'ın generaline gönderdiği mektup)
180.00 ₺ -
Allahın Arslanı Hz Hamza
Mekke’nin o eşsiz saadet devrinin arifesinde sâkinleri içinde en heybetli yiğitlerinden biri şüphesiz Hamza idi. Tabiat olarak, avı ve macerayı, yiğitliği sever, durgun bir hayattan hiç hoşlanmazdı. Av dönüşü Kâbe’ye kavuşmak, onu tavaf etmek ayrı bir haz verirdi ona. Nedendir bilinmez, içinden bir şeyler kopar, yüreğindeki yağlar erirdi tavaf ederken. Hamza’nın bu avdan dönüşteki tavaf manzarası görmeğe değerdi, zira dağlara baş eğmeyen bir yiğit olan Hamza’nın bu mütevazı tavrı onun kadar yiğitliği olmayan başkalarına nispetle daha da değerli oluyordu. Çünkü hayatında zaten başı eğik gezenlerin Kâbe önünde baş eğmeleri o kadar dikkat çekici olmazdı, ama Hamza öyle değildi; böylesine dağları bile ensesinden bağlayıp assalar eğilmeyecek olan bu dik baş, Kâbe önünde nasıl da hürmetle eğiliyordu. Ancak bu defa başka bir şey olmuştu; Allah huzurunda eğilmeyi reddeden Ebû Cehil ve avanesi, Hamza’dan iyi bir tokat yiyerek eğilmez zannettikleri dik başlarını, Kâbe’nin Rabbi huzurunda başını eğen bir yiğidin kahramanlığı, cesareti ve hatta öfkesi karşısında eğmişlerdi; ne garip bir tecelli… Hamza’nın ırzı, namusu ve şerefi için bedel olarak veremeyeceği maddî ve mânevî hiçbir şeyi zaten yoktu. Ancak onun bunlardan da öte yüce bir gayesi, davası da olacaktı. Şimdi o; yaratılmış varlıkların tamamından üstün olan Peygambere ve onun tevhid davasına her şeyini adamaya hazır bulunuyordu.
132.00 ₺ -
Cihan Padişahı Yavuz Sultan Selim
Devraldığı imparatorluğu sekiz yılda tam iki buçuk kat büyüterek Osmanlı'yı üç kıtaya hakim muazzam bir güce kavuşturan yiğit ve cesur hükümdar... Akdenizi boydan boya Osmanlı sahili haline getiren "Yavuz" hükümdar...
35.40 ₺