Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümünden mezun oldu. 4 yıl öğretmenlik yaptı.
Karadeniz Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı ve doktorasını tamamladı. 4 Mayıs 2001 yılında profesörlük unvanını almıştır.
Nazan Bekiroğlu ehl-i kalem bir babanın eğitimli bir annenin çocuğu olarak titizlikle yetiştirildi. Çocukluğunda türkçesi bozulur diye sokağa çıkması yasaklandı ve arkadaşları özellikle seçilmiştir.
Nazan Bekiroğlu’nun yazıları ve öyküleri büyük edebiyat dergilerinde yayınlandı. Eserlerinde bilinçaltı tekniğini kullanır. Devrik cümleler ile insanların psikolojik durumlarını yansıttığını dile getirir.
Nazan Bekiroğlu’nun eserlerinde anlattığı hikayelerindeki detaylar önemli bir yer tutmaktadır. Edebiyat ve şiire meraklı olan bir ailede büyümesinin kendisine çok fazla katkısı olmuştur.
-
Kehribar Geçidi Ciltli
Roma üzerinden bir insanlık tarihi ve insanlık durumları okuması sunan roman aynı zamanda incelikle işlenmiş detaylarıyla Roma İmparatorluğu'nun toplumsal, siyasal ve dinsel öğelerini de ustalıkla resmediyor. Nazan Bekiroğlu, Kehribar Geçidinde hem İslam hem Hristiyan kültürlerinde yer bulan yedi uyurlar anlatısı ve Roma İmparatorluğu'nun dağılmadan önceki son yüzyılı üzerine bir roman kurguluyor.
418.10 ₺ -
Kehribar Geçidi
Roma üzerinden bir insanlık tarihi ve insanlık durumları okuması sunan roman aynı zamanda incelikle işlenmiş detaylarıyla Roma İmparatorluğu'nun toplumsal, siyasal ve dinsel öğelerini de ustalıkla resmediyor. Nazan Bekiroğlu, Kehribar Geçidinde hem İslam hem Hristiyan kültürlerinde yer bulan yedi uyurlar anlatısı ve Roma İmparatorluğu'nun dağılmadan önceki son yüzyılı üzerine bir roman kurguluyor.
351.50 ₺ -
Yerli Yersiz Cümleler
Bu kitap önce “Yersiz Cümleler” adıyla tasarlandı. Niyetim sağda solda kalmış ve hiç yayınlanmamış onca cümleyi bir araya getirmek, bir bakıma onlardan kurtulmaktı. Fakat cümle bu. Bir kez kapısından girince gazete ve dergilerde kalmış yazıları da taradım. Derken hızımı alamadım, bütün kitaplarımı okudum yayımlandıklarından sonra ilk kez, “Yerli Cümleler”e de el attım. Sonra? Bütün cümleler yerli-yersiz birbirine karıştı. Böylece binlerce cümleyle baş başa kaldım. Hepsini mümkün mertebe temalara ayırarak bir senaryo dâhilince sıralamaya çalıştım. İçlerinde nerede, ne zaman, nasıl yazdığımı bugün gibi hatırladıklarım vardı, avucumun içine mıh gibi çakılmış olanlar. Ve hiç de hatırlamadıklarım. Bana öyle karanlık geldiler ki. Bunları ben mi yazmışım, sahi, ne zaman? Neden yazdığımı unutmuşum çünkü, hiç unutmayacağım sandığım şeyi. Üstelik tahmin etmediğim bir şey daha oldu ve yerinden edilen, bağlamından kopan cümleler yeni manalarla yüklendi, bambaşka tasniflere girdi. Yerinde doğaya ilişkin bir cümle aşk bahsine uygun düştü örneğin, yazıya ait olan insanlığa. Yeni bir okuma, dahası yeni bir yazma.
259.00 ₺ -
Kelime Defteri
Ben ilkokula gittiğim yıllarda öğretmenimiz bize Kelime Defteri tuttururdu. Alfabetik fihrist formunda, ince uzun bir defterdi bu. Türkçe dersi sırasında karşılaştığımız yeni bir kelimeyi ve onun anlamını günlük defterimize değil Kelime Defteri’ne yazar, karşı tarafta cümle içinde kullanırdık. Böylece kendimize ait sözlüğümüz oluşurdu. Şimdi ben de kendi kelimelerimi merak ediyorum ve onları bir araya getirerek cümle içinde kullanmayı deniyorum. Bir tür Kelime Defteri çıkarmak istiyorum kısacası. Bir de merak ediyorum, acaba fark etmediğim kelimelerim de var mıdır benim? Yoksa hepsinin farkında mıyımdır? İşte benim Kelime Defteri’m... … Aşk: Ezelden beri aşk olduğu için kelimelerin en başına yazıldı. İnsaniyet: Her türlü davanın üstünde. Tabiat: Yarı ölü düştüğüm bahçede yabani bir lâvanta çiçeğini saçlarımın arasına takma arzusunu duyduğumda, beni taşıdığım can hatırına onaracak olanı da tanıdım. Nergis: Gül devrim, lâle devrim geçti. Şimdi nergis devrimdeyim. Karadeniz: Karadeniz’in ayrı bir kimliği var. O yüzden Kelime Defteri’nde Deniz’e rağmen Karadeniz var. İçinde Fırtına. Çay: Çayı yaratan Allah’a hamd olsun. Ya yaratmamış olsaydı! Yazı: Hayatımın merkezinde duran şey yazıdır, yazarlık değil. Defter: Bitti. Oysa benim daha çok kelimem kaldı. Su gibi. Ateş gibi.
214.60 ₺ -
Mimoza Sürgünü
Tamam, estetize ediyorum, idealleştiriyorum biliyorum. Düpedüz yazıyorum. Romantik olduğum da bir yafta gibi boynuma asılı. Ama ben gördüğümü söylüyorum. Neticede şu yazdıklarımda ben hem mecazlı hem de gerçekçiyim. Yani düpedüz kinayeliyim. Eğer öyle değilse ya ben hayal görmüşümdür ya bana hülya anlatmışlardı. Nazan Bekiroğlu’ndan yıllarca okunacak bir deneme kitabı Mimoza Sürgünü. Bir mimoza ağacının altında insanın içine ve dışına doğru bir yolculuk bu. Kördüğümleri çözmekte üstüne olmayan ama basit bir fiyongun ucunu çekemeyen, yüce dağları aşıp da tatlı bir yamaç yolunda sendeleyen bir kalbin gücünün ve kırılganlığının iç dökümü. Aşkın ve metafiziğin, yıllarca biriktirilen hatıraların, yaratılmış her şeyle kurulan incelikli ilişkilerin izleriyle dilin büyüsünün iç içe geçtiği denemeler Mimoza Sürgünü’nde.
222.00 ₺ -
Mavi Lale Yitik Lale
Genç kuşağın başucu yazarı, Okuyanlarda tiryakilik yapan bir dil ustası. Hikayeleri, denemeleri ve araştırmaları ile kısa zamanda çok geniş bir hayran kitlesi oluşturan, okurların ellerinden bırakmadığı kitaplarıyla Nazan Bekiroğlu artık denemeleriyle de Timaş'ta. "Mavi Lale," dünün değerlerini unutmadan, bugünün değerlerini de yadsımadan her ikisinin sentezinden oluşan bir bakış açısıyla geçmişi geleceğe taşıyan bir zihnin ürünü. Bekiroğlu'nun usta kalemiyle, sinemadan edebiyata, hayattan ölüme uzanan serin ve renkli bir yolculuğa çıkarıyor Mavi Lale.
185.00 ₺ -
Mücella
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor. Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı. Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler. Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen... Sümbül kokulu bembeyaz yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında… Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde... Mücellâ’nın dupduru ve çarpıcı hikâyesi. Mücellâ, eserleriyle çağdaş edebiyata damgasını vurmuş Nazan Bekiroğlu’nun incelikli kaleminden hep hatırlanacak bir roman.
259.00 ₺ -
Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu’ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman. Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı’na uzanan bir öykü… Trabzon’dan ve Tebriz’den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak… Aslında çok ırmak… Tebriz’in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra… Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan’ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey… Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon’un “kırık kafiyesi” İsmail, ah İsmail… İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu’nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. “Nar Ağacı” hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap…
333.00 ₺ -
İsimle Ateş Arasında
Padişah: Bütün varlığı ismiyle kaimdi. Her yaptığı dünyaya bir isim bırakmak içindi. İsmi kaybolunca varlığı da kayboluyordu. Yeniçeri: İsimleri bağlılıklarıyla vardı. Aşk ile bağlıydılar padişahlarına. Ateşle yaşıyor, ateşle sınanıyorlardı. Aşk: Her şey gibi o da zamana yenik düşüyor. Teslimiyet ve bağlılık gerektirdiği gibi, aşıkın da teslimiyet ve bağlılık duygusunu uyandırması gerekiyordu. Aşklar da ateşle sınanıyordu. İsimi varlıklarının işaretiydi. Varlıkları isimleriyle birlikte siliniyordu. Aşkla bağlıydılar ve aşkları bağlılıktı. Padişah, askerleri ve hüzünlü bir aşk hikayesi... İsmin ve ateşin felsefesi arasında, bir yanda Osmanlı tarihi önünde yeniçerilerin hikayesi, bir yanda satın aldığı esame ile bütün hayatı değişen ve kendisini aşkın tükenişe varan yolculuğunda bulan Numan’ın hikayesi. Diğer yanda da çeşitli ilgilerle bu iki hikayeye bağlanan küçük hikayeler. Her şey Numan’ın kalbinden ve yeniçeri ocağından kıvılcım almışa benzeyen muazzam bir yangında yok olurken; Nazan Bekiroğlu. İsimle Ateş Arasında adlı romanında, resmi tarihin hükümleriyle bireysel tarihçelerin ne kadar uyuşmaz olduğunu anlatmayı deniyor yerli bir duruşla.
259.00 ₺ -
Nun Masalları
Nazan Bekiroğlu’nun Unutulmaz Eseri “Nun Masalları” Timaş’ta. Masal gemisi, nihayet İstanbul Boğazı’ndan, son padişahla son şehzadesini alarak uzaklaştı. Hiçbir şey kalmadı geriye. Bir büyük boşluk kaldı geriye. Bir deutun bunları, bulutların ufuk üzerinde koştuğu güz akşamları, kıyıya iyice yanaşan masal gemilerinin gölgelerine bakarak ve dahi o gölgeleri kendisi gibi görebilecek başkalarının varlığını da vehmederek dalgalara söyleyen öykücü.
148.00 ₺ -
Cümle Kapısı
Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben. Faturaların, makbuzların, ihbarnamelerin arkasına. Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına. Peçetelerin üzerine. Kitapların kenar sularına, kapak içlerine. Defterlen, sahifelerine değil kıyılarına köşelerine. Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam. Cümle kapısı: Kalbin kapısı. Sonra, sebebi malûm sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam. Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden. Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için.
192.40 ₺ -
Yol Hali
Yâ Nakkaş! Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Âdem’den bu yana bu yer’li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını.
222.00 ₺ -
Mor Mürekkep
Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız konulardan bahseden ama bütünü dikkate alındığında ortak bir ruh etrafında öbeklenen denemelerden oluşuyor. Kimi zaman bir renk, kimi zaman bir kitap veya bir şahıs, kimi zaman da edebi bir sanattan hareketle farklı zaman ve duygusal iklimlerde kaleme alınan bu denemelerde her şeyden önce kıvrak ve akıcı bir Türkçe, bilgi dağarcığınızı zorlayan ve harekete geçiren bir birikimle karşılaşacaksınız. Mor Mürekkep’in çağrışımları okkasında duramayacak kadar zengin ve derin. MOR MÜREKKEP HAKKINDA BASINDA ÇIKAN HABERLER Bazı yazarlar vardır açtıkları dünyalar için "gizli bir teşekkür′ büyütürüz içimizde. Kalemlerinin büyüsüne kapılır, bu büyünün etkisiyle yeni yapıtlarını bekleriz hep. Nazan Bekiroğlu. “Nun Masalları" ve "Nigâr Hanım′la böyle bir etki yapmıştı üzerimizde. Şimdi “Mor Mürekkep”′le geliyor. Mor Mürekkep′in efsûnuyla kaldırıyor yüreğimizi. Mor Mürekkep, Nazan Bekiroğlu′nun hikaye tadındaki denemelerinden oluşuyor. Deneme türünün o sıcak, o samimi atmosferini sunuyor bize. Türkiye′de daha şimdiden geleceğe kalacak bir üslup olarak selamlayabiliriz Bekiroğlu′nun yazılarını. Batı ve Doğu edebiyatlarını aynı ölçüde yansıtması, sonra dramatik anlarını gözümüzün önünde serişi, kimi zaman şiirleşen anlatımla okuma zevkinin zirvelerine taşıyor bizi. Timaş Yayınları′nın estetik sunumuyla Mor Mürekkep kitapçılarda Aksiyon Dergisi Başka bir yazımda da Nazan Bekiroğlu′nun bir hikâye ve deneme yazarı olarak geçmişi sorgulayıcı bir tavrı benimsediği, hayran olduğu ve derinden etkilendiği Tanpınar gibi, geçmişte yaşamayı, fakat orada kalmayıp bugüne bir şeyler taşıyarak yeni şeylere "dönüştürmeyi" çok iyi bildiğini yazmış ve şöyle devam etmiştim: "Ne pasif bir hayranlık, ne anlamsız bir düşmanlık, önce anlamak ve anladığını iyi ifade etmek, iyi ifade edememenin bir yazar için nasıl dayanılmaz bir sancı olduğunu, esasen sanatın bu sancıdan, en iyi ifâdeyi bulma cehdinden doğduğunu da biliyor. Cemil Meriç′in deneme üslubunu benimsemiş; eksilte eksilte yazıyor, yani yazdıklarının en acımasız eleştirmeni kendisi. Sade ve çocuksu bir cümlenin, sadelikteki beşerinin peşinde. Peki bunu başarabiliyor mu ? Hem de nasıl inanmazsınız. “Nun Masalları”nı ve Zaman′daki “Mor Mürekkep” yazılarını okuyunuz. Nazan Hanım′ın. pazar günleri bu sayfanın sol üst köşesinde yazdığı Mor Mürekkep yazıları, aynı adla kitap oldu. Şiir tadında tam altmış yedi deneme. Nefis bir Türkçe. Zengin bir kültür, hayal gücü, ince bir duyarlılık ve ayrıntılara nüfuz eden olağanüstü bir dikkat… Yani iyi bir yazar için ne gerekiyorsa hepsi bir arada. Özellikle gençlerin mutlaka okumaları gereken bir kitap. Ayvazoğlu Beşir; "İki Güzel Kitap" Gelelim Mor Mürekkep′e. Soralım neden mürekkep ve niye mor… "Mürekkep neredeyse tarihe karışıyor. Kağıda düştükten biraz sonra rengini mora teslim eden sabit kalemler de öyle. Hele mor mürekkep. Aramaya kalkışsanız kırtasiyeci yüzünüze bir garip bakacak. Yine de ben işte, bütün bunları yazdım. Yazdıklarımın bir kısmım kalemime mor mürekkebi çekmeden önce ben de bilmiyordum. yazarken öğrendim. Bir kısmım ise biliyordum. Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin. Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda. İkiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkeple oyalanan bir çocuktum. Buyurun işte burası benim içim. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim." Fevkalade emniyetteyim. "Helal ettim gitti aklımı". Anlatmalıyım. Ne zaman kitap olacak da bir gecede okuyacağız derken vitrinde bir Mor Mürekkep. Mor Mürekkep′i kitapçıdan alınca zaman kaybı olmasın diye belediye otobüsünde başlıyorum okumaya. Gariptir kitap yine bir belediye otobüsünde bitiyor. Her yazının bitiminde -Bunlara deneme mi diyelim. hikaye mi.. Peki ne?- yeni bir film izlemiş bir sinema düşkünü gibi tedailerin sonsuz koridorlarında dolaşmaya başlıyorum. Ateş üzerinde mumdan bir gemiyim. Elindeki incileri denize atan bir Sultan İbrahim. Rahmet olması için duasına çıktığım yağmurda boğulabilirim. Hiç emniyette değilim. Hele nakkaşlığım... Kendi içimde kanattığım bir ormanın en ucunda ille de gökyüzünü boyamam nakkaş olduğumdan. Nakkaşlığımdan. Tam anlamıyla tamamlayıp çizdiğim her şeyde eksik kalışım... Ah nakkaşlığım... Başa dönelim. Hayat ve kelimelere... Yaşı kırka gelen adamın münzevi çabasına... Ve bir çiçek ismi kelebek. Söze hayatın fedası. Yazı için tüketilen ömür ve niçin. "... Çünkü içinden bir cehennem geçen ve cehennemin içinden geçen, cehennemi anlatmayı aklından geçirmez. Cennette yaşayan da yazmaz. Arşimed′e çok da aldanmayın. Bulan her zaman çığlık atmaz. Sessiz sedasız yaşayıp gider. Öyleyse yaşayan yazmaz ve ölen de yazmaz. Ölmemek isteyen yazar. Ölmeyi bilmeyen, ölmeyi beceremeyen..." Ölmemek isteyen yazardan bir soru; "Sadece güzel düşler mi kaydedilecek rüya defterine?" Ölmeyi beceremeyen okurdan bir cevap; elbette... Kara bir denizin maviliğine bakan açık bir pencereden yeryüzü insanlarının içine dolan bir meltem Mor Mürekkep. Akşam ve sabah, yağmur ve güneş... Her daim yeni bir melodi. Bir martı çığlığı değil, belki bir serçe... Kimi zaman bir gül ve kimi zaman masum bir papatya çimlerin üzerinde... Engin. F. Halid; "Mor Mürekkep Ya !"
185.00 ₺ -
Mavi Lale
Okuyanlarda tiryakilik yapan bir dil ustası. Hikayeleri, denemeleri ve araştırmaları ile kısa zamanda çok geniş bir hayran kitlesi oluşturan, okurların ellerinden bırakamadığı kitaplarıyla Nazan Bekiroğlu artık denemeleriyle de Timaş’ta. “Mavi Lale”, dünün değerlerini unutmadan, bugünün değerlerini de yadsımadan her ikisinin sentezinden oluşan bir bakış açısıyla geçmişi geleceğe taşıyan bir zihnin ürünü. Bekiroğlu’nun usta kalemiyle, sinemadan edebiyata, hayattan ölüme uzanan serin ve renkli bir yolculuğa çıkarıyor Mavi Lale. MAVİ LALE HAKKINDA BASINDA ÇIKAN YAZILAR Nazan Bekiroğlu’nun Mavi Lale Kitabı alınca, 1950′li yıllara gittim. Ellili yılların ortalarıydı. Lisede idim. Türkçede inatlaşma yeni başlamış, daha etkisini göstermemişti. Yakup Kadri′nin nesir dilinin güzelliği, hemen herkes tarafından kabul edilirdi. Edebiyat hocamız Fikret Ateş hanım "Erenlerin Bağından" kitabını tavsiye etmiş, kardeşimle ben de çoğu defa, yüksek sesle okumaya başlamıştık. Nazan Bekiroğlu′nun dili de o yılların güzel Türkçesine çok benziyor. Kitapta, sınırlı bir dünya yok. Hafız Osman′dan Şekspir′e, Giotto′ya uzanan bir dünya var. Bazı denemeler ise, aslında küçük hikaye. Bir ev kadınının kızına doğum günü hediyesi olarak Polyanna′yı alması ve sonunda kendisinin okuması gibi, sevimli hikayeler. Erkeksi yazar olmaya çalışarak argoya başvurmayan, kadınsı yazmak için zorlanmayan Halide Edip gibi bir yazarımız Nazan Bekiroğlu. Halide Edip′e benzetmem, sadece kadın veya er¬kek yazar olmaya çalışmaması yönünden. Nazan Bekiroğlu, Halide Edip kadar Batı′ya açık, fakat ondan da¬ha fazla İslam tasavvufuna yakın. Bu da Bekiroğlu′nu daha ilgi çekici kılan bir yön. (Görüntüler ve Görüşler - Hüsrev HATEMİ) Benim. Hani o Mavi Lale′ Nazan Bekiroğlu, denemelerini topladığı ′Mor Mürekkep′ adlı kitabının yayınlanması üzerine, kendisiyle 16 Mart 2000 tarihinde yapılan bir söyleşide; “Şimdilerde bir Osmanlı çinisinin alt köşesine imza düşürülmüş mavi bir Osmanlı lâlesi... Neler düşünür, merak etmedeyim.” demişti. Şimdi, bu sözlerin söylenişinden bir yıl sonra, denemelerinin ikinci kitabı ′Mavi Lâle Yitik Lale′ ile yine okurlarının huzurunda Bekiroğlu... Kitaba adını veren “Yitik Lâle". Refâkat. Mavi Lâle ve Ölü Şehzâde ve ′Toprağa Düşünce Lâle′ yazılarından yola çıkarsak, o yine ′insanların, toplumların ve zamanların ruhunu taşıyan eşyalar′ı konuşturmaya, konuştururken onların ruhunu onları yapan insanların ruhunu anlamaya davet ediyor bizi. Modern zamanların ′ben′ demekten hoşlanan çocuklarına ′ben′lerini geçmişe doğru açabilmelerinin başka ′ben′lerle birleşebilmelerinin imkânını gösteriyor. “Benim, Hani o mavi lâle.” diyebiliyorken. Ve Nilüfer ve menekşe ve gül ve Topkapı Sarayı ve sır kâtibi ve padişah... diyebiliyorken. Bekiroğlu, denemenin cümle kapısını sadece tarihin kervanlarına açmıyor, sadece Doğu′yla söyleşmiyor elbette. Biraz da kalbinin Doğu′suyla popüler filmlere ve yine klasik romanlara da bakıyor desek acaba yanılmış olur muyuz? Trumann Show, Matrix, Kara Kedi Ak Kedi, Joe Black, Melekler Şehri onun kalp imbiğinden süzülüp, kaleminin ustalığıyla beyaz perdeden ak kâğıda düşüyorlar bir bir. Bozkırkurdu, Sidharte, Diriliş, Anna Karenina, Don Kişot, Kuzen Betty, Piedra Irmağı′nın Kıyısında Oturdum Ağladım, ruhunda yeniden yankılanıyor ve endam aynalarına düşüyorlar daha açık görebilmemiz için. ′Mavi Lâle–Yitik Lâle′ denemelerden birinde geçtiği gibi bir refâkat aslında. Yitmeye yüz tutacak kadar ihmal görmüş bir ′geçmiş′ ve her an avuçlarımızdan yitip gidecekmiş gibi duran ′şimdi′ için bir refâkat. ′Ben′ derken. ′be′nin altındaki noktada bir sır hazinesinin yattığını bilmeyen bir kuşağa. Tekrar ′ben′ini tekemmül ettirebilmesi için bir refâkat. Özet olarak bir güvercinlik Bekiroğlu′nun yazıları. Uçup gittiğini zannettiklerimiz tekrar oraya dönüyorlar.
20.35 ₺ -
Yusuf ile Züleyha
Nasıl herkese duyurur da sesimi derim: “Bu anlattığınız ben değilim. Ben bu anlattığınız değilim. Yusuf′u ben nasıl yerim? Ben Yusuf′u nasıl yerim?” Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti: “Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım. Alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma. Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım. Bu ayıpla yaşatamazsın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın.”
185.00 ₺ -
Şair Nigar Hanım
Nigâr Hanım, 19. asır sonu kültür semalarında yerini alan öncü Osmanlı kadınlarının en parlak yıldızlarından biri. Roman ve tefekkür sahasında Fatma Aliye Hanım’ın temsil ettiği madalyonun diğer yarısı, sosyal yaşantı ve şiir sahasındaki tamamlayıcısı. Avrupaî Türk edebiyatının bir kadın kaleminden çıkma ilk şiir kitabı Efsus’un sahibesi. Tanzimat ve Servet-i Fünun edebiyatları arasında bir “ara nesil” sanatçısı. Edebî salonunda kadın-erkek, garplı-şarklı konularını ağırlayan ir asır sonu entelektüeli. Dönem feminizminin ılımlı kanadında bir kadın sesi. Güftesi garplı, bestesi şarklı bir edibe. Nazan Bekiroğlu, 19.yüzyılın sadece ünlü bir ismi olmakla kalmayıp, çevresinde geniş bir aydınlar topluluğunu bir araya getiren Şâir Nigâr Hanım’ın biyografisini ve sanat yaşamını inceliyor. Osmanlı aristokrasisinin önde gelen isimlerinden Macar Osman Paşa’nın kızı Nigâr binti Osman’ın roman akıcılığındaki hayatı ve Türk edebiyatında doldurduğu yer, Nazan Bekiroğlu’nun titiz araştırmasıyla okurlara sunuluyor. Kitapta ailenin özel arşivinden alınmış fotoğraflar da yer alıyor.
19.19 ₺ -
La Sonsuzluk Hecesi
LA SONSUZLUK HECESİ NAZAN BEKİROĞLU’NDAN YENİ BİR ROMAN Bir gün Sabâ Melikesi Belkıs’tan, Âdem’le Havva’nın hikâyesini anlamanın bütün bir insanlığın da hikâyesini anlamak manasına geldiğini öğrendim. İnsanın bütün halleri Âdem’de gizliydi ve bütün macera onun hikâyesinde özetlenmişti. Bu cümleyi yıllarca içimde gezdirdim de bir türlü kalemi elime alamadım, anlatmaya kalkışamadım Ne zaman ki, kalma in değil uğrayıp geçmek için kadem bastığımız, kök attığımız değil kısa bir gölge saldığımız şu dünyada bir cennet sürgünüyle yazgılandığımı anladım ve Kelimeler Kitabı-çift isimler sahifesinde, Âdem’le Havva’nın yanına bir de Habil’le Kabil’i ekledim. O zaman anladım anlatma zamanının geldiğini. Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece: LÂ. İLLÂ, dedim. Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim. La Sonsuzluk Hecesi, Nazan Bekiroğlu, 9789752638518, Timaş Yayınları
277.50 ₺