Dedem; askerliğinin altıncı senesinde, Yunanı denize dökerek köyüne dönebilen üç neferden biri, bir İstiklal Harbi gazisiydi. Haymana’dan; Sakarya - İnönü - Afyon - Dumlupınar’a... Manisa - İzmir’e kadar, muharebe ede ede geçtikleri yerleri; köyde cemaatına, çarşıda kasabalıya, yolda arkadaşına anlattığında defalarca dinlemiştim. Çocuk aklımla mahiyetini tam kavrayamadığım; yokluk yoksulluk, kanaatkârlık, dayanıklılık, azim, cesaret... bu kahramanlık anıları; belleğime bir masal gibi yerleşmiştir. Dedemin yaşadıklarını, babam da kendi yorumuyla naklederdi. Ne dedemin, ne de babamın anlattıklarını yazmadığıma hayıflanırım. İlk ağızdan işittiğim seferberlik, milli mücadele... savaş öyküleri; şimdi, her biri hazine değerinde, birer ibret vesikası olacaktı. Keşke bilincine varıp; duyduğumu, öğrendiğimi başlangıçtan beri yazsaydım... İsmi “Hacı” olan dedem; askerde bölük eminliği de yapmıştır. Köyünde, mektep medrese görmüş üç beş kişiden biriydi. Tarlası tapanı kıt, rençperliği dardı. Cepheden köyüne döndüğünde imamlık boynuna borç olur. Her hanenin, kendi nüfusuna variyetine göre, bir “godik” veya bir “mucur”, “yarım”, “tümün”... ‘hak’ vererek tuttuğu imamlardandı. Dedemin “hak”kını! çobanların, kizirin safına katılarak; harman harman toplardım. Ayşe Halam yedi yaşındadır. Dedem askerden döndükten bir yıl sonra küçük Halam “Periza” dünyaya gelir. Babaannem ertesi sene iki kızın üstüne Şerafettin’i doğurur. 1925 doğumlu babam! Onun bu dünyada sevgisine doyamadığı yegâne insandı... Hoca Babası; dokuz yaşına kadar, Şerafettin’e eski Türkçe, yeni Türkçe okuyup yazmayı belletmiştir. Kendi kavlince; tarih, coğrafya, tabiat bilgisi, hesap falan da öğretir. Arapgir İlkokulu Baş Muallimi “Varnalı”; imtihandan geçirdiği Şerafettin’i, üçüncü sınıftan başlatır. Şerafettin; sekiz kilometrelik inişli çıkışlı Budak, Çobanlı, Kıçikli, Türüdü... Küçük Çarşı yolunu: yağmur çamur, kar kış demeden altı sene tepeler... Parmakla gösterilen talebeliği nihayetinde, Arapgir Ortaokulu’nu iftiharla bitirir. Kendinden önce okuyanların kitaplarını, emaneten alırmış. Kamış ucuna taktıkları kurşun kalemi, iki santim kalıncaya kadar kullanırlar. Çay kıyısından seçip götürdüğü kamışları, birer karış boyunda keserek arkadaşlarına verir, yerine; defter ortasından çıkarılmış iki yaprak alır. Babaannem bu yaprakları dikerek defter haline sokar. Aynı defterin sayfalarını silip ertesi sene de kullanacağı için yazı yazarken kalemini bastırmaz. Ceket, pantolon, palto... gibi giysiler sadece zenginlerin üzerinde gördüğü şeylerdir. Şerafettin; senelerce bir köyün gurbete yolladığı mektubunu yazıp, gurbetten gelen mektubunu okur. Köylü kısmı birbirinin iciğini cıcığını (her şeyini) bilmez mi? O da mektup sahibine sormadan ne diyeceklerini düşünür bulurmuş. Babam mektuplarda köyün ahvalini, şu sıra ne iş gördüklerini, malın, davarın, “alafın”, ekinlerin durumunu... doğumu, ölümü, kışın çetin geçtiğini... “ayamların” iyi yada kötü gittiğini... usulü ve münasibince yazar.
Sayfa sayısı: |
286 |
Boyut: |
13,5x19,5 cm. |
ISBN: |
9789759951115 |
Son güncelleme: |
25.09.2024 |