-
Şeyh Şamil Okay Tiryakioğlu
Daha küçük yaşlarda içindeki müthiş cevher keşfedilen, amcasının ve babasının sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesinin çehresini tamamen değiştiren, yenildikçe daha da güçlenerek bir çığ gibi gelen düşmanlarının karşısında dağ misali dimdik duran bir kahraman… Hayatı iman ve vatan üzere şekillenen bir mücahit… Kafkas Kartalı Şeyh Şamil… Ve onun destansı hayatı… Romanlarıyla yüz binlere tarihi sevdiren, okurları tarafından günümüzün Peyami Safası olarak nitelenen Okay Tiryakioğlu, tarihi roman severleri bu kez Kafkasların imamı, Şeyh Şamilin müthiş direnişine tanıklık ettiriyor. Kafkas Kartalı Şeyh Şamilin her anı müthiş bir mücadele ve direnişle geçen hayatını capcanlı bir dille bugüne taşıyor. Şamil, kendisine sonuna kadar inanmış dava arkadaşlarına sevgiyle bakarak, “Son kez hatırlatıyorum,” dedi. “Beni imamlığa siz seçtiniz! Ben bu göreve, kendi irademle gelmedim ve hatta yine şahitsiniz ki gelmemek için çaba sarf ettim; yerime başka adaylar gösterdim. Fakat neticede Gazi Muhammed’in rüyası bir kez daha zuhur etti ve baskınıza daha fazla tahammül edemedim. İki ay evvel, gönülsüz de olsa vazifeyi üstlendim. O ilk gün söylediğimi şimdi tekrarlıyorum! Emirlerime sorgusuz sualsiz itaat edecek, teslim olmayı aklınıza dahi getirmeyecek, hiçbir şart altında bana böyle bir teklifte bulunmayacak, kararlılığımı sorgulamayacaksınız!”
277.50 ₺ -
İlk Diriliş Osmanlılar Geliyor
Osmanoğullarının doğduğu topraklardan, Söğüt’ten de öncesine, Süleyman Şah’ın kutlu göçüne gidiyoruz. Atasından devraldığı şanlı mirası, dünyaya meydan okuyacak bir medeniyet olması duasıyla Anadolu topraklarına eken Ertuğrul Gazi’nin hikâyesi bu. Kıtlıktan ve Moğol istilalarından kurtulmak için yola çıkılıyor önce. Fırat Nehri’nden, Karacahisar Kalesi’nden geçiliyor. Yunus Emre’den Hacı Bektaş Veli’ye, Ahmet Yesevi’den Şeyh Edebali’ye kadar devrin tüm âlimleri ziyaret ediliyor. Şehitler de veriliyor yolda, zaferler de kazanılıyor. Nihayet Söğüt’te bir devir kapanıp bir yenisi açılıyor. Kalemiyle bu topraklar uğruna mücadele vermiş atalarımızın hislerine tercüman olan İsmail Bilgin, okuyucularını bu defa Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna misafir ediyor. İlk Diriliş/Osmanlılar Geliyor, asırlar boyu yaşayan bir medeniyet ağacının filizlendiği yılları, yolları, yerleri anlatan; her şeyin başladığı Kayı Boyu’nun hikâyesini dile getiren destansı bir tarihin romanı. “İstedim ki, Kayı’nın göçünü bir tamam anlatayım. Ben söyledim yazdılar. Nasıl yazdılar bilmem. Amma sözlerim yazıya geçti. Okuyasınız, bilesiniz. Bilesiniz, öğrenesiniz. Öğrenip unutmayasınız. Ne ki asla unutturmayasınız. İmdi Allah diyerek söze başlayalım.”
240.50 ₺ -
Annelik Sanatı
Kadın yalnızdır aslında… Eşi olsa da, çocukları bulunsa da… Sevincinde yalnız… Ağlamalarında yalnız… Çocukluğunda yalnız, genç kızlığında yalnız… Çaba içindedir herkes, ondan bir şeyler koparmak için… Kimi sevgisizliğinin doyurucusu gibi tanır onu… Kimi yalnızlığının gidericisi gibi… Ve belki karşılıksızlığından olsa gerek, verdiği “iyi eder” insanı… Bu kitabın adı her ne kadar Annelik Sanatı olsa da; aslında kadınların eşleri için yazıldı… Annelerin çocukları için… Bir annenin yalnızlığının derinliğini görmek… Ona gerçekten “eşlik” etmek… Ona eşlik ederken, onunla iyi olmak isteyenler için yazıldı… Bir kadının öfkesinin çocuksu zayıflıklarını örtme çabası, kızgınlıklarınınsa artık bunaldığının işareti olduğunu fark etmek isteyenler için yazıldı… Ve belki kendinin nasıl bir anne olduğunu aynada görmek isteyen anneler için yazıldı…
203.50 ₺ -
Aristotelesten Savaş Adabı ve Ahlakı Adab-ı Harb ve Üslub-ı Ceng
"Savaş" bütün zamanların en çetin realitesi. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi tehlikeli. Bir bakıma da kullanımı niyetlere göre şekillenen doğal bir durum. İnsanın en soylu ve kayda değer taraflarından biri olabileceği gibi, yine insanın en zalim tarafını da açığa çıkarmakta. İster mücadele kelimesiyle dile getirilsin ister savaş kelimesiyle tanımlansın, insan önce kendindeki olumsuzluklardan başlayarak topluma ve tüm dünyaya doğru genişleyen bir perspektif içerisinde sürekli savaşmakta. Savaşı ve kavgası olmayan insan ne kadar insan? Ve olur olmadık her şeye savaş açan insan ne kadar insan? İnsanın bu dünyadaki yegane vazifelerden biri nerede ve hangi şartlarda bulunursa bulunsun barışa hizmet etmesi. Dünya tarihi iyiliğin ve kötülüğün mücadelesi şeklinde cereyan ediyor. İnsan da bu tarihte ya iyiliğe hizmet ederek kayda geçiyor, ya da kötülüğe alet olarak. Elbette "savaş"ın öncelikle kelimelerle olması, sözün önce kulaklara ve oradan da gönüllere ulaşmasıyla gerçekleşmesi en makbulü. Ya kulaklar duymak, gönüller nefretle dolu ise. İşte burada insanın temel değerleri koruması, erdemlere arka çıkması için başka yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Bu yüzden kalem ve kılıç iki savaş aleti olarak kabul edilmiş. Bazen biri yeterli olmuş, bazen diğeri ve çoğu zaman da her ikisi birlikte. İşte bir kalem erbabı olan Aristoteles'in kılıç erbabı olan İskender-i Zülkarneyn'e yazdığı bu eser savaşın bir adabı ve ahlâkı olması gerektiğini göstermesi bakımından önemli bir kaynak.
182.00 ₺ -
Arapların Gözüyle Türkler 9-12. Yüzyıllar
Arapların Gözüyle Türkler, Şerafeddin Yaltkaya'nın farklı zamanlarda Arapçadan tercüme ettiği ve Türklerin askerî ve ahlâkî üstünlükleri hakkında Arapça kaleme alınmış nesirleri ve şiirleri biraraya getirmekte. Bu üç metinden ilki meşhur Arap nesir yazarı ve âlimi Câhiz'in Risâle fî Fazâili'l-Etrâk–Türklerin Faziletleri; ikincisi İbni Hassûl'un 11. yüzyılda kaleme aldığı ve Kitabü Tafzîli'l-Etrâk Alâ Sâ'iri'l-Ecnâd–Türk Askerlerinin Üstünlükleri; son metin ise Şerafeddin Yaltkaya'nın kaleme aldığı 12 şair ve edibin Türklerin güzel hasletlerine dair şiirlerinden meydana gelmekte. "Türk'ün bütün ömür müddetini hesap etsen yere oturduğu günleri nâdir bulursun!... Türk, ser-azâde bir hilkate sahip olduğundan vatanındaki kadîm hayatına kavuşmayı ister ve daima vatanını diler. Ve kendi vatanına, herkesin kendi vatanına düşkünlüğünden ziyade düşkündür. Ancak Türk medeniyetinin vasıflarından olarak bir yerde oturmaktan ve uzun zaman durup bekleme, istirahat, hareketsizlik ve tasarruftan memnun değildir. Türklerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başları hoş değildir. Harekete daima hazır olarak tutuşup yandıklarından; harâret, zeka ve fetanet sahibi olduklarından daima iş ve güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine üstündür. Her şeyleri olup bitmiş bulmayı âcizlik; uzun zaman bir yerde oturmayı tembellik; rahatı ayak bağı; kanaati kusur; himmet ve muhârebeyi terk etmeyi alçalma ve acizlik kabul ederler... Türkler, değerlerini takdir etmeyen kimselerin nezdinde kalmayı, haklarını men' edenlerin yanında kalmaktan fena görürler. Türkler hissiyâtına mağlup olmayarak asla bir kavmi diğer bir kavme ve bir belde ahalisini diğer bir belde ahalisine tercih ve takdim etmezlar... Türk için hak ve hakikat adeta vicdanın bir maşûkasıdır. Onu bulduğu yerde ülfet kurmakta; âdetlerini, görenek ve töresini bırakmakta asla güçlük çekmez ve vatana olan iştiyâkını teskin etmeye de muvaffak olur... Türk hürriyet ve iradesini kimseye vermez, kaçacak olursa vaad ve tehdide ehemmiyet vermez, ele geçecek de olursa kimseden bir vaad ümidinde bulunmaz..."
126.00 ₺ -
Arabistan Seyahatleri Hicaz topraklarında Batılı bir Seyyahın Gözlemleri
John Lewis Burchardt, 18. yüzyıldan itibaren yıldızı iyiden iyiye parlamış görünen Batı dünyası adına genelde Doğu'yu, özelde ise İslam toplumunu ve bu toplumun, üzerinde dağılmış olduğu toprakları keşfedip anlamak isteyen bir seyyahlar grubunun öncülerinden birisi. Bu grup doğal ve kaçınılmaz olarak mensubu olduğu ya da adına çalıştığı ülke yönetim ve istihbarat unsurlarıyla bir şekilde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ilgili ya da ilişkilidir. Burckhardt, 2 Mart 1809'da Londra'dan başlayan seyahatine Malta'dan itibaren Hacı İbrahim olarak devam eder. Artık Müslüman bir tacir görünümündedir. Uzun süre Suriye'de kalır, Kudüs çevresindeki ‘kutsal toprakları' dolaşır ve sonra Mısır'a geçer. Esas itibarıyla üslenmiş olduğu görev Nijer Nehri üzerinde yer alan memleketlere ve kaynağına ilişkin bilgiler edinmek ve ortaya koymaktır. Fizan üzerinden Sahra çölünü geçip Nijer Nehri'nin yakınında bulunan Timbuktu'ya (Mali) doğru gitmeyi planlar. Hedefi olan güzergâh yönüne gidecek bir kervanı bekleyiş sırasında Nil nehri boyunca güneye doğru giderek Nubia seyahatini yapar. Kahire'ye dönüşünü Kızıldeniz'den Cidde'ye geçerek Hicaz topraklarında seyahatler yaparak gerçekleştirir. Dönem, Mekke ve Medine'de ve çevrelerinde Vehhabî işgalinin ve vahşetinin yaşanmış olduğu 8 yılın (1805-1813) hemen sonrasındaki dönemdir. Kahire'deki bekleyişi sürerken üç ay sürecek bir de Sina turu gerçekleştirir. Nihayet, 1817 Nisan'ında beklemekte oluğu kervanın haberini alır, ama o ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Kaderin onun için belirlemiş olduğu göç güzergâhı farklıdır. 15 Ekim 1817'de vefat eder. Son dakikalarında arzu etmiş olduğu gibi Müslüman âdetlerine göre defnedilir. Kahire'de Müslüman mezarlığındaki kabri başındaki mezar taşı onu Müslüman olarak nitelemektedir. Sonraki yıllarda bölgeye doluşacak olan Avrupalı ajanlar için yararlı ve gerekli birçok bilgi ve işaret bırakmak gibi bir hizmetlerinin olduğunu düşünsek de, Burchardt ve benzeri Batılı seyyahların o dönemdeki gözlem ve notları Müslümanların 19. yüzyıldaki durumu ve sonraki gelişmeleri daha iyi anlayıp değerlendirmeleri açısından belli bir öneme sahiptir.
350.00 ₺ -
Antik Felsefe Tarihi
Uzun yüzyıllar neredeyse ilgisiz kaldığımız Batı felsefesiyle Tanzimat sonrası yıllarda yeniden ilgilenmeye başlamamız şaşırtıcı değildi. Yüzünü Batı’ya dönen siyasetten sonra düşüncenin yüzü de Batı’ya dönecekti. Batı düşüncesi içinde ilk akla gelen de antik felsefe, daha doğru ifadeyle antik filozoflar olmuş, bu filozoflara ait hayat hikâyeleri ve metinler yavaş yavaş matbuat dünyasında görünmeye başlamıştır. Yirminci yüzyıl içinde Türkiye’de Batı felsefesine olan ilgi kuşkusuz ki çok önemli mesafeler almış olmakla birlikte antik felsefeye dair eserler telif veya tercüme yoluyla yazılmaya ve yayımlanmaya devam etmiştir. Batı dünyasında da bu ilgi eksilmemiştir. Bir anlamda iki bin yılı aşkın zaman boyunca ortaya çıkan müteakip filozoflar ve felsefeler antik felsefeyi yaşlandıramamıştır. Türkiye’de örneğin Walther Kranz’ın, Antony Kenny’nin, Julia Annas’ın Wilhelm Capelle’in ve temel eser olan Diogenes Laertios’un bu konudaki eserleri tercüme edildiği gibi birçok da telif yapılmıştır. Bu kitabın özellik ve önceliği Türkiye’deki bu tür yayınların ilki olmasıdır. 1854 yılında Fransızcadan tercüme edilerek basılan bu eser François Fénelon'a ait Abrégé de La Vie des Plus İllustres Philosophes de L'Antiquité kitabının Evvel Zaman İçinde A‘zamü'ş-şan Olan Filozofların İmrar Etmiş Oldukları Ömürlerinin İcmalidir adıyla yapılan tercümesidir. Mütercim, Krikor Kumaryan adlı, Ermeni olduğu anlaşılan ama hakkında elimizde bir bilgi bulunmayan bir Osmanlı vatandaşıdır. Günümüze kadar Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye’si antik felsefeyle ilgili yapılan ilk çağdaş tercüme kabul edilirken, aksine, Krikor Kumaryan’ın bu tercümesinin bu konudaki ilk ve son derece kapsamlı çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Krikor Kumaryan’ın tercümesi Türkçede mevcut antik filozoflarla ilgili diğer kitaplardan kıdem bakımından sahip olduğu önceliğin yanında tercüme dili bakımından da kendine özgü bir yere sahiptir. Kumaryan’ın Türkçesi o devre mensup bir Ermeni’nin Türkçesidir. Bu yönüyle yazı dilimizdeki sınırlı sayıda örnekten biri olan eserin dilini düzelterek aktarmayı uygun görmeyerek olduğu haliyle bırakmayı tercih ettik. Kitap basılırken, Ali Paşa’nın tavsiyesiyle, sayfalar Fransızca ve Türkçe olarak karşılıklı basılmıştır. Ancak biz yine özgün baskıdaki eski yazı ve yeni yazı sayfaları karşılıklı basmakla birlikte bu defa Fransızca metni haliyle ihmal ettik. Özgün baskıda Türkçe metinde paragraf uygulaması ve noktalama işaretleri kullanılmadığı halde (o yıllara ait bir özelliktir bu) yeni metinde paragraflar ve noktalama işaretleri Fransızca metinde uygulanan şekliyle gerçekleştirilmiştir.
336.00 ₺ -
Allahı İnkar Mümkün müdür
Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi bütün eserleri serimizin yedinci kitabı olarak Büyüyenay Kitaplığına katılıyor. Eser, “Tarih-i İslâm'ın Birinci Zeyli: Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? yahut Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfür [Felsefe-i Mâ Fevka't-Tabiâ Mebahisi]” künyesiyle Hikmet Matbaa-i İslamiyesi'nde 28 Kasım 1911'de yayımlanmıştır. Ahmed Hilmi, “Okuyucularla Bir Hasbihal” başlıklı takdim yazısında “Fena bir şiiri okuyan bir adam, biraz vakit kaybetmiş olmaktan başka bir zarar görmeyebilir, lakin yanlış ve mûzır bir ahlâkî ve felsefî düstûru okuyup da hakikat diye kabul eden bir adam, olabilir ki saadetini ve belki maîşet zevkini ve hatta hayatını zehirler.” dedikten sonra bu eseri meydana getiren temel düşünceyi ise şöyle açıklıyor: “Medeniyeti taklidî bir surette almanın zararlarına doğrudan doğruya maruz olan vatanın gençleridir. Hem de yalnız yüksek tahsil ve lise tahsili gören ve görmek isteyenleri değil, sirâyet etme ve umuma yayılma suretiyle bütün vatan gençleridir… Bu milleti Avrupa'dan körü körüne ve en âdileri arasından eğreti olarak alınan beş on felsefî düstur ile diğer bir kalıba şekillendirmeye kalkışmak... Şekli itibarıyla kahkahalarla gülünecek fakat öldürücü ve vahim neticeleri itibarıyla ağlanacak bir hâlettir. Zaten böyle câhilâne bir emelin, velev ki, saf bir niyetle olsun, hiçbir iyi ve güzel netice veremeyeceğini tecrübeyle görüp anlamayan kalmadı…” Filibeli Ahmed Hilmi eseri üç maksadı ihtiva edecek tarzda tasnif ettiğini söyler. Buna göre, eser ilk olarak “Vâcibü'l Vücûd-ı nâ-mütenâhîyi” ispat maksadıyla yazılmıştır. İkinci olarak eser “felsefe-i mâ bâde't tabîiye-metafizik/fizikötesi felsefe” kitabı vazifesini görecektir. Üçüncü olarak da bu eser, “materyalizm mesleğine ve küfür meşrebine sâlik olanların göstermek istedikleri delillerin ve sebeplerin fennen ve hikmeten kıymet ve keyfiyetini apaçık bir suretle muhâkeme ve tenkit imkânını” verecektir. Bunu yaparken mevcut fenlerin son fikirleri ve bunlardan sahîh surette çıkabilen neticeler, bu neticeleri kendisine meslek edinenlerin haksız fikirleri, “sırf fen ve hakikat namına ve medeniyet âleminin en büyük ulemâsının içtihadları ve fikirleri doğrultusunda” meydana koyulacaktır. Aynı zamanda bu eser, birçok felsefî düşünce ve akımı eleştiri süzgecinden geçirmesi özelliğiyle de, kısmen felsefe tarihi kitabı vazifesini de yerine getirmektedir.
210.00 ₺ -
Ahmed Paşanın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler
Ahmet Atillâ Şentürk'ün Taşlıcalı Yahyâ Beğ'in Şehzâde Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi isimli eserinden sonra, şimdi de Ahmed Paşa'nın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler başlığını taşıyan şerh çalışması okurlarımızla buluşuyor. Güneş Kasidesi'nin şairi Ahmed Paşa (v. 1496-97) 15. yüzyılın en yetkin divan şairidir. Müderrislikten başlayarak Fatih Sultan Mehmed’in tahta geçmesinden sonra hızla yükselerek önce kazasker, daha sonra da padişaha musahip ve hoca olmuş, ardından da devlet adamı vasfıyla gösterdiği başarılardan dolayı vezirlik payesini kazanmış bir şair. Türkçe şiirleri yanında Arapça ve Farsça şiirleri de olan, “sultânü’ş-şuarâ” unvanına sahip Ahmed Paşa’yı kaynaklar, keskin zekâsıyla, nüktedan olarak anıyorlar. Ahmed Paşa’nın 70 beyitlik Güneş Kasidesi semboller, remizler evrenine sahip bir şiir. Her hakiki sanat, hele hele temel malzemesi kelimeler olan şiir sanatı, kelimelerin anlam katmalarını genişleterek, kelimelerdeki seslerin de yardımıyla hem estetiğe hem duyguya hem de düşünceye hitap etmek ister. Bunları başarabildiğinde de kendine özgü bir varoluşa sahip olur. İşte yaklaşık 500 yıl önce kaleme alınmış bu şiir de böyle. Hem kendi varoluşunun hükmünü duyuruyor hem de çağları aşarak şairini yaşatıyor ve de bizleri besliyor. Sanat eseri ne kadar yüksek bir estetiğe sahip olursa olsun ona yönelen estetik bir suje olmadıkça zamandan kendisini saklayacak, bizler için bilinemez olarak kalacaktır. Atillâ Şentürk, Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’de şiire olan mesafemizi aradan kaldırıp bugüne taşıyor. Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’in bu yeni baskısı şerh ya da metin dışında temaşa zevki de sunuyor. Resim, minyatür, fotoğraf ve çizimler esere eşlik ediyor.
168.00 ₺ -
Ağustos Böceği Bir Meşaledir
Üstad Sezai Karakoç'un ilk olarak Kasım 1988’de Diriliş Dergisi'nde yayımladığı Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiiri, ilk baskısını 1989'da yapan Alınyazısı Saati kitabının ve bütün şiirlerini bir araya getiren Gün Doğmadan'ın son şiiri. Ağustos Böceği Bir Meşaledir hakkında ilk yayımlandığı tarihten bu yana, gerek başlı başına bir yazı konusu olmuş gerekse de bağlamı içinde değinilerin bulunduğu epey yazı kaleme alınmıştır. Bu kitapta şiir hakkında kaleme alınmış yazılardan, şiirin anlam dünyasına nüfuz ettiğini, şiirin ruhundan haberler verdiğini düşündüğümüz kendi içinde bir bütünlüğe sahip 6 yazı yer almaktadır. Yani söz konusu yorumlar sayesinde okurlarımızın şiire nüfuz etmelerini kolaylaştıracağını en mütevazısından şiirin dünyasına bir “giriş” yapabilecekleri yazılar. Yayına hazırladığımız bu kitap, hem Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiirinin farklı perspektiflerden yorumlarının küçük bir örneğini yeni kuşaklara takdim etsin, hem de bir şerh örneği olsun ve şerh geleneğimizin devam etmesine bir katkı sunsun istedik. İstedik ki, yeni nesillere zamanla kendilerinin de katılacakları bir devamlılık düşüncesi, yeniden doğuşlar bahşetsin.
112.00 ₺ -
Çocuklar İçin Gerçek Yaşam Becerileri
Çocukların Sosyal Yönlerini Geliştirmek İçin Anne-Baba El Kitabı Sosyal becerileri gelişmiş çocukların özgüvenleri yükselir, aile, arkadaş ilişkileri güçlenir ve okul başarıları artar. Çocukluk döneminde kazanılmayan sosyal beceriler, yetişkinin iş, sosyal ve özel yaşamında sorunlara ve mutsuzluğa yol açar. Unutmayın ki, yaşam doyumu büyük oranda sosyal becerilere bağlıdır. Çocuklar İçin Gerçek Yaşam Becerileri kitabı, 6 ana başlık altında 56 sosyal beceriyi pratik öneriler, oyunlar ve uygulamalarla ele alan bir kılavuz olma özelliği taşıyor. Bu kitapta yer alan temel beceriler: İlişki başlatma ve sürdürme becerileri Atılganlık becerileri Duygulara yönelik beceriler Saldırgan davranış ve dürtülerle başa çıkma becerileri Sorun çözme becerileri Plan yapma becerileri
160.00 ₺ -
Amak-ı Hayal Racinin Hatıraları
A’mâk-ı Hayâl, Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın hem en şanslı hem de en şanssız kitabıdır. İlk baskısının (1910) üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmesine karşın hâlâ ilgi görmesi, sevilerek okunması ve buna bağlı olarak farklı yayınevlerince üst üste basılması, onun ne kadar şanslı olduğunu göstermektedir. Kitabın şanssızlığı ise yazarının ölümünden sonra yapılan ikinci (bütünleşmiş ilk ve tek) baskısının (1925) inanılmaz bir özensizlikle ve akıl almaz yanlışlarla dolu olarak çıkmasıdır. Bu büyük bir şanssızlıktır, çünkü yeni harflerle yapılan ve sayısı otuza yaklaşan tüm baskılarda bu baskının yanlışları, katlanarak çoğalmış ve kitabın güvenilirliğini zedelemiştir. Bu şanssızlığa son vermenin yolu, metnin, yazarın kendi eliyle yaptığı ilk baskı ile ikinci baskının karşılaştırılarak hazırlanmasıydı. Elinizdeki baskı, A’mâk-ı Hayâl’in doksan yıla yaklaşan bu şanssızlığına son veriyor. Karşılaştırmalı olarak hazırlanan ve baskılar arasındaki farklarla birlikte ikinci baskıdaki yanlışları da gösteren bu özgün metin, yapılan bütün baskılar için bir denek taşı işlevini görecek; kitaba, zedelenen güvenilirliğini yeniden kazandıracaktır.
231.00 ₺ -
Büyük Bir Milletin Direniş Destanı Çanakkale
Etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşıyoruz... Tarih, ortak değerlerimizden biridir... Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından, son derece anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü Osmanlı bitti, bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildi denilen bir zamanda kazanılmıştır. Mahiyeti itibariyle bir diriliş cehdi, aynı zamanda da birlik-beraberlik sembolüdür. Bu itibarla Çanakkale mücadelesini kazanan ruhu keşfetmeye ve kavramaya muhtacız. Hatırlayalım ki, Çanakkale Zaferi, Avrupa'nın Hasta Adam damgasını vurduğu bir milletin varlık mücadelesidir. Mücadele kaybedilseydi her şey biter, o moral çöküntüsü içinde İstiklâl Savaşı bile verilemezdi. Ama kazanıldı. Tarihin yolu ve yönü değişti. Bir millet ateşle imtihan olundu Çanakkale'de, tarihle hesaplaştı ve kendi varoluş tarihini yeniden yazdı... Büyük bir milletin direniş destanıdır, Çanakkale.
123.50 ₺ -
Felsefe ve Ölüm Ötesi İbn Sînâ - Gazzâlî - İbn Rüşd - Fahreddin Râzî
Hayat ve ölüm, bir hakikatin iki yüzü ya da bir bütünün iki parçası. Birbirini çağrıştıran bu kavram çiftinden hayat, varlık sahnesine önce çıkmakla birlikte doğumdan itibaren ölümün tehdidi altındadır ve bu yüzden de ölüm insanoğlu için daima korku ve endişe kaynağıdır. Özellikle ölmek için doğduğuna inandığı halde bir başka hayata doğmak üzere öldüğüne inanmayanlar açısından ölüm, gerçekten korkunç bir olaydır. Âdeta gölge gibi insandan hiç ayrılmayan ya da amansız bir hafiye gibi gece gündüz onu adım adım takip eden bu korkunç gerçeğin nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağının bilinmeyişi, ölüm karşısında duyulan kaygıyı daha da artırmaktadır. Felsefe ve Ölüm Ötesi adlı bu çalışma, İslâm düşüncesinin ikisi felsefe, ikisi kelâm geleneğine mensup dört büyük isminin, İbn Sînâ (ö. 1037), Gazzâlî (ö. 1111), İbn Rüşd (ö. 1198) ve Fahreddin Râzî’nin (ö. 1210); ruhun mahiyeti, bedenle ilişkisi ve âhiret hayatı hakkındaki görüşlerini yansıtan toplam dokuz metnini ve tercümelerini içermektedir.
28.00 ₺ -
Fahreddin Râzî Sonrası Metafizik Düşünce Kâtibî Örneği
İbn Sînâ’dan (ö. 428/1037) sonra pek çok düşünce geleneği bu filozofun felsefî mirasıyla bir şekilde ilişkiye geçmek durumunda kalmıştır. Bu noktada bir mütekellim olarak Fahreddin Râzî (ö. 606/1210) ve onun İbn Sînâ felsefesiyle ilgili çalışmalarının ayrı bir yeri vardır. Râzî’nin, eserlerinde kullandığı kendine özgü tasnifi, meseleleri ele alış tarzı ve ulaştığı sonuçlar ile farklı entelektüel disiplinler arasında kurduğu yakın ilişki, kendisinden sonra hâkim bir yaklaşıma dönüşmüştür. Râzî sonrasında bu yaklaşımı sürdüren isimlerin başında ise medrese müfredatının vazgeçilmez klasikleri arasında yer alan er-Risâletü’ş-Şemsiyye ve Hikmetü’l-ayn’ın müellifi Necmeddin Kâtibî (ö. 675/1277) gelmektedir. Kâtibî’nin ilmî kişiliğini tanıtmaya ve metafiziğe dair görüşlerini, miras aldığı entelektüel gelenekle mukayeseli bir şekilde ortaya koymayı hedefleyen bu çalışma, İbn Sînâ’dan Râzî’ye ve oradan Osmanlı’ya uzanan nazarî düşüncenin serüvenine, Kâtibî bağlamında ışık tutmaktadır.
31.50 ₺ -
Eski Metinlere Yeni Bağlamlar Osmanlı Edebiyatı Çalışmalarında Yeni Yönelimler
GİRİŞ Selim S. Kuru Metinlerle yaşayanlar I METİNLERE YAKLAŞIRKEN Walter Andrews Osmanlı metin çalışmaları: geçmişe meydan okuma, geleceği tasarlama LeRoy Searle Estetik, filoloji ve sensus communis II METİNLER ARASINDA İLİŞKİLER Guy Barak Sansür, kanonizasyon ve Osmanlı imzâ-takrîz pratikleri üzerine düşünceler John Curry Bir kütüphanede ne olabilir ki? Osmanlı metinlerine bireysel eserlerdense derlemeler merceğinden bakış Meredith Quinn On yedinci yüzyıl İstanbulu’nda ucuza okumalar III BAŞKA METİNLER Rachel Goshgarian “Her kim tutmaz Hak buyruğu, onun helâli haramdır” Ermeni Türkçesi'ne giriş ve Kefe'den bir örnek incelemesi Jocelyn Sharlett Her şey kimi tanıdığınızla ilişkilidir: Abbasî edebiyatında yaratıcı yazarlık ve konuşma özgürlüğü IV METİNLERİN DÜZENİ Burcu Karahan Mentor Efendi olmak: on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı’da yapılan Lesaventures de Télémaque tercümeleri Zeynep Seviner Geri Dönüştürülebilir Transkripsiyon Sistemi ve on dokuzuncu yüzyıl metinleri: Nâmık Kemâl'in İntibah romanı Hatice Aynur Osmanlı Kitabeleri Projesi: sorunlar, imkânlar, sonuçlar KAYNAKÇA
26.60 ₺ -
Doğu Batı Arasında İslam
Çağdaş dünya, uzun zamandır süregelen ve sonu kestirilemeyen kesif bir ideolojik çatışmanın sahnesidir. Hepimiz bir şekilde bu çatışmalarla yüz yüzeyiz. Bu mücadele İçinde acaba İslâm’ın yeri neresidir? Bugünkü dünyayı şekillendiren süreçlerdeki rolü nedir? Doğu Batı Arasında İslâm tüm bu konuları geniş bir entelektüel ufuk içinde ele alıp cevaplandırmaya çalışıyor. İnsanın yolculuğunun ilham ve hayret verici bir seklide bütünleştirilmiş bir analizi. Gücünün etki alanı, İslam'ın evrenselliğine ve güzelliğine canlandırıcı bir anlam veriyor. Robin Woodsworth Carisen Avrupa yüzyıllardır İslam’dan faydalanıyor, çoğunlukla da onay almadan ve karşılığında hiçbir sey vermeden. Simdi, Doğu Batı Arasında İslâm’ın yayımlanmasıyla İslam’a borcunu ödemeye başladı. Rasyonel, fakat duygulara hakaret etmiyor, bedeni kötülemeden ruhu yüceltiyor. Ancak onu bir sınır tası olarak ayrı tutan şey, tüm soylu fikirlerin doğasında bulunan bir tarzda ifade edilen doğaüstü bilgeliğidir. Şüphesiz, onun çağrısı zamanının ötesine geçecek, çünkü hayatı içine alıyor; ve hayattan daha mükemmel bir mevzu yok. M. Tariq Quraishi Aliya İzzetbegovic kendi rotasını çiziyor; cüretkâr ama büyüleyici. D. S. Balic Bir başyapıt; zaman, içindekileri teyit edecek. Prof. İsmail R. Al-Faruqi
23.10 ₺ -
Doğa ve Öznellik Câhız’ın Ahlâk Düşüncesi
Bu kitap öznenin ahlâkî açıdan kendisini inşa etmesini konu edinmektedir. Elbette ki böyle bir inşayı gerçekleştirmek de onu ele almak da zordur. Çünkü öznenin ahlâkî bir yaşam biçimini edinmesini izah etmek için; beslenme, cinsellik, arzu, öfke ve düşünmek gibi insanı özne kılan bir çok etken hakkında düşünmek ve bu etkenlerin ilişki ağını ve çevreyle olan ilişkisini çözümlemek gerekmektedir. Dahası özneyle barışık olan bir yaşam biçimini sıradanlaştıran birtakım kendilik pratikleri örnekleri ortaya koymak gerekmektedir. Doğa ve Öznellik bu sorunu IX. yüzyıl düşünürü Câhız’ın eserleri ve düşünceleri üzerinden tartışmaktadır. Genellikle hayat hakkında yazan Câhız, şarkıcı cariyelerin hâlet-i rûhiyelerini, mizansenlerin meziyetini, cebinden bir şey verirken iç çekişmesi yaşayan cimrileri, körleri ve topalları, konuşmanın erdemini, müziğin katkısını ve daha pek çok farklı yönde hayata dokunan konuları yazmıştır. Câhız, hayatta gösterdiğimiz tüm davranışların, dahası korkaklık, cesaret ve kıskançlık gibi ahlâkî durumların; doğamızın derinliklerinde yer alan cinsellik ve beslenme eğilimlerinden kaynaklandığını düşünmektedir. İslâm ahlâk felsefesinin ilk eserlerini yazmış olmasına rağmen Câhız’ın bu yönü pek dikkate alınmamıştır. Câhız’ın ahlâk düşüncesini ele alan ilk eserlerden olan bu çalışmada klasik metinler güncel bir yoruma tabi tutulmakta olup fizik, insanın doğası, zihinsel durumlar ve bilgi gibi birçok konunun ahlâkla ilişkisi kurulmaktadır.
37.80 ₺ -
Dîvân’dan nağmeler Farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri
GİRİŞ Mûsikî ile söz arasında I Ersu Pekin Müzik şiirden bağımsızlaşacak mı? Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus:müzikte ‘model alarak besteleme’yle ilgili üç yöntem arasındaki muhtelif bağlantılar üzerine Bülent Aksoy Shakespeare’den “İncesaz”a “İncesaz”dan Shakespeare’e Zeynep Yıldız Abbasoğlu Müzisyen ya da râviyân-ı şâirândan olmak: müzik risaleleri ve Âdâb Literatürü bağlamında on birinci-on beşinci yüzyıllarda müzisyenlerin meclis âdâbı üzerine II Ali Yıldırım - Serda Türkel Oter Dede Efendinin yürük semâî formunda aynı vezin ile bestelenmiş eserleri üzerinden usûl-vezin münasebetine bir bakış Mustafa Çıpan Klasik Türk Mûsikîsi eserlerinin güfteleri /mûsikîmizin şiiri Ayşe Yıldız Nedîm’in murabbalarından hareketle edebiyat ve müzik ilişkisini yeniden düşünmek Beyhan Kesik Cenâbî Dîvânı’nda mûsikî III Özge Öztekin Edebiyatta müziğin erganun tonu Cenk Güray Osmanlı’dan kalan bir şiir ve müzik mirası: “Gazi Murâd Reis’ten IV. Murâd’a ‘vakanüvislik’ örneği olarak Yeniçeri âşıkları” Savaşkan Cem Bahadır Meclisin olmazsa olmazı: mûsikî âletleri IV Franklin Lewis Hâfız ve mûsikî Kaynakça
40.60 ₺ -
Elif Gibi Sevmek 2 Dem
Çayı deminden anlarsın, yâri ise ayrılık vakti boğazında bıraktığı düğümden... Beklemek değil bizimkisi, demlenmek... Demlenmek yavaşlamaktır biraz. Durmak, bakmak, koklamak, anlamak, öğrenmektir. İçine kazımak, silinmez bir kalemle aklına yazmaktır. Hatırlamak için değil, unutmamak içindir. Peki ya sevmek? Kısmete açılan bir kapı mı, yoksa büyük bir imtihanın başlangıcı mı? Bu kitapta birbirine kavuşanların değil, ancak muhabbetle demlenenlerin aşka ulaşabileceğine şahit olacaksınız. Ve bazı şiirlerin hatırlamak için değil unutmamak için yazıldığını göreceksiniz...
33.00 ₺ -
Dil, Söz ve Fesâhat Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Sözdizimi Nazariyesi
Abdülkâhir el-Cürcânî bilim hayatının ilk dönemlerinde sesbilimden cümle yapısına dilbilimin her alanında eserler veren uzman bir dilbilimci iken, sonraki dönemlerde iktidar ve bilim çevrelerindeki gelişmelerin de etkisiyle edebî eleştiri, belâgat ve dil felsefesi alanlarına yönelmiştir. Onun bilim kariyeri dikkat çekici gelişim ve dönüşümlere sahne olmuştur. Fakat geldiği son noktadan geriye dönüp bakıldığında bu kariyerin sanki tek bir şeye adandığı gözlenir: sözdizimi nazariyesi. Cürcânî’nin ilk dönem eserleri sözdizimi nazariyesini içten içe hazırlamış, sonraki eserleri ise bu nazariyenin ortaya konarak geliştirilmesine hizmet etmiştir. Bu çalışmada, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin dil, söz ve fesahate dair görüşleri sözdizimi nazariyesi çerçevesinde ele alınmıştır. Eserde dil ve sözün mahiyeti, dil-düşünce ilişkisi, dilsel delalet, edebî değerin kaynağı gibi dil felsefesi ve belâgatin temel meseleleri Cürcânî’nin metinlerinden hareketle derinlemesine incelenmiştir. Kavramsal ve tarihsel derinliğe sahip bu eser, İslam düşüncesinin çağdaş dönemde ihmal edilmiş olan dil felsefesi ve belâgat alanlarında önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
31.50 ₺ -
Çekirge Yılı Kudüs 1915-1916
Sahibinin, vazifesi bittikten sonra, geceleyin mum ışığında kaleme aldığı bu günlüğün önemi, Filistin’deki en mühim tarihî dönüşüm kavşaklarından birisine Kudüslü sıradan bir asker ve vatandaşın dünyasını yansıtmasından kaynaklanmaktadır. Söz konusu dönem, dört asırlık Osmanlı idaresinin sona erişi ve o zaman için kimliği belirsiz bir geleceğin başlangıcıdır. Bu, Gazze ve Bi’rüsseb’den akın eden İngiliz ordusunun Kudüs’e girmek üzere olduğu ve İngiliz donanmasının Yafa ve Hayfa’yı denizden bombalamaya başladığı bir vakittir. Bu dönemden elimize ulaşan tüm otobiyografi ve anıların siyasî liderlere, komutanlara veya fikir önderlerine ait olduğunu ifade edebiliriz. Tercüman’ın günlüğü bu yönüyle türünün tek örneğidir. Basit bir askerin, muhasara altındaki şehrine dair gözlemlerini ve samimi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazar, günlüğünü başkalarının görmesinden çekinerek gizli bir şekilde kaleme almıştır. Bu nedenle bu günlük, Osmanlı döneminden bize ulaşan, halkın bastırılmış seslerinin nadide bir kaydıdır. Günlüğün önemini daha da arttıran diğer bir husus, yazarın günlük hayatında aralarında gidip geldiği iki dünyayı, günlük vazifesi dolayısıyla çalıştığı askerî daireler dünyası ile her günün sonunda döndüğü Kudüs sokaklarının dünyasını birleştirmesidir. Eser bu özelliklerinin yanında, 1915-1916 yılları arasında savaş sırasında fakirlerin çektiği yokluk, çekirge istilasına eşlik eden felaket ve açlıklar, ordunun mahsül, hayvan ve nakliye vasıtalarını müsadere etmesi gibi Filistin’in yaşadığı olaylara dair pek çok gözlem ve değerlendirmeyi de içermektedir.
32.20 ₺ -
Çağdaş İslami Akımlar
Batı’nın Müslüman toplumlara yönelik siyasi, askeri ve kültürel tehdit ve işgaliyle ortaya çıkan kriz, farklı tepkileri doğurmuş ve bu tepkiler, İslam coğrafyasının merkezi bölgelerinden başlamak üzere birçok ülkede farklı vurgulara sahip çözümler ve programlar geliştiren dini oluşumların ve hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir ders kitabı olarak hazırlanan Çağdaş İslami Akımlar, son iki asırda ortaya çıkan İslami oluşum ve hareketleri sadece tanıtmakla kalmayıp onların tepki ve tavırlarını anlamak üzere kuşatıcı bir teorik çerçeve ve tasnif sunmakta, nasların yorumundan siyasete, fıkıh ve mezheplerden tasavvuf ve tarikatlara, eğitim ve bilime kadar birçok konuda ortaya koydukları görüş, tavır ve uygulamalara yön veren temel yaklaşımlarına işaret etmektedir.
61.60 ₺ -
Çağdaş Dünyada Ulema Değişimin Muhafızları
M. Kasım Zaman, elinizdeki çalışmada çağdaş İslam dünyasında beklenenin aksine daha görünür ve etkin hale gelen ulemanın sosyal ve dinî değişimdeki rolünü ve onların, hızla değişen dünyanın getirdiği tehditler karşısında nasıl bir yol izlediklerini ele alıyor. Bu manada, diğer bölgelerle karşılaştırmalı bir çerçeve içerisinde 1850’lerden bu yana Hint altkıtasında hukuk ve eğitim alanında ortaya çıkan dönüşüm ve değişimlere âlimlerin tepkisini, ilmî, siyasi, sosyal alanlardaki faaliyetlerini ve medreselerdeki değişim çabalarını inceliyor. Diyobendileri merkeze almakla birlikte Hint altkıtasındaki farklı akım ve hareketler ile Suudi Arabistan, İran, Mısır gibi diğer bazı ülkelerdeki âlimleri de inceleyen Zaman, günümüz Müslüman toplumlarını kavramada İslamcı hareketler kadar ulemanın rolüne de dikkat çekiyor. Ona göre ulema sadece değişen zamanın tehditlerine karşı koymakla kalmamış, günümüzdeki birçok Müslüman toplumda etkilerini artırarak, kitlelere önderlik ederek ve kamu alanına yönelik söylemlere önemli katkılar sağlayarak başarılar da elde etmiştir. Ulemanın önemi, –geçmişi ve bugünü birleştiren, sürekliliğe sahip olmasının yanısıra çeşitli şekillerde sürekli güncellenen canlı bir miras olarak– dinî geleneğin muhafızlığını yapmalarına dayanmaktadır.
33.60 ₺ -
Cerîde-i İlmiyye Fetvaları
Meşîhat makamının resmî dergisi olarak 1914-1922 yılları arasında yayınlanan Cerîde-i İlmiyye’de, dönemin şeyhülislamları tarafından verilen fetvalar düzenli bir biçimde neşredilmiştir. Cerîde-i İlmiyye’nin birinci dereceden resmî bir kaynak nitelişi taşıması, yayınlanan fetvaların, halkın farklı kesimlerinden gelen sorulara cevap olarak verilmesi ve derginin sosyal, siyasî, kültürel deşişme ve gelişmelerin ve savaşların yaşandığı bir dönemde yayınlanmış olması dergiye ve içindeki fetvalara ayrı bir önem kazandırmaktadır. Fıkıh, hukuk tarihi ve Osmanlı tarihi çalışmalarının hemen her alanında birinci el kaynak olarak önemli bir yeri bulunan bu fetvaların derlenmesi, tasnif edilmesi ve bir fetva mecmuası şeklinde, geniş bir dizinle ve ilmî esaslara uygun biçimde yayınlanması bir ihtiyaç olarak kendini hissettirmektedir. Bu kitap, Meşîhat makamının Cerîde-i İlmiyye’de yayınlanan fetvalarının, özellikle fıkıh, hukuk ve tarih araştırmacıları tarafından daha kolay bir şekilde incelenebilmesi amacıyla hazırlanmıştır.
26.60 ₺ -
Cemaleddin Afganî’nin Hatıraları
19. yüzyılın sonlarında İslam dünyasının sorunları üzerine kafa yoran bir düşünce, siyaset ve eylem adamı olarak Afgani’nin hayatı ve kişiliği sadece tarihçilerin inceleme konusu olmaktan daha fazla bir anlama sahiptir. Afganî’nin düşüncesi ve siyasi faaliyetleri çağdaş İslam dünyasının hem siyasal hem de düşünsel süreçleri üzerinde önemli izler bırakmıştır. Afgani, üzerinde hala tartışılan çok yönlü kişiliği ile hem taraftarları hem de karşıtları nezdinde önemli etkiler bırakan nadir insanlardan biridir. Gizemli olduğu kadar tartışmalı hayat hikayesinin Osmanlı payitahtında geçirdiği dönemine ilişkin notlar, onun kişiliğine ve düşüncelerine ışık tutacak ayrıntılarla dolu. Cemaleddin Afgani’nin İstanbul’da zorunlu olarak ikamet ettiği hayatının son beş yılında, Muhammed Mahzumi Paşa tarafından derlenen hatıralar Türkçede ilk defa yayınlanıyor. Çağdaş İslamcılık düşüncesinin en önemli ve renkli figürü olan Afgani’nin hatıraları, onun din, tarih ve siyasete ilişkin görüşlerinin yanı sıra Osmanlı ve Mısır’a ilişkin değerlendirmeleriyle de yakın dönem tarihine ışık tutuyor.
27.30 ₺ -
Celâlikıran Kuyucu Murad Paşa
Osmanlı Devleti 16. yüzyılın sonlarında, kudretinin zirvesindeyken bütünlüğünü bozmaya yönelik; dahası, büyük çapta göçlere ve iktisadi durgunluğa sebep olan bir tehditle karşılaşmıştı. Farklı vasıflarda ve ancak birbirlerinin doğurduğu şartlarda zuhur eden tehditler “Celâli İsyanları” olarak adlandırılmış; Osmanlı devlet ve toplumunda oldukça endişe yaratan bu tehlike, Sultan I. Ahmed’in ihtiyar veziriazamı Murad Paşa tarafından bastırılmıştı. Dört yıl veziriazamlık yapan Murad Paşa, isyanları bastırmada gösterdiği muvaffakiyet sebebiyle Osmanlı devlet adamları arasında mutena bir yer edinmiş; Osmanlı toplum ve siyaset nezdinde kendisinden her zaman sitayişle bahsedilmiştir. Suçlulara uygulanan cezalarda dini delillerin kullanılması onun dindar ve sert kişiliğine oldukça münasip düşmüş, isyancılara karşı tutumu günümüze kadar tartışılagelmiştir. Bu kitap, devşirmelikten devletin zirvesine çıkan Murad Paşa’nın hayatı, ailesi, şahsiyeti, Celâlilerle mücadelesi ve ıslahat gayretlerini ele alırken, bir devlet adamının nasıl insanüstü vasıflara sahip bir şahsiyete dönüştüğünü de gözler önüne seriyor.
21.00 ₺ -
Câmiu’l-icâreteyn
Câmiu’l-icâreteyn Bilim ve Sanat Vakfı’nın fetva mecmuaları neşir atölyesinin dördüncü kitabı olarak okuyucularla buluşuyor. Bu mecmua az sayıda fetva hariç şeyhülislam fetvalarından yapılan bir derleme olup derlemeye son halini, 19. yüzyılın ilk yarısında henüz kadılık yaptığı dönemde Şeyhülislam Meşrebzâde Mehmed Arif Efendi (1275/1858) vermiştir. Mecmuada icâreteyn, mukâtaa ve tapu ile ilgili yürürlükte olan fetvalar yer almaktadır. Bunların birleştikleri ortak nokta üçünün de bir tür icâreteyn yani çift bedelli kira akdi olmasıdır. Yani üçünde de “icâre-i muaccele” denilen peşin bir kira bedelinin yanı sıra “icâre-i müeccele” denilen ve belli periyotlarla düzenli tahsil edilen bir kira bedeli daha vardır. İcâreteyn daha ziyade vakıf binaların kiraya verilme usulü iken mukâtaa vakıf arsaların kiraya verilme usulüdür. Tapu ise mîrî arazinin çiftçilere kiralanma usulü olup geliri vakıflara tahsis edilen araziler de çiftçilere bu usulle kiralanmaktaydı. Her üç konunun da Osmanlı hukuku çalışanların yanı sıra farklı alanlarda çalışan tarihçiler için de önem arz ettiği, izahtan varestedir.
28.00 ₺